Sistem tam bir çöküş aşamasında. İnsan haklarından düşünce özgürlüğüne, demokrasiden fırsat eşitliğine, ulaşımdan ticarete, eğitimden sağlığa, fabrikadan tarlaya, atölyeden bakkala, her ama her yerde tam bir çöküş hakim.
Hiçbir kurum işlemiyor, işletilmeye çalışılan her kurum ise düzeltilmek için makarasından çıkarılmış kaset bandı gibi birbirine dolanıyor, iyice içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Kapitalizm tam anlamıyla kendi ayağına dolanıyor.
Evdeki yabancıdan partideki yabancıya, ortalık tam bir çarşı pazar. Herkes her şeyin farkında. Sistemin ipliği her gün daha da çok çıkıyor pazara. Yetkililer konuşsa dert, sussa dert.
Açlık, yoksulluk her yerde; insanlar en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor, karşılamak isteyene ise borçlanmaktan başka çare yok, tabi o da borçlanabilecek kadar “şanslı” ise. Bu durumda sistem kendisini klişe ve alışılmış söylem ve teorilerle açıklayamıyor, rıza üretmekten her an biraz daha uzaklaşıyor. Adeta şiddetli bir yangın, tüm işçi ve emekçilerin genzine dolan zehirli bir duman üretiyor.
Bu yangının görünmesini istemeyen sistem, her gün yeni yasalar çıkartarak toplumu baskı altına almak ve kendi konumunu tahkim etmek istiyor.
Sorunlar yapısal olduğu için her birkaç yıllık bir “soluklanma” arasından sonra, sürekli tekrar eden bir durum bu. Çünkü artık toplumsal üretim biçimiyle, üretim araçlarının bireysel mülkiyet olması birbiriyle bağdaşmaz durumdadır. Kapitalist üretim biçimi, gelişimin önündeki en büyük engeli teşkil etmektedir. Kriz onun kaderidir.
Bu yüzden hiçbir reform (ki hiçbirinin kalıcılığı konusunda bir garanti yoktur ve sistem istediği an geri alabilir) ve hiçbir “yamama” girişimi yapısal sorunları aşmaya yetmez. Çünkü yamanmaya çalışılan kapitalizm, sorunun kendisidir. Bu gerçeğin üzerinden atlayan her girişim hüsrana uğramaya mahkumdur.
Tekelci burjuva düzen için asıl olan her zaman savaştır. Kimi “esnemeler”, kimi manevralar, ancak egemenliğin gereği olarak ortaya çıkar ve özünde zaman kazanma, tehditlere karşı konumunu sağlamlaştırma amacıyla olur. Eğer tekelci sermayenin “bu adımlarının tutmayacağı”ndan bahseden biri varsa (ki tutmama olasılığı çok yüksektir) o zaman, savaşın bir olasılık olmadığını, bir gerçeklik olduğunu, kapitalist sınıfın iktidarda kalmak için her şeyi yapabilecek potansiyelde olduğunu da işçi sınıfı ve emekçilere söylemelidir. Ama bu da yetmez, işçi sınıfı ve emekçilerin alması gereken önlemleri de söylemelidir. Aksi takdirde yani yalnızca “savaşın bir gerçeklik olduğunu söylemekle yetinilirse, oluşturulmaya çalışılan korku ortamının oluşmasında burjuva sınıfın değirmenine su taşınmış olacaktır.
İnsanlar artık tek bir şey istiyor, bu pespaye sistemden kurtulmayı sağlayacak bir değişim. Ama sanılmamalı ki, çokça lanse edildiği gibi “bu insanlar bilinçsiz ve kapitalizmin sınırları içinde bir değişim, onların istediği”. Hayır öyle değil. İnsanların taleplerine bakıldığında, çoğu zaman kapitalizmin sınırlarını aşan türden değişimlere gözlerini diktiğini görmek mümkün. Belki görüp de “Eh bu ‘kendiliğinden’ bir durum diye burun kıvrılırsa da, denilecek tek şey, bunu diyenlerin kendi “bilinçli” taleplerinin “kendiliğinden” diye küçümsedikleri sıradan insanların taleplerinin yanından bile geçemeyeceğidir. Kitlelerden öğrenmek isteyene kapılar açık. Hem ne diyor Lenin? “Kendiliğindenlik var, kendiliğindenlik var.” Uzun iç savaş okulundan geçmiş Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı ve emekçi halklarının talepleri, kapitalizmin sınırlarını aşacak nitelikte.
Bu gerçeği bilmek demek, onu kabul etmek gerektiği ve ona göre konum almak gerektiği anlamına gelir ki, Marksizm de bunu gerektirir.
İnsan hakları, düşünce özgürlüğü, fırsat eşitliği, ücretsiz eğitim, sağlık, ulaşım vb tüm kısmi demokratik talepler tam, kesin ve kalıcı biçimde ancak devrim ve devrimci iktidarın çözebileceği sorunlardır. Devrim ise bugün her zamankinden günceldir. Evet, alınması gereken çok yol var ama vakit de hiç olmadığı kadar önemli. Bu yüzden eksikliklere, noksanlıklara, yetmezliklere takılmadan devrime hazırlanmak, her güne bu perspektifle başlamak sonuca götürecektir.
Eğer bundan bir kaç yıl sonra tekrar aynı sorunlarla uğraşmak, boğuşmak istemiyorsak ve geleceğe güvenle bakmak istiyorsak, işçilerin ve emekçilerin sırtından asalakça geçinen “ülkedeki yabancı” konumundaki burjuva sınıftan kurtulmak ve faşizmden, kapitalizmden “epistemolojik bir kopuş” gerçekleştirmek zorundayız. Bunun için işçi sınıfı ve emekçi halklar, tekelci kapitalist sınıfın her sendelemesini, her moral bozukluğunu kendi çıkarına çevirecek şekilde uygun anı kollamalıdır.