Bir yanımız savaş tamtamları, bir yanımız emek cehennemi! İçeride ve dışarıda bıçak sırtında sürüyor hayatımız. Ne tarafa dönsek, kimi dinlesek, hangi kesime yönelsek... serzeniş, öfke ve isyan!
Emekçiler çoktan “artık yeter” noktasına geldi. Sabır taşı çatlıyor. Korku barikatları çöktü gitti. Ne polis ablukaları, ne gözaltılar... Akşam polis marifetiyle gözaltına alınan işçi, sabah yeniden eylem sahasında patronun ve polisler şahsında faşist devletin karşısına dikiliyor!
“Eylem umudun anasıdır!” En sıradan işçiler bile kopup gelen eylemlerle umutlanıyor, her tür köhne düşünceden, kalıplardan kopuş eşiğine gelip dayanıyor. Kitleler bizzat hayatın içinde, yaşayarak öğrenir. Her eylem, her kapışma paha biçilmez bir okuldur. Şimdi artık gittikçe geniş işçi kesimleri bu okullarda hızlı eğitimden geçiyorlar.
Eylemler büyük oranda kendiliğinden, dağınık ve iktisadi sebeplere dayanıyor. Nasıl dayanmasın ki! Açlık heyulası bütün ağırlığıyla çökmüş durumda emekçi hanelere. Ama hiçbir eylem, hiçbir tekil sorun, kendi kozasında sınırlı kalmıyor, kalmayacak!
Başka zamanlarda tekil kalabilecek herhangi bir sorun veya eylem, bugünkü gibi iç içe geçip yumak haline geldiğinde, daha ilk adımda kendi dar sınırlarına gelip dayanır ve hareket, bu sınırları aşma eğilimi taşır. Nesnel akış böyledir. Bu yüzden her tekil sorun veya sorunlar dizisi, dönüp dolaşıp “genele” dayanıyor. Yalnızca tekil sorunlarla uğraşmayı, kendini bununla sınırlamayı düşünen her hareket, bu “genel”in duvarına toslayıp kalıyor.
Her tekil hareket, kendisi hakkında tamamıyla kendisiyle sınırlanmış bir yanlış bilinç taşır. Sosyal reformistler ve oportünistler her defasında besleyip güçlendirirler bu yanlış bilinci. Ama hareketin nesnel dinamikleri ve ulaştığı düzey, bu yanlış bilinci hızla aşmakta. Artık geniş işçi kesimleri kendiliğinden “genele”, bütüne yöneliyor. Devrim düşüncesi emekçi kitleler arasında şimdi her zamankinden daha güçlü.
Üst üste binen dalgalar halinde gelişen işçi eylem ve grevleri, tüm toplumsal hareket için umut kaynağı. Öte yandan sınıf hareketindeki ve özellikle sendikalar içindeki burjuva düşünsel ufka hapsolmuş her tür “geleneksel” yaklaşım, işçi hareketinin sıçrama eşiklerinde karşısına dikilen barikatlardır. Bu barikatlar aşılmalıdır!
Her tür sınıf örgütünde dişe diş bir mücadele yürütülmeden, bu barikatları aşmak, parçalamak mümkün değil. Sendikalar, dernekler, dayanışma örgütleri... hepsinde militan bir mücadele yürütülmek zorunda. Buna kuşku yok. Ama işçiler, enerjilerini salt buralara harcayamaz. Asıl olarak doğrudan işçi iradesinin yansıdığı, doğrudan demokrasinin ürünü olan sınıf örgütleri, tam da muazzam eylem dalgasının kopup geldiği bugün, hayati öneme sahiptir.
Bu tür örgütler büyük bir hızla boy veriyor işçi sınıfı saflarında. Öyle gizli kapaklı da değil. Alenen ilan ediyor kendini. Direniş komiteleri, işçi temsilci konseyi, meclisler... değişik adlarla çıkıyorlar ortaya. Maddi koşulları olgunlaşmayan mücadele araç ve yöntemleri kararlı bir şekilde oluşmaz, oluşsa da varlıklarını sürdüremez. Söz konusu bu örgütler uzun bir dönemdir sınıf hareketi içinde oluşuyor ve bir süreklilik gösteriyor. Koşulların bir sıçrama noktasına hızla yaklaştığının bir başka göstergesidir bu!
Unutmayalım. Her tür “tüzel kişiliğin” dışında doğrudan işçi iradesinin ürünü olan bu kitlesel sınıf örgütleri, kendi varoluşlarında düzen sınırlarını aşmayı barındırır. Aracın bizzat kendisine içkindir bu aşma eğilimi. Bu örgütler güçlendiği oranda, onun bu devrimci özü daha belirgin hale gelir.
Koşulların böylesine devrimci olduğu dönemlerde sayısız örgüt kurması gerekiyor işçilerin. Her türden örgüt hem de. Hiçbir kesimi dışarıda bırakmayacak örgütler. İşçi sınıfının asıl gücü, onun örgütlülük düzeyinin asıl göstergesi, tam da tabandaki bu geniş kitle örgütlerinin yaygınlık ve derinliğidir.
Tüm topluma umut aşılayan eylemler dalga dalga yayılırken, devrimci işçiler, tüm işçi yoldaşlarını bu tür örgütlerle kucaklamak için seferber olmalıdır. Geleceğimizin anahtarı, bu örgütlerin yaygınlık ve gücündedir.