Kar, tipi, ayaz... Sabahın kör karanlığı... İşçiler fabrika önlerinde direniş nöbetinde. Kah halaya duruyorlar, kah slogan atıyorlar.
Hava kurşun gibi. Göz gözü görmüyor. İliklerine işleyen soğuğa rağmen terk etmiyor işçiler eylem alanlarını. Değişik sektörler, değişik çalışma koşulları... Eylemler sürüyor. Zincirleme etkiler yaratıyor eylemler. Birbirini güçlendirerek zincirin bir sonraki halkasını ateşliyor.
“Dövüşenler de var bu havalarda” diyordu şair. İşçiler dövüşüyor bu “el ayak buz kesmiş” havalarda. İşten atılmışlar. Sendikalı oldukları için, eşit işe eşit ücret istedikleri için, ücret artışı istedikleri için, çalışma koşullarının iyileştirilmesini istedikleri için... Açlık kemiriyor tüm işçi emekçi haneleri.
Sokakta polis baskısı!.. Kesintisiz bir devlet zoru, gözaltı, zindan tehdidi... Buna rağmen sürekli artıyor işçi eylemleri. Kararlı ve direngen bir hal alıyor. Çünkü artık kaybedecek bir şey yok. Açlık evinin içine kadar girmişken, işçi ve emekçileri kavgaya atılmaktan uzak tutacak ne olabilir ki!
Kadınlar, bin yılların birikmiş öfkesiyle yıkıyorlar her yerde barikatları. Muazzam bir enerji, eski toplumu tümden havaya uçuracak bir patlama onlardaki. 8 Mart’ta on binler halinde fethettiler sokakları, meydanları. Ve fabrika önlerinde direnişlerde başı çekenler yine kadınlardı.
Kürt halkı, Newroz’la birlikte yüzbinler halinde aktı meydanlara. Ne kar durdurabildi, ne fırtına. Newroz, yalnızca Kürt halkı için değil, tüm devrim güçleri için kendi gücünün ayırtına varma vesilesi oldu.
Geleceksizlik baskısı altındaki gençlik, tüm bu eylem ve gösterilerin değişmez bileşeni olarak aldı kavgadaki yerini.
Sokakta adım adım büyüyen bir mücadele, bir kavga var. Devrimci kitle eylemleri gelişiyor her geçen gün. Sürekli bir ayaklanma sınırlarında geziniyor kitle eylemleri. Hemen bir adım sonrası, ayaklanma!
Büyük bir ekonomik kriz, bir çöküş içinde sürüyordu hayatlarımız. Savaşla birlikte artık tümden attı sistemin kayışları. Tüm kapitalist dünyada hızla artıyor temel geçim mallarının fiyatları. Yaşamak, yaşamını sürdürmek, işi olan işçiler için de imkansız hale geldi çoktan. Açlık, ister bir işi olsun, ister işsizlik çukuruna yuvarlanmış olsun, tüm işçi ve emekçilerin baş ucunda artık. Ne sabredecek bir hal kaldı, ne gerileyebilecek bir alan. Tam da bu yüzden ayaklanma sınırında sürüp gidiyor toplumsal yaşam.
Tüm yakıcılığı ile hissettiğimiz savaş, büyük bir bunalımın sürüp gittiği koşullarda patlak verdi. Ve tüm kapitalist dünyayı daha derin bir bunalımın içine sürüklüyor. Enerji krizi, mal ve tedarik krizi... derken, şimdi küresel bir gıda krizi ile karşı karşıya kalacak dünyamız. İşçi ve emekçilerin uzun süredir korkulu rüyası olarak baş ucunda dikilen açlık, artık yüz milyonlarca yoksulu pençesine alacak.
Ukrayna’da sürüp giden savaş, bizzat yarattığı etkilerle ve aynı zamanda fiili olarak da emek-sermaye savaşının, bugün artık bir olgu olarak karşımızda duran küresel iç savaşın temel alanlarından biri olarak öne çıkıyor. Önümüzdeki dönemde savaşın bu özelliği daha da belirginleşecek.
Büyük sözlerle yetinmenin değil, günlük yoğun devrimci faaliyetin sonuç alacağı bereketli bir alandayız. İşçi ve emekçilerin yaşam koşullarında küçük de olsa iyileştirmeler sağlamak, küçük ama sürekli “zaferler” kazanmak, işçi ve emekçilerde “başarma duygusunu” somut olarak güçlendirmek... İlmek ilmek örülecek bir mücadele duruyor önümüzde. Ve ilmek ilmek örülen bu mücadelenin bağlanacağı büyük politik hedefler...
Devrimci ajitasyon ve propaganda faaliyeti, ancak böyle bir pratik faaliyet içinde gerçekten başarılı olabilir; işçi ve emekçi yığınlarda bir karşılık bulabilir. Ancak bu şekilde emekçi kitleler militan proletaryanın ardına takılabilir.
Yitirilecek zaman yok. Güncel ayaklanmalar kapıda.