Geniş bir araziye dağılmış ağaçlarla, orman arasında nitelik farkı var. Ormanda iç bütünlük var. Burada nicelikle (ağaçlar), nitelik (orman) arasındaki fark apaçıktır.

Toplum, bireylerin toplamından oluşmaz, gerçekten, bireylerin karşılıklı bağlarından, ilişkilerinden oluşur.

İşçi sınıfı partisi, üyelerin toplamı değildir. Parti, parti örgütlerinin organik ilişkisidir. Parti örgütleri arasında organik bir ilişki vardır.

Olgular arasında nesnel ilişkiyi kavramalıyız.

İnsanlar arasında nesnel bir ilişki var. Bazıları bu ilişkiyi duyunca olaylar ve insanlar arasındaki nesnel ilişki ve bağı yüzeysel göstermelik, içeriksiz olarak ele alıyor. Derinlikli kavrayış konamıyor.

Fikir olguları aktarmak değildir; olgular arasındaki nesnel bağı ve ilişkiyi kavramak ve açıklamaktır. Teori, olguların genel anlamını ortaya koymaktır.

Birçoğumuz, kapitalizmin, insanlığı çöküşe ya da başka çarpıcı bir anlatımla yok oluşa götürdüğünü olgularla söylüyor. Ama bunu olgular düzeyinde yapıyor. Olguların genel anlamını veremiyor, yani bunun kapitalist toplumla bilinçli bağını açıklayamıyor. Bu köhnemiş toplumsal yapı varlığını sürdürdüğü müddetçe, insanlık ve tüm yaşam daha büyük bir yıkıma uğrayacak, yok oluş hızlanacaktır. Bizler, bu yıkımın sonuçlarını günlük yaşamımızda her gün yeniden ve yeniden yaşayacağız.

Olgular arasında olan nesnel bağı ve ilişkiyi göremez ve bunun temelindeki toplumun değişme zorunluluğunu kavrayamazsak; bunun kapitalizmle bağını kuramaz ve tüm bu olguları bir bütünlük içinde göremezsek, eski sisteme karşı bütünlüklü bir strateji geliştiremeyiz.

Bütünlüklü bir strateji geliştirmek yeterli değildir. Aynı zamanda ivedi bir strateji olmalı. Daha doğrusu bütünlüklü, yani kapsayıcı devrimci bir strateji, sınıf mücadelesinin güncel gereksinimlerini karşılamalıdır. Yaptığımız durum analizi, güncel devrimci stratejinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Tekelci sermayenin ve siyasi iktidarın sömürü ve baskıyı, tahakkümü uçlaştırdığını söylüyoruz. Bu, tamamen sermayenin büyümesiyle doğrudan bağlantılıdır. Sermayenin büyümesi daha çok barbarlığı doğurur. Kapitalist barbarlık ya da vahşet ve dehşet. İşte burjuva toplumun insanlığa uygun gördüğü budur. İyileştirilmiş bir anlatımla özel mülkiyetin topluma şimdiye kadar uyguladığı despotizmde, barbarlıkta sınır tanımadığını ortaya koyuyor.

Bu tespiti yapmadan, insanları devrime, iktidara hazırlayamayız. Sosyalizme geçişin somut olduğunu kavratamayız. Kapitalizmin ilerleyişinin daha çok barbarlık doğurması, burjuva siyasetin, düzen güçlerinin, sınırlarını belirliyor. Buradan şu net sonuç çıkar; burjuva dehşet ve despotizmi, burjuva toplumun kendisinin ortadan kaldırılmasıyla son bulabilir. Gelinen tarihsel aşamada temel devrimci hedefini esas alan devrimci bir stratejisiyi hayata geçirmek günceldir ve temel önemdedir.

Bu topraklarda burjuva dönemin en büyük ekonomik ve sosyal yıkımı yaşanıyor. Emekçi kitleler, bu düzenin baskısı altında daha çok eziliyor. Yine yüzyılın en yıkıcı, öldürücü sefaleti insanların günlük yaşamına egemen oldu. Bu şartlarda, daha çok zorbalığa başvurması, faşist devlet terörünü yoğunlaştırması, halk kitlelerinin daha sık başkaldırmasından başka bir sonuca yol açmaz ve yol açmıyor da. Her yerde büyük bir başkaldırı dalgası yükseliyor.

Emek-sermaye çelişki ve çatışması yeni bir durum değil. Yeni olan bunun en ileri noktaya varmasıdır. Fakat şimdiye kadar, statükocu sosyalistler, başkaldırıya varan çatışmaların, bir bütün olarak sınıf savaşının temelindeki uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin gerçek anlamda bilimsel tahlilini yapmadılar. Bilimsel tahlil yerine kendi statükocu bakışını koydular. Oysa gerçeklik ne ise odur. Ama onlar, gerçekliği kendi durumlarına göre büktüler. Yani gerçekte keskin olan çelişkilerin keskinliğini törpülediler. Böylece, statükocuların gerçekliği yorumlayışıyla toplumsal gerçekliğin kendisi arasında bir paradoks doğdu. Gerçek koşulları yansıtmadığı ve aydınlatmadığı için, onların somut durum üzerine yaptıkları politik yorumlarının ciddiye alınacak bir yönü kalmadı.

Böylece devrim yönünde atılması gereken adımlar atılmadı. Bu yönde yapılması gereken ciddi hazırlıklardan uzak duruldu. Bunun yerine, kitleler günlük mücadelenin şişirilmiş sonuçlarıyla oyalandı. Düşman sınıfa en kritik anda kendini toparlama olanağı verildi. Sosyal reformistler ve onların en yakın takipçileri dün olduğu gibi bugün de aynı siyasi çizgide yürüyorlar.

Statükoculuk yalnızca bizde ortaya çıkan bir durum değildir. Statükocu bakış, tüm kapitalist ülkelerde sosyal reformizmin ve oportünizmin egemen bakışıdır. Ve her yerde devrimci dünya proletaryası statükocu anlayışla hesaplaşarak daha ileri gitmiştir. Bu mücadelede, sınıf bilinçli işçilerin en etkin silahı, kendi devrimci sınıf partisi öncülüğünde, sınıf mücadelesini sonuna kadar götürme kararlılığı göstermektir.

İşçilerin sınıf mücadelesi tarihi, burjuvaziye karşı amansız mücadeleler tarihidir. Bu mücadelenin en ön sıralarında her zaman komünistler yer almıştır. Mücadele, ideolojik-politik, pratik, sanat, estetik, edebiyat ve bütün alanlarda sürdü. Tarihte eski toplumdan bir üst topluma geçiş, zorlu, sancılı olmuştur, mücadele amansızdır. Fakat bugüne kadar bir özel mülkiyet toplumunun yerine başka bir özel mülkiyet toplumu geçti. Tarihte ilk kez, özel mülkiyetin ve sınıfların olmadığı bir topluma, komünist topluma geçiliyor. Bu uğurda bir mücadele, tarihte görülmedik ölçüde amansız olur. Dolaysıyla, bu amaçla yapılan devrimci savaşın tarihte bir benzeri yoktur. Ve olamaz da. Paris Komünü’ne bakın, 1917 Ekim Devrimine, 40’lı yılların toplumsal devrimlerine, Küba Devrimi ve sayısız halk ayaklanmaları, 20. Yüzyılı baştan sona kaplar. İçinde bulunduğumuz yeni bir toplumsal devrimler çağı. Küresel iç savaş, proleter sınıfın sınıf savaşının nasıl amansız bir savaş olduğunu göreceksiniz. Bu tarih öncesiyle savaştır.

Amansız sınıf mücadelesine öncülük eden devrimci işçiler ve devrimci işçiler partisi, üstlendiği tarihsel görevin gereği olarak, her zaman canlı, dinamik, devrimci enerjiye dayanan, proleter ateşlilik içinde olmalıdır. İşçi sınıfı partisi, sadece kendi dinamizmine dayanmamalıdır. İşçilerin, emekçi halk kitlelerin, ezilen halkların devrimci dinamizmine dayanmalıdır. Partiyi asıl canlı, dinamik tutan, işçi sınıfının kurtuluşudur. Bununla birlikte, bir partinin amacı net ve kesin çizgileriyle ortaya koyması yeterli değildir. Kendi konumunun da buna uygun olması gerekiyor. Açıkça ilan ettiği amacı yönünde sürekli ısrarlı bir çaba içinde olması gerekir. Amacı yönünde ısrarda en küçük bir yalpalama, partiyi durgunluğa ve etkisizliğe götürür. İşçi sınıfı partisi, proleter sınıfın iktidar koşullarında sosyalizmde de toplumu dönüştürme amacına ulaşmak için durgunluğa düşmeden canlılığını ve dinamik yapısını korumalıdır. Toplumu yalnızca kendi deneyimlerinin birikimiyle eğitmekle kalmamalı. Dünyada yeni bir toplum uğruna savaşan halkların deneyimleriyle eğitmelidir. Onların yarattığı mücadeleci, canlı, dinamik anlayışı da kitlelere mal etmelidir. Emekçi kitleleri hiçbir zaman yalnızca kendi sınıf savaşımı tecrübeleriyle eğitmedik. Devrim eğitimi, dünya proletaryasının zengin tecrübelerini içerir.

Sınıf savaşında proletaryanın sınıf dayanışması, çalışanlar sınıfının düşman sınıfa karşı bir mücadele yöntemidir. İşçilerin gerek günlük taleplerinin elde edilmesinde gerekse kurtuluş yolunda sık sık başvurulan bir yöntemdir. Ücretli emekçilerin örgütlü olması, sınıf dayanışmasını gereksizleştirmez; daha güçlü duruma getirir. Sınıf dayanışması her zaman netice getirmese de sınıfın kendi arasında kaynaşmasını, birleşmesini ve yeni bir ilişki biçimi yaratır. Böylece, işçilerin işkolu, mesleklere göre örgütlenmesinden ileri gelen meslek darlığını bozar. Sınıf dayanışması, işçilerin bir sınıf olarak hareket etmesini getirir. Dayanışma yelpazesi gitgide genişler, işçi ile işçi olmayan emekçilerin aynı ve ortak düşmana karşı birleşik mücadelesine dönüşür. İşçiler, köylülerin anti-kapitalist mücadelesini destekleyerek, halkın öncüsü olduğunu pratikte savunurken köylüler de işçilerin yanında yer alarak kapitalizmin baskı ve sömürüsünden nasıl kurtulacağını kavramış olur. Devrimci dayanışma ve ortak davranma emekçilerin arasında yerleşmiştir. Dayanışma, burjuvaziye karşı mücadelede emekçilerin etkin bir silahıdır.

Proletaryanın sınıf mücadele tarihinden öğrenmemiz gereken bir şey daha var. Burjuvazi başkaldıran işçi sınıfını yenmek, ayaklanmayı şehirlere hapsetmek için, kent işçilerini, kır emekçilerinden, köylülerden yalıtmıştır. Yalıtma politikası bazı durumlarda buna başvuranın lehine sonuçlar yaratmıştır. Burjuvazi, bu politikasını, koşulların elverişli olduğu her yerde yine uygulayacaktır. Fakat artık farklı bir durum var. Kent proletaryasıyla, kır proletaryası ve emekçi köylülük arasında bir yakınlaşma ve birlikte davranma süreci yaşanıyor. Bunda komünistlerin ve öteki devrimcilerin; kırsal kesimde yıllarca süren çalışmasının tartışmasız bir rolü var. Yine bunda Kürt hareketinin köylüleri örgütlemesi ve halk hareketinin bir parçası haline getirmesi yönündeki çabaları da etkili oldu. Bu topraklarda yarım yüzyıldan fazladır süren devrimci mücadele elle tutulur sonuç verdi. Gezi’de ve 6-8 Ekim’de ve sayısız eylemde görüldü ki, burjuvazi, siyasi iktidar, devlet, başkaldıran işçileri, halktan soyutlayamıyor. Bu durum, devrimi başarıya ulaştırmasının önemli bir koşuludur.

Türkiye ve Kürdistan’da dar kitle eylemlerinden genel halk ayaklanmasına varana dek, eylem ve eylemin üst biçimleri gerçekleştirildi. Mücadele deneyimleri yönünde zengin bir birikim oluştu. Daha önceleri genel ayaklanma düzeyinde tarihsel bir olay yaşanmadığı için, bunun nasıl olacağı tam bilinmiyordu. Fakat Gezi ve 6-8 Ekim’den sonra ayaklanma devrim tecrübesini çok ileri taşıdı. Gerçekleşmeyen yalnızca devrimin kendisidir. Ama tüm eylemler ve başkaldırılar dizisi devrimi oluşturuyor. İşçi sınıfı, ayaklanma becerisine sahip olmadan halk demokrasisini gerçekleştirip, sosyalizme geçemez. Ama Türkiye ve Kürdistan proletaryası ve halk kitleleri artık bu tecrübeye sahiptir.

Proletaryanın devrimci sınıf partisi, dünyayı devrimci yoldan dönüştürmenin etkin bir öznesidir. Fakat sınıf partisi her zaman devrime öncülük edecek konumda değildir. Yani özne her zaman özne değildir. Parti, bir dizi mücadeleden; deyim yerindeyse sınıf mücadelesinin ateş çemberinden geçerek, devrime öncülük edecek duruma gelir. Eylemden geçmeden tarihin karşımıza çıkaracağı yeni mücadele biçimlerini karşılayacak bir yetenek göstermeden gerçek devrimci özne konumuna gelemez. Bir program, günün şartlarına göre politika oluşturma ve ara-sıra kitle etkinliği yapmak, partiyi öncü konuma getirmez. 20. Yüzyıl toplumsal devrimlerine öncülük eden komünist partiler, işçi partileri farklı biçimlerle de olsa bu süreçten geçtiler. Teorik ve politik yetkinliğin yanında en amansız mücadeleye tutuşmadan, riskli eylemlerden geçmeden işçi sınıfı partisi, gerçek devrimci parti niteliği kazanmaz.

Bütünlüklü devrimci mücadele becerisi gösterebilen devrimci sınıf partisi işçi sınıfının kurtuluşunu gerçekleştirecek bir konuma gelir.

C. Dağlı