İşçi sınıfının, kadınların, gençlerin, emekçilerin, Kürt halkının, Alevilerin eylemlerinin her geçen gün büyüdüğü, sermaye sınıfının ise ekonomik ve politik krizinin giderek derinleştiği koşullarda 2023 yılına girdik.
2022’yi ardımızda bırakırken milyonlarca insanın faşizme ve sermaye egemenliğine karşı tutum aldığı, çelişkilerin üst üste biriktiği, sermayenin yönetememe krizinin büyüdüğü ve yüzlerce eylemin gerçekleştiği bir dönemden geçtik.
Emekçi halkların geçinemiyoruz çığlıklarının yükseldiği bugünlerde, tüm toplumsal kesimlerin sömürüye dayalı bu düzene karşı huzursuzluğu, öfkesi had safhada. Açlık isyanlarının kapıda olduğu, geçinememe derdinin, barınamama sorununun, ulaşım zamlarının, geleceksizliğin, toplumsal çöküntünün derinleştiği bir süreçte, bir avuç patronun temsilcisi bize her şey güzel olacak masalını anlatıyor. Ama sokağın kendisi bize başka bir şey anlatıyor!
İşçi sınıfı; kendisine dayatılan sefaleti kabul etmeyip, grevlere, eylemlere, direnişlere çıkıyor.
Bekaert, Schneider, Karton-San, LC Waikiki, Polyak Madencilik... Adını anabildiğimiz yakın zamanda gerçekleşen veya devam eden yüzlerce işçi eyleminden sadece birkaçı. İşçi sınıfı patronların sefalet düzenine karşı, kendisine dayatılan ücretli kölelik düzenine karşı isyankar bir ruh haline girmiş durumda!
Kadınlar; sömürüye, yok sayılmaya, tacize-tecavüze, şiddete karşı yani yaşamak için, özgürlükleri için sokaklarda, meydanlarda eylemde. 8 Martlar, 25 Kasımlar devletle devrimci kadın kitleleri arasında dişe diş bir savaşa dönüşüyor. Kadınlara yönelik her saldırının cevabı sokakta veriliyor.
Gençler; geleceksizliğe, işsizliğe, kayyum rektörlere, paralı eğitim sistemine, güvencesizliğe karşı ve en önemlisi de hayatlarının baharında ölmemek için atölyelerde, liselerde, üniversitelerde, fabrikalarda, sokaklarda “Bu gelecek bizim” diyerek mücadele ediyor.
Kürt halkının kendi kaderini tayin etmek için yürüttüğü mücadele askeri işgallerle, saldırılarla, ablukalarla boğulmak isteniyor. Buna karşı on yıllardır işgal ve ilhak altındaki bütün topraklarında savaşı yükselten ve Rojava devrimiyle birlikte göğü fethe çıkan Kürt halkı, özgürlük savaşımını siper yoldaşlarıyla sokak sokak, meydan meydan, cephe cephe büyütüyor.
Yaşadığımız topraklarda bunlar olurken, 3. Dünya Savaşı’nın derinleşerek yeni cephelere yayıldığı ve insanlığın geleceğini tehdit eden nükleer savaşa yaklaştığımız bir sürecin de içindeyiz. İklim krizi, ekolojik tahribatın büyümesiyle karşımıza tek bir soru çıkıyor! Emekçi insanlık ya bu gidişata dur diyecek ya da yok oluşa sessizce tanık olacak!
Yaşadığımız toprakların ve yaşlı dünyamızın sorunları içinden çıkılmaz bir keşmekeş gibi görünüyor. Ancak tarihin hiçbir döneminde ezilenler yok oluşunu sessizlikle kabul etmedi, bugün de etmiyor! Türk tekelci sermayesinin ve faşist devletin tüm bu cenderesine, politik çevirme hareket
ne rağmen sokaklar alev topuna dönmeyi bekliyor! Tam da böylesi bir süreçte toplumun büyüyen huzursuzluğunu, öfkesini kutsal ineğe; seçime-sandığa kanalize etmek istiyorlar. Halkların yaşadıkları acının, sefaletin, açlığın tek çözümü seçimdir, sandıktır sözleriyle emekçileri aldatmaya çalışıyorlar. Bir tarafta dinci-faşizmin kendisi olan Cumhur ittifakı, diğer tarafta bu düzenin ve devletin temsilcileri olan, sermayenin değirmenine su taşıyan altılı masa yani Millet İttifakı, bir de düzenin açığını, söküğünü dikmeye, yamamaya çalışan sosyal reformistler...
Bizlere sunulan seçenekler çokmuş gibi görünse de hiçbiri sorunlarımızı çözmeyecek, acılarımızı, Kürt halkına karşı tırmandırılan savaşı, geleceksizliğimizi, yarınımızın olmayışını ancak biz değiştirebiliriz! Çünkü adları ne olursa olsun hepsi aynı şeyi söylüyor, aynı çürümüş düzeni işaret ediyor! Ama çaresiz ve çıkışsız değiliz!
Fabrikalarda, madenlerde, tersanelerde, plazalarda yani hayatın her yerinde her şeyi üreten, her şeyi yapıp hiçbir şeyi olmayanlar olarak bu düzeni değiştirebiliriz! Biz işçileri, emekçileri, gençleri, kadınları, yoksul Kürt halkını temsil etmeyen, seçilmişleri zindanlara atan, öncülerimize işkenceler yapan, acılarımızı katmerleyen, yoksulluğumuzu derinleştiren faşizmi ve sermaye egemenliğini yıkabiliriz, yıkacağız!
Çözümümüz hepsinden kurtulmak, hepsini gönderip, kendi temsilcilerimizi seçebildiğimiz, fabrikaların, tarlaların, bankaların, bütün siyasi iktidarın işçi ve emekçilerde olduğu halkın devrimci iktidarıdır!
Bu gidişata dur diyebiliriz! Bunun için ihtiyaç duyduğumuz cesaret, girişkenlik, tarihsel birikim, yaratıcılık ve cüret bizlerde mevcut. Kendi kollarımızın gücüne, işçi sınıfının, emekçi halkların girişkenliğine ve örgütlülüğüne güvenmeliyiz, tıpkı Gezi’de, 6-8 Ekim’de olduğu gibi! Bu yüzden bir kez daha haykırıyoruz, şimdi komitelerde, konseylerde, devrimci organlarda bir araya gelmenin, hepsini gönderip kendimizin iktidarını kurma zamanıdır!
Şimdi Devrim Zamanıdır!