Türkiye tekelci sermayesi, kendi egemenliğini ve sınıf çıkarlarını sürekli tehdit altında gördü. Sınıf iktidarını ve çıkarlarını korumak için, siyasi iktidarın, devletin tüm gücünü harekete geçirerek, emekçi sınıfa karşı kararlı sınıf savaşı yürütüyor.

Kendisine yönelik tehlikenin güncel ve somut olması karşısında, düzenin kaptan köşkünde oturanların yaptığı şey, baskının şiddetini artırmak ve saldırılarını iğrenç düzeye vardırmak oldu. Egemen sınıf, yönetemez durumdan çıkmak için ne kadar daha çok güce başvurduysa da, gelişmeyi tersine çevirmedi. Emekçi sınıf, en az sömürücü sınıf kadar kararlı bir sınıf savaşı sürdürüyor. Ve sonuç alana kadar bütün kararlılığıyla devam ettirecektir. Kapitalist sınıf tüm gücünü ortaya koydu, fakat eskisi kadar güçlü durumda değil.

Sermaye sınıfının, emekçi sömürülenlere karşı yürüttüğü kararlı sınıf savaşı, yalnızca hükümetle sınırlı değildir. Sadece son çeyrek yüzyılda hükümet güçleri ve muhalefet bir çok kez yer değiştirdi. Ama emekçi sınıf açısından bir şey değişmedi. İktidarı ve muhalefetiyle bütün düzen güçleri, faşizme ve sermayeye karşı başkaldıran, savaşan emekçi halklara karşı tek bir güç olarak davranmıştır. Niçin? Çünkü, hepsinin, sömürü düzenini devam ettirmekte çıkarı vardır. Emekçi kitlelerin çıkarı, egemen olanın devrilmesini gerektirir. Ezilen ve sömürülenler, sermayenin bir gücüne karşı, diğerinin yedeği durumuna düşmemeli. Bu duruma düşmemek için, kendi iktidarı, kendi amacı için savaşmalıdır.

Sömürücülerin, ezilen ve sömürülen insanların başkaldırısını ezmek, onlara yeniden başeğdirmek için güce daha fazla başvurması hedefine ulaşmadı ve ulaşmayacaktır. Daha fazla güç kullanılması, her yerde başkaldıran, savaşan, isteklerini gerçekleştirmekte ısrarcı olan kitlelere geri adım attıramadı. Şiddete başvurma, daha fazla şiddet durumu değiştirmedi. Eylemler, yenilerine yol açtı. Egemen sınıf, halk eylemlerini her bastırma girişiminden sonra, daha öfkeli ve kararlı bir kitle gücünü karşısında buldu. Kapitalist sınıfın isyancılara karşı sürekli daha etkin devlet şiddetini devreye sokmasından sonra, isyancılar eylemlerine devam ediyorlarsa, yönetenlerin şiddeti kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğrar.

Yıllarca belirttik, yineliyoruz. Kendi tarihini, bilinçli ve örgütlü olarak kendisi yapmada etkileyici bir kararlılık sergileyen, gerici burjuva şiddete ne kadar başvurulursa başvurulsun, savaşmaya devam eden kitleler karşısında, şiddet şiddetini yitirir. Savaşan halklar karşısında burjuva şiddet, caydırıcı olmaktan çıkmıştır. Kimseye baş eğdiremiyor, kendi etki gücünü tüketmiştir. Bu durumun doğması burjuvaziyi krizden krize sürüklemiştir.

Gezi Ayaklanmasında siyasi iktidarın devlet gücünü etkin biçimde harekete geçirmesi, siyasi zora yoğun olarak başvurması, ayaklanmanın haftalarca, hatta aylarca sürmesine engel olamadı. Gezi sonrası, siyasi iktidarın bastırma ve ezme gücünü sürekli ve sistematik biçimde kullanması, Gezi’den bir sene sonra, 6-8 Ekim Ayaklanmasının patlak vermesini önleyemedi. Ve sonrasında, aynı düzeyde olmasa da, sayısız eylem gerçekleşti. Burjuvazi, şiddete ne kadar başvurursa başvursun, yenilgisi kaçınılmazdır.

Yüzyıllardır uygulanan ve çok daha ağırlaşan ulusal baskı 6-8 Ekim Ayaklanmasını, bugüne kadar yıllardır süren savaşı, genel başkaldırıyı önleyebildi mi? Kürdistan, ezilen halka uygulanan egemen ulus şiddetinin nasıl etkisini yitirdiğinin ikna edici bir örneği. Başka canlı bir örnek, Filistin’dir. Filistin halkı, on yıllarca, İsrail’in şiddetine uğradı. Ama bu haksız şiddet, hiçbir işe yaramadı. Filistin halkı, haklı savaşını en ağır koşullarda sürdürdü.

6 Ekim’den bu yana İsrail, Filistin’e, Gazze’ye binlerce ton bomba attı. Şehirler yıkıldı, binlerce insan katledildi. İsrail büyük bir kötülük gücüdür, bir yok etme gücüdür, fakat Filistin halkına boyun eğdiremiyor. Gerici şiddet, savaşan bir halk karşısında ne kadar da etkisiz kalıyor. Haklı davası için savaşan bir halkı yenemezsiniz.

Emekçi halk kitlelerinin bağımsız siyasi mücadeleye yeni atıldığı bir süreçte, yönetenler, daha az bir şiddetle halka gözdağı verebilir, bulunduğu noktadan daha geri bir noktaya itebilir. Fakat kapitalizme karşı savaşımın kitlelerin arasında bir alışkanlık haline geldiği koşullarda baskının şiddetini artırması sonucu vermez. Geçen yüzyılın sınıf mücadeleleri tarihi, sonu sonuna, burjuva siyasi şiddetin ne kadar etkisiz kaldığını gösterdi. Alman faşizminin kırklı yıllarda Doğu Avrupa’yı işgal etmesi ve halklara uyguladığı faşist barbarlık, sonunda, halkların kurtuluşuyla sonuçlandı. Çin’de, Kore’de, Laos’ta halklara karşı uygulanan şiddet, şiddeti uygulayanların yok olmasıyla neticelendi. Küba’da, Batista diktatörlüğü, Nikaragua’da Somoza diktası ve yakın zamanda kıtadaki diğer burjuva diktatörlüklerin uyguladığı şiddet, devrimlerin zafere ulaşmasını durduramadı. ABD emperyalizminin yok etme gücü, Vietnam’ın cesur halkını zaferden alıkoyabildi mi? Tarihin ileriye doğru olan akışına karşı uygulanan güç, zor, şiddet tam da bu nedenle kaçınılmaz olarak yenilgiye uğrar.

İşçi sınıfının ve emekçi halk kitlelerinin eylemlerini bastırmak ve ezmek için, büyük bir devlet gücüne sahip olmanın hesap edilmeyen sonuçlarından biri, yoksul halkın ayaklanmalarını bastırmak ve yoketmek için, büyük bir devlet gücünü beslemek zorunda kalmaktır. Büyük bir devlet gücüne sahip olmak bu alana büyük bir finansal güç ayırmak demektir. Derin bir ekonomik ve mali kriz içinde olan ülkelerde, bu ciddi bir sorundur. Döngü şuradadır; yönetenler, halk isyanlarını bastırmak için, devleti sürekli güçlendirmek, bu alana büyük bir parasal harcama yapmak zorundadır. Fakat, her türlü devlet harcamalarını asıl karşılayanlar, yoksul halk kitleleridir. Bu, halkın daha da yoksullaşmasını getirir. Yoksullaşan kitleler, sisteme ve devlete karşı daha büyük ayaklanmalara girişirler. Bu böyle devam eder, gider.

Gücü elinde tutanlar, güce daha kapsamlı olarak başvursa da, ezilen insanları, kapitalist toplumun dar sınıf yapısı içinde tutmayı sağlayamaz. İnsanları eski topluma sığdıramadığı için, daha fazla güce ve şiddete başvuruyor. Oysa gelinen nokta, emekçi insanlığın, yönetenlerin, kendilerine uygun gördüğü yaşam tarzını köklü olarak değiştirmek için, eylemden eyleme koşmasıdır. Ezilen insanların, yaşam tarzında köklü bir değişim istemesi ve bu hedefle savaşa atılması, tüm kapitalist sistemi kapsıyor. Yaşam tarzında köklü bir değişim, insanla insanın ilişkilerini ve insanla doğa ilişkisini içeriyor. İnsanların yaşam tarzında köklü değişim, yaşamı kazanma tarzında köklü değişikliği gerektiriyor. Bu, kapitalist üretim biçiminin yerini daha ileri bir üretim biçiminin alması demektir.

Ezilenlerin, en ağır politik saldırı altında, kendilerini ezen toplumsal sisteme karşı cesurca savaşması, “ağır adımlarla ilerlemek isteyenleri” her zaman şaşırtmıştır. Onlar, ezilenlerin mücadeleyi ayaklanmaya, devrime çevirmeleri karşısındaysa daha büyük bir şaşkınlık yaşamışlardır. Sadece son otuz yılda ortaya konan eylemler ve ayaklanmalar, kesinlikle hayranlık uyandırıcıdır. Yeryüzünün her yerinde, yeni bir yaşam için yapılan büyük eylemler, tarihin daha önce kaydetmediği milyonlarca insanın kahramanlık örnekleridir. Devrimci bakış açısına sahip olmayanların bunu anlaması beklenemez. Halbuki, sömürü ve tahakküm sistemine karşı yürütülen uzun ve çok yönlü mücadeleden geçen devrimci bir özne var. Onlar ne nesnel toplumsal koşullarda devrim lehine olan değişimi, ne de savaşan kitlelerdeki değişimi anlayabildiler. Halbuki, devrimin nesnel ve öznel koşullarının bir araya geldiği bu aşamada, devrimci patlamalar ayrıksın değil, genel bir durumdur. Emekçi kitlelerin politik görevleri saptanırken, değişen durum, güncel gelişmeler baz alınmalıdır.

Yaşam tarzında temelde bir değişiklik, bunun toplumsal koşulları oluşmuşsa, insan iradesine bağlıdır. Koşulları tamamen değiştirecek eylemleri koyma iradesi gösterilmelidir. Köklü değişim için nesnel koşullar oluşmadan, tek başına irade durumu değiştirmez. Fakat devrimci iradeye dayanan eylemler konmadan, koşulları ne kadar uygun olursa olsun, var olan durum köklü olarak değişmez. Değişim, kendiliğinden gerçekleşmez. Gerçekleşmiş olan proletaryanın toplumsal devrimci insan iradesinin rolünün ne olduğunu ortaya koyuyor. Devrimci sınıfın iradeye bağlı cesur eylemleri, sonuç alıcı olmuştur.

İşçi sınıfı ve işçilerin devrimci partisi, toplumsal devrimi gerçekleştirme iradesini bugünden ortaya koyar. Ezilen insanlar, iradesini bugünden ortaya koymadan, devrim nasıl gerçekleşir. Devrim, başlangıçta bir avuç insanın, öncülerin iradesinden ibarettir. Türkiye ve Kürdistan’da, bugün devrim milyonların iradesidir. Bu, devrimin başarılması için nasıl ileri bir noktada olduğumuzu anlatıyor. Ezilen ve sömürülen sınıftan milyonlarca insan, en ağır baskı ve saldırı altında eyleme geçme ve devrimci durumu sürdürme iradesini ortaya koymuştur. Devrimi başarmak için biz daha ileri gitmeliyiz ve gideceğiz. Uluslararası sermayenin en şiddetli, saldırıları ve baskıları altında, devrimci kavgayı ara vermeden sürdürdük, daha ileri gideceğimizi kanıtladık.

Burjuvazi doksanlarda, sosyalist ülkelerde kapitalizm yanlıları iktidarı ele geçirince, emekçi sınıfın sınıf örgütlerine, sınıf mevzilerine, on yıllarca verilen mücadeleyle elde ettiği toplumsal kazanımlarına karşı topyekun bir saldırıya geçti. Her ülkede sermaye sınıfı, içeride aynı şeyi yaptı. Türkiye ve Kürdistan proletaryası ve emekçi halklarına karşı şiddetli bir saldırı başlatıldı. Kapitalist sınıf emekçilere, tüm ezilenlere karşı bütünlüklü bir saldırıyı başlatırken ya da daha iyi bir ifadeyle, var olan saldırılarını yoğunlaştırırken, hiçbir engelle, isyanla karşılaşmayacağını, tamamen serbest davranacağını düşünüyordu, öyle olmasını istiyordu ve güç kullanarak öyle olmasını sağlamaya çalıştı. Yönetenler, sömürüyü yoğunlaştırırken, tamamen serbest olmak istedi. Fakat öyle olmadı. Doksanlı yılların başında emekçi kitleler ve kapitalizmin ezdiği tüm kitleler her yerde artan baskılara ve saldırılara karşı ayaklandı. Ayaklanma, küresel özellik halini aldı. Emekçi halk eylemlerinin amacı sadece emeği korumaya ve iyileştirmeye yönelik değildi. Amaç emeğin kurtuluşudur. Bu süreçte, sınıf savaşı küresel iç savaş biçimini kazandı.

Aynı süreçte, Türkiye tekelci sermayesi, siyasi iktidar, faşist devlet emeğe, tüm ezilenlere karşı saldırılarını yeni bir düzeye çıkardı. Ancak, istediği gibi serbest davranamadı. Faşizme ve sermayeye karşı kitle eylemleri hiç durmadı. Türkiye’de toplumsal kurtuluş kavgası, Kürdistan’da ulusal ve sınıfsal (toplumsal) kurtuluş mücadelesi daha ileriye gitti. Türkiye ve Kürdistan birleşik devrim mücadelesi bir bütün olarak gelişme gösterdi. Doksanlardaki yoğun-devrimci mücadele, sonraki sürecin temellerini döşedi.

Devrimci kitleler, devrimci komünist güçler, her koşulda, en şiddetli saldırılar altında, eylemleriyle, devrimi büyütmek için kesin bir irade koydu. Devrimci irade ateş hattından geçerken ne kadar sağlam olduğunu tekrar tekrar kanıtladı. Devrimci güçlerin olduğu bir yerde devrimin milyonların iradesi haline geldiği şartlarda, yönetenler gerçek anlamda istediğini yapmakta serbest değildir. Siyasi iktidar gerici saldırılarını her alanda artırdı. Fakat saldırıların sonuçsuz kalacağı apaçıktır. Büyük kitlelerin savaştığı, bütün gücünü, enerjisini, iradesini ortaya koyduğu bir yerde, sonuçsuz kalacağı kesindir. Biz ise, devrimi büyütüyor ve yeni yarınlara büyük bir azimle ilerliyoruz. Bu, sonu zafer olan devrim yürüyüşüdür.

C.Dağlı