İzmir’de yaşanan depremin hemen sonrasında herkeste bir sorumluluğu birbirinin üzerine atma gayreti belirdi ki, sorma gitsin! Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığı, Bayraklı Belediyesini suçluyor hasarlı ve çürük, oturmaya elverişli olmayan binaları tespit edip mühürlemedi diye. Bayraklı Belediyesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nı suçluyor bu yapıların olduğu yere imar izni verdi diye. Çevre ve Şehircilik Bakanı da ev sahiplerini suçluyor, binaların depreme dayanıklı olmadığını tespit edip kendilerine bildirmedi diye. Bu kadar can kaybına malolmamış olsa traji-komik bir durum diyeceğiz; ama ne yazık ki işin hiç komik yanı yok!
Bu adamlar sorumluluğu birbirlerinin üzerine atmak suretiyle işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar; ama aslında ortaya çıkan trajediden hepsi sorumlu! Sadece onlar da değil; bir bütün halinde kapitalist sistem sorumlu. İnsanları göz göre göre böyle evlere tıkanlar; büyük rantlar elde etmek için bu evleri yapanlar; bu evleri yaparken masraftan kısayım diyerek malzemeden çalanlar ya da kötü / kalitesiz malzeme kullananlar; bir an önce yapıp bitireyim de yatırımımı kâra dönüştüreyim diye düşünenler; bunlara imar izni verenler; yapıları denetlemekle görevli olup aldıkları rüşvetlerle vb yapılara sağlam raporu verenler; yapıları denetleme konusunda hiçbir bilgileri olmadığı halde bilirkişi edasında şirket kurup yapı denetimi yapanlar, yaptıranlar; yapı denetleme ve rapor hazırlama yetkisini TMMOB gibi bu konularda yetkin olan kurumlardan alıp taşeron şirketlere peşkeş çekenler...
Yani baştan aşağı bütün sistem; tekelci kapitalizm. Kapitalist sömürü sistemi; artı-değerin ranta ayrılan kısmını ceplerine indirenler ya da indirecek olanlar. İnşaat şirketleri, müteahhitler, malzeme sağlayıcılar, yapı-denetim şirketleri, toprağı nefessiz bırakacak kadar buldukları her yere inşaat yapmayı gelişmenin ölçütü olarak gören; “inşaat sektörü ayakta ise ekonomiye bir şey olmaz” kafasındaki hükümetler; işçilerin önemli bir kısmının burada istihdam edildiğini bilerek işsizliğe çözüm bulduklarını düşünen siyasi anlayışlar vb vb. saymakla bitmez!
Ama gelin görün ki, her deprem sonrası ilk yapılan açıklamalarda bunların hiçbirine değinilmez; “takdir-i ilahi” denilerek geçiştirilmeye, acı içerisinde olanlar avutulmaya, bir süre sonra da bunların hepsi unutturulmaya çalışılır; ta ki yeni bir felakete / göz göre göre katliama kadar! O zaman film baştan sarılır; aynı teraneler tekrarlanır.
İşin bir de siyasi rant boyutu var; herkes “buradan nasıl nemalanırım”ın derdine düşer! “Yaraları sarmak” adı altında deprem bölgesine koşulur; bir kaç TV ekranında boy gösterilir ve böylece “görev ifa edilmiş” olur. Sonra ölen öldüğüyle kalır; sadece insanların yardımlaşması, karşılık beklemeden dayanışması acıları bir nebze olsun azaltır. Zaman geçer; derken asıl sorumlu ve sorumlular unutulur / unutturulur...
Ama bu hikayenin sonu hep böyle bitmek zorunda değildir! Her felakette ölmek, yakınlarını kaybetmek yoksulların kaderi değildir. Onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları ve gerçek sorumluların yakasına yapıştıkları zaman, bu hikayenin sonu “inanılmayacak kadar güzel olacaktır” sevgili okurlar.