Herkese kendi kurallarını kabul ettiriyor açlık. Tüm safsataları, yalanları, demagojileri bastırıp, kendi çığlığını egemen kılıyor, manşetlere taşıyor, gündemi yıkıyor ve yeniden kuruyor.
Hüküm sürüyor açlık, coğrafi farkları, kimlikleri aşıyor; şovenizm duvarlarını yıkıyor; bayrağı ve ezanı diline dolayanı karikatürleştiriyor; tiksinti nesnesi haline getiriyor.
Öfkeyi biliyor açlık, gerilimi büyütüyor. Toplumsal öfke kınına sığmaz oluyor.
Hemen yanı başımızda bir savaş var. Üstelik, sonuçlarıyla dünyanın çehresini değiştirmeye aday; ama daha birinci haftasında savaş, gündemdeki birincilik konumunu yitiriyor. Çünkü açlık, kafayı çok uzaklara taşıyamaz, akıl bedende kilitlenir kalır. Açlık, başka bir dertle ilgilenmeyi yasaklar, bakışını alenen tehdit altındaki varlık koşullarına odaklar. Ve bu, bir emekçi için, tam da sınıf ideolojisinin serpilip geliştiği mekandır. “Emekçi yoksul sınıfların içgüdüsel sosyalizmi” (Engels) böyle güçleniyor. Parlak zekalı kafaların tasarımından değil, tam da bu en çıplak varlık koşullarından doğar sosyalizm, komünizm.
Açlık en gerideki sınıf kesimlerini bile, apaçık sınıfsal çıkarlarla tanıştırıyor. Tehdit altında kaldıkça daha net farkına varılan sınıfın varlık koşulları, bilinçlerde devasa sıçramalar yaratıyor. Boşuna söylenmemiştir, “nur topu ihtilaller doğar aç midelerden” diye.
Emekçilerin sınıf bakış açılarının en saf hali, en su katılmamış hali, varlık koşulları ölümcül tehdit altındayken etkin olmaya başlar. Açlık, emekçilerin içgüdüyle, sezgiyle, içlerinde taşıdıkları saf sınıf çıkarlarıyla yüzleşmeye zorlar, onu bir kanaat, bir söz, bir hedef biçiminde somutlaştırmaya iter. Bu çıkarlara yabancı ne varsa akıldan ve bedenden uzaklaşır. Böylece bir emekçi, tüm yalanın, demagojinin ardında yatan başka bir sınıfın servet ve mülk sahibi sınıfların iğrenç yüzünü görme olanağına kavuşur.
Açlık, sadece kendi derdi ile hemhal olanı ciddiye alır, tanır. Geri kalan her şey ya safsata, ya oyalamacadır ya da doğrudan hasmın dilinden konuşmaktır. Açlıkla hemhal olmayan her söz, kendini açlığın gayya kuyusunda bulur. Sürüp giden savaştan laf açın bir, size hemen, “bizim ne farkımız var?” diyorlar. Seçimlerin ne kadar tarihi önemde olduğuna dair birkaç kelam edin, “Kim sabreder seçime kadar? Ölürüz” diyorlar. Biçimsel demokrasiyi yeniden tesis edecek girişimlerden, ittifaklardan, hazırlanan program taslaklarından, yürütülen taktik çizgiden, dilin kemiği yok, en mahir ağızlarla söz edin, tek bir sözle karşılık veriyorlar: Git başımdan laf ebesi...
Açlıktır, dinci faşizmin hizmet ettiği tekelci sermayenin şen şakrak ruh haliyle konuşturan. Çünkü açlık toplumu iki keskin kampa böldü: Yukarıda şen şakrak servet sahipleri, aşağıda aç yığınlar. Koca bir uçurum var iki dünya arasında; bu yüzden safsatayı, demagojiyi yoksul yığınlar üzerinde etkin kılacak ara sınıflar yok olunca, geriye sermayenin çıplak sınıf halleri kaldı.
Gerici burjuva muhalefet, nereye gitse aç, öfkeyle dolup taşan ve hemen bir şeyler yapılmazsa dünyayı yakmaya hazır kitlelerle karşılaşıyor. Bol bol dert dinliyorlar, sonra da aynı dertleri kürsülerden seslendiriyorlar, ama derman yok, çare yok, çözüm yok!
Açlık bahane dinlemez. Kendi durumunun kendisine anlatılıp durulmasını, basitçe kendine ayna tutulmasını istemez. Ne güzel süslü sözler, ne de vadesi belirsiz vaatler... Çözüm ister. Somut çözüm.
Çözüm ellerimizde! Ne sandıkta, ne parlamentoda, ne süslü nutuklar ve bol vaatler sıralayan burjuva politikacılarda. İşe, ekmeğe, eğitime, sağlığa, her tür kamu hizmetine ulaşmak mı istiyoruz? O halde tüm bunlara ulaşmamızı engelleyen bu düzeni yıkmak zorundayız. Ve yıkacağız! Geleceğimizi başkalarının ellerine bırakmayacağız, bilmem kaç yılda bir düzenlenecek seçimlerde kullanılacak sözde “hesap sorma aracı” diye sunulan oy pusulalarına hiç bırakmayacağız. Biz kendimiz yöneteceğiz, kendi geleceğimizi kendi ellerimize alacağız.
Gelin, birleşelim, çünkü ya devrim ya ölüm, artık başka bir seçenek kalmadı. Ya fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar her şey emeğin olacak ya da aç çocukların donuk göz bebeklerinde yitireceğiz insanlığımızı... Ya birbirimizi boğazlayacağız ya da sınıf düşmanımızı.
Boş sözlerle yitirilecek zaman yok! İnsanlığımızı korumak için bu sömürü düzenini yıkmaktan başka yolumuz yok! Şimdi Devrim Zamanı!