< DEVRİME KADAR GÖTÜRÜLEN MÜCADELE

İnsanların, kapitalizm hakkındaki düşünceleri köklü bir dönüşüme uğruyor. Kullanılan kavramlar, bunun çarpıcı bir ifadesidir. Bu kavramlardan seçtiğimiz bir kaçı: “kapitalizmin devrimci çöküşü”, “kapitalizmin devrimci yıkılışı” ve “devrimci hayal kırıklığı”. Kapitalist sistemin geldiği noktanın keskin anlatımı olan kavramlar, eski toplumun çöküşünün insanlarda nasıl bir bilinç sıçraması yarattığını ortaya koyuyor. Tanımlama henüz sisli olmakla birlikte bugünkü toplumsal düzenin devam edemeyeceği fikrini içeriyor.

İnsanlar bu sonucu, kapitalist meta üretiminin kendi gelişiminden çıkarıyorlar. Tarihte uzun bir yolculuğu olan meta üretimi, kapitalist toplumda en olgun, en tam ve en yetkin biçimini kazandı. Tam da bu nedenle çatlayıp, parçalandı; çözülüp dağıldı. Ama eski toplum gelecek toplumun maddi ögelerini içinde barındırdığından, özel mülkiyete dayanan toplum çökerken, sonraki topluma geçiş bir zorunluluk olarak, kendi zorunluluğunu herkese dayattı. Devrimi toplumun önüne getiren gelişmelere en kayıtsız kalanların kafasına sokan nesnel toplumsal gelişmeler ve bu temelde yükselen sınıf savaşımıdır.

Türkiye ve Kürdistan’da devrimin koşulları birçok ülkeye göre daha olgun olmasına karşın, devrimin örgütlenmesine, devrimci olmayan bir anlayışla yaklaşanlar var. Aynı anlayış, devrim deneyimlerini de devrimci olmayan anlayışla reformist bir açıdan ele alıyor. Toplumun devrimci dönüşümü üzerine net bir kavrayış olmadan, kitleler ciddi olarak hazırlanamaz.

Devrime yaklaşımları, devrimci bir bakıştan yoksun olduğu içindir ki, bu topraklarda, bugüne dek patlak veren ilerici, devrimci ayaklanmaları daha ileriye götürmediler; bununla da kalmayıp ileriye gitmek isteyenlere engel olmak istediler. Komünist işçiler, yarın da aynı durumlarla karşılaşacağını bilerek hareket etmelidir. Devrimci, tutarlı, mücadeleci işçiler, devrimci kavgayı sonuna kadar götürerek, devrimi başarma görevinin devrimci kitlelere düştüğünü, toplumun geni kesimlerine anlatmalı ve pratikte söylediklerini somutlamalıdır.

Yığınsal devrimci savaşımı yarı yolda terk eden, anlamalıdır ki, devrim, burjuva egemenliğe karşı verilen mücadelenin en aşırı noktasına kadar keskinleşmesiyle gerçekleşir. Burası çok nettir. Yalnızca, belli ödünlerle burjuva toplumda yaşamak isteyenler, bunu anlamak istemez. Orta sınıflar mülk sahibi sınıfların ideolojik etkisinde kalanlar, bağlandıkları toplumsal grupların toplumsal doğası gereği emekçi sınıfın mücadeleyi aşırı noktasına dek götürmesine karşı çıkıyorlar. Sınıf kavgasının geçmiş gelişim sürecinde ve güncel olarak gördüğümüz budur.

Varlık koşulları nedeniyle yalnızca işçi sınıfı, devrimci mücadeleyi sonuna kadar götürebilir. İşçilerin devrimci sınıf konumundan hareket eden Leninist Parti, bu mücadeleyi en aşırı noktasına kadar taşıma kararlılığını gösteriyor.

20. yüzyıl tarihi, toplumsal çatışmaların en ileri noktasına kadar keskinleşmesinin örnekleriyle doludur. Devrimler, yığınsal devrimci savaşımın en aşırı noktasında gerçekleşti. Oportünizm buna karşı çıksa da, emekçilerin zaferi bu yolla sağlandı. 21. yüzyıla giriş yapan devrimler de günlerce süren toplumsal çatışmalarla, genel ayaklanmalarla sonuç elde etti. Her ayaklanma hedefine ulaşmadı. Ancak, oraya nasıl varılacağını deneyimledi.

Hareketin en uç noktasına değin götürülmesinden söz ederken, şu noktaya da değinmek gerekiyor. Büyük amacın esinlendirdiği, bir hareket daha ileriye, son noktaya kadar gidebilir. Bu ise, proletaryanın devrimci sınıf partisinin programatik ve pratik önderliği altında hareket etmek demektir. Gerçek anlamda görüşleri olmayan ezberci, ordan-burdan kopya ettiği fikirlerle idare eden siyasi gruplar, mücadeleyi devrim aşamasına dek götüremezler.

Küçük burjuva hareketler, mücadeleyi, halk lehine iyileştirmeler yapma düzeyinde tutmayı kendi amaçları açısından yeterli görüyorlar. Bu çevreler, özelikle 90’la birlikte, toplumun tamamen dönüşeceğine ve yeni baştan kurulacağına daha fazla kuşku duyar oldular. Bu yüzden iktidara gelmektense muhalefette kalmayı, yeni bir toplumu inşa etmektense varolan toplumu reforme etmeyi, kendileri açısından uygun görüyorlar. Burjuva muhalefetle birlikte davranmaları, dahası onun yedek gücü durumuna gelmeleri hep aynı gerekçeyledir.

Bu, aynı zamanda, toplumun köklü dönüşümünü, bunu sağlayacak devrimci geleceğin sorunu olarak gören, yani devrimin güncelliğini yadsıyan herkesin kaçınılmaz olarak düşeceği bir durumdur. Dünyayı değiştirme görevini en ilerinin sorunu olarak gören, onu gelecek kuşaklara bırakanlar, zorunlu olarak, burjuva çevrelerin ardına düşer. Buradan da şu sonuç kendiliğinden çıkar: Burjuvaziyle uzlaşma sınırlarında kalmak isteyenler, toplumsal çatışmaları devrim aşamasına dek götürmezler. Dünyada her geçen gün daha çok insanın kapitalizm sonrasından, sonraki toplumdan söz ettiği bir sırada, bizde, küçük burjuva sosyalistlerin küçük çıkarlar, sınırlı amaçlar için burjuva muhalefetin peşinde gitmesi, çürümenin boyutları hakkında kesin bir fikir veriyor. Seçimlerde ve diğer zamanlar, tekelci sermaye ve devlet partisi CHP’nin yedek gücü olarak hareket eden legal ve reformist sosyalistlerin bu durumu ancak çöküntüyle ifade edilebilir.

Sınıf bilinçli işçiler, küçük-burjuva sosyalizminin, sınıf savaşımındaki uzlaşmacı konumunu hiçbir zaman gözden kaçırmamalıdır. En kritik, en belirleyici anlarda onlara göz kulak olmalıdır. Daha ileriye gitmemesi için, eylemcilerin hedefini daraltacak ve genel olarak hareketi sınırlamak isteyeceklerdir. Oysa, hareketin başarısı ve geleceği, sınıf savaşının, toplumsal mücadelenin sınırsız olarak gelişmesine bağlıdır.

Kitlelerin bilincini aydınlatıcı sorun şudur: Hangi mücadele, hareketin enerjisini sınırsızca geliştirebilir ve çatışmayı en aşırı noktasına kadar yükseltebilir? Bunun yanıtı teorik olarak verilebileceği gibi sınıf savaşı ve sosyalizm tarihi tarafından da verilebilir. Eylemler en yüksek biçimine, ayaklanma düzeyine çıkarılarak, ya da dönüştürülerek, en uç noktaya, devrim aşamasına uzandırılarak gerçekleştirilir devrim. Bu bağlamda, eylemleri en üst aşamasına, en yüksek biçimine çıkarmadan bırakmak, hareketi devrimin uzağında tutmakla aynı anlama gelir.

70’lerden bu yana, belirli sınırları aşmak istemeyenlerin şu sorusuyla hep karşılaştık: Böylesine büyük görevleri yapacak kadar ileri kitle nerede? Soru soranlar kitleleri her zaman acı çeken, gözyaşı döken bir durum içinde değerlendirdiler. Fakat, emekçi halk yığınlarını barikatlara koşan isyan eden, başkaldıran, ayaklanan, yıllarca dünyanın en uzun iç savaşını sürdüren bir militanlık içinde görmek istemediler. Geri siyasetler, on yıllardır, dünyanın en baskıcı düzenlerinden birine karşı savaşan kitleleri gördükten sonra bile bunu söyleyebiliyorlar.

Onlar, proletaryanın sınıf savaşımının ve sosyalizmin tarihine bakıyorlar, orada, emekçi kitlelerin tarihin itici gücü olduğunu görmüyorlar. Onlar 50 yıldır yoğun devrimci mücadelenin verildiği bu topraklara bakıyorlar, hareketin edilgen bir evrim içinde ilerlediğini sanıyorlar. Kısaca, onlar tarihin sıçramalar ve patlamalarla ilerlediğini görmüyorlar.

Bu topraklarda, ezilen ve sömürülenlerin toplumsal mücadelesi, büyük devrimci patlamalara, devrime gebe. Bu mücadeleyi en ileri noktaya kadar götürmek; işte günün asıl sorunu.