Korkularını her geçen gün daha fazla dillendirmeye başlamaları her şeyi daha fazla gün yüzüne çıkarıyor. Korkularını açığa vurdukça, toplumsal tepki de büyüyerek artıyor. Burjuva sınıf ve dinci-faşist iktidar içinde yaşanan telaş, gemiyi ilk terk eden fareler misali kaçışlar, itiraflar...
Korkularının tek ve asıl sebebi güçsüzlükleri, zayıflıklarıdır!
Peki bu kadar korku salan, rüyalarına girip kabusları olan şey ne: Ayaklanma!
Ayaklanma sözcüğünü çağrıştıran bir ifade dahi işitmeleri hop oturup hop kalkmalarına, tedirginlik içinde hareket etmelerine, bir karmaşa yaşamalarına, ışık görmüş tavşan gibi korkudan yerlerinde donup kalmalarına neden oluyor.
Dinci-faşist iktidar toplumsal tepkinin büyüdüğü dönemlerde baklayı çok geçirmeden ağzından çıkarıyor. Sağa sola tükürükler saçarak önce Gezi Ayaklanmasına sövüp sayıyor. Sonra, bir daha aynı ayaklanmayı bastırmaya çalıştıklarını, istikrarlı ve kararlı bir şekilde dik durduklarını söylüyorlar. Şimdi çok daha ileri gittiler. 15 Temmuz sürecinde iki sermaye grubunun egemenlik kurma yarışından ortaya çıkan darbe girişimini nasıl bastırdıklarını hatırlatıp, “15 Temmuz’daki gibi ezeriz” diyerek açıkça sokağa çıkacak hak kitlelerini tehdit ediyorlar.
Burjuva düzenin halk kitlelerini tehdit etmesinin arkasında yatan şey güçsüzlüktür, zayıflıktır. Halkın devrimci eylemi karşısında, egemenler çaresizdir. Gezi Ayaklanması sırasında halk kitlelerinin patlayan öfkesinden apar topar Fas’a nasıl kaçıldığını unutmadık. Bu kadar güçsüz bir durumdayken neden tehditler savuruyorlar? Bu soruya cevap açıktır. Güçsüzler, güçsüzlüklerini bağırarak, azgınca tehditler savurarak gizlemeye, kitlelerin bunu görmesini engellemeye çalışırlar. Şu an yaptıklarından bunu net olarak görmek mümkün. Dinci-faşist iktidar, sonunun Hüsnü Mübarek gibi olacağının farkında.
Bu tehditkar sözleri ise kendisine değil, temsil ettiği burjuva sınıfa aittir asıl olarak. İşçi ve emekçileri tehdit eden, başta dinci-faşist iktidarla temsil edilen burjuva kesimler olmak üzere tüm burjuva sınıftır.
Burjuva sınıf düzeni için tehlike çanlarının çaldığı ortada. Bunun için özellikle son 3-4 ay içinde yaşanan gelişmeleri dikkatlice irdelemek gerek. Nedir bu tehlike çanlarının çalmasına ve korkunun altında yatan sebepler dizisi?
Kitleler bu son 3-4 aylık süre zarfında çeşitli sebeplerle, defalarca sokaklara döküldüler. Neredeyse her eylem, çok kısa sürede ülkenin çeşitli yerlerine yayılmakta, kitleler eş zamanlı olarak sokaklara çıkmaktadır. Bunda teknolojinin etkisi olsa da, asıl neden ortaya çıkan sorunun yerel değil, genel sorunlar olmasıdır.
Burjuva düzenin bu eylemlere tepkisi bu nedenle sert olmuştur. Biber gazlarıyla saldırıp, gözaltı ve tutuklama furyasıyla toplumsal tepkiyi sindirmeye çalıştı. Hatırlarsınız; “Tırşıkçi Kapitalistler” diyen, Adıyaman’da sokağa çıkan tütün üreticilerine önce saldırıldı, ardından gece yarısı operasyonlarıyla onlarca kişinin evi basılıp gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Bu sadece bir örnek.
Fakat yaşanan tüm baskı ve sindirme yöntemlerine rağmen kitleler sokakları terk etmeyerek, gerçek kurtuluşun sokakta olduğunu açık bir şekilde ifade ettiler.
Kitlelerin eş zamanlı bir şekilde sokağa çıkması, ufukta görünen ayaklanmanın yaklaşmakta olduğunu, bu defa Gezi Ayaklanmasını da aşacak tarzda geliştiğini göstermektedir. Burjuva sınıfta bunun farkında. Ayaklanma, daha da derinleşmiş ekonomik kriz koşullarında mayalanıyor. Üzerine bir de, burjuvazi içindeki çatlakların yarattığı krizlerin de eklenmesi, burjuvaziyi korkuya sürükledi.
Bunun için burjuva sınıf yeni bir çözüm bulmalıydı. Devreye sokulan militarist güç bir süre dayanabilirdi. Ama sokak fikrinden vazgeçirmek, kitleleri düzen sınırları içinde tutmak çok daha stratejik bir öneme sahiptir. Dolaysıyla devreye hemen burjuva muhalefet partileri sokuldu. Dinci-faşist iktidarla kavga tiyatrosu adı altında kitlelerin taşmaya başlayan öfkelerini düzen içinde tutacak, bir süre dizginleyeceklerdi. Erken seçim çağrılarını, mitinglerle süslemeye çalıştılar. Bayram değil, seyran değil... Mitinglerin zamanlaması anlamsızdı. Orada kitlelere, sakin olun, seçim sandıklarını getirecekler, seçimle onları göndereceğiz mesajları verilmeye çalışıldı.
Her çaba nafileydi, istenilen sonuç bir türlü alınamıyordu. Anket şirketleri ardı ardına anketler yaparak, durumu yansıtmaya çalışıyorlar. İstenen sonuçlar çıkmıyor. Anketlerde boykot seçeneği olmasa da kitleler bunu ifade ediyorlar ve dolayısıyla anket şirketleri kararsız seçeneğinin yanına bir de oy kullanmayacağım seçeneğini eklemek zorunda kalıyorlardı. Ama daha da önemlisi, yapılan anketlerde “ekonomik ve siyasi krizi hangi parti çözer” sorusuna %48’in “hiçbir parti çözemez” diye cevap veriyor olmasında...
Hiçbir şey işlerine gelmiyor. Tüm gelişmeler aleyhlerine işlemeye devam ediyor. Ülkede güvenin kalmadığını gören yabancı sermaye, sermayesini hızlı bir şekilde güvenli limanlara çıkarmaya çalışıyor. Üstelik ucuz iş gücü ve muazzam devlet olanaklarına rağmen. Burjuva sınıfın tedirginlikten servetinin büyük bir kısmını yurt dışında açtığı özel hesaplarda tuttuğu ise zaten bilinen bir gerçekti.
Korkuyorlar! Milyonların Gezi Ayaklanmasını aşacak bir ayaklanmayla sokaklara çıkması durumunda bu çürümüş, yozlaşmış düzenlerinin yok olacağından korkuyorlar. Bu kabusu onlara sürekli yaşatan işçilerden, emekçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, köylülerden, esnaflardan korkuyorlar.
En güçsüz oldukları dönemdeler. Kitlelerin bu sömürü düzeninden kurtulması için tüm koşullar oluşmuştur. Bu koşulları daha da büyüterek sokağa çıkma vaktidir. Bu defa hedef burjuva iktidarı alaşağı ederek işçi ve emekçilerin kendi iktidarlarını kurmak olmalıdır.
Hemen, hızlı bir şekilde sokaklarda, mahallelerde, fabrikalarda, okullarda, köylerde, örgütlenerek, ayaklanmaya öncülük edecek komiteler, konseyler kurma zamanıdır. “Örgütlü ve silahlı bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” bilinciyle kitleleri harekete geçirme vaktidir. 16.01.2022
Cihan Ateş