Zafer Proletaryanındır
Gerçek somuttur. Somut olan, sürekli değişim içindedir. Çağımızın bir özelliği somut tarihsel, toplumsal olayların hızlı olarak değişime uğramasıdır. Olayların zincirlenişi kendi hareketi içinde tahlil edilmelidir. Tahlilimiz olguları, olayları, derinlikli bir kavrayışın serimini yapmalıdır.
Süreci bütün gerçekliği içinde ortaya koyan teori, dünyayı dönüştürmede güçlü bir silahtır.Ve hemen belirtelim ki, teori her elde bir silah değildir. Bununla, işçi hareketindeki reformist ve oportünist hareketleri işaret ettiğimiz çok açık. Bu unsurlar devrimci teoriye, kendi küçük burjuva muhalefeti -devrimci değil- desteklemesi için başvuruyorlar. Bu çizgi bir uzlaşma çizgisidir. Teori gerçek devrimci ellerde bir silahtır. Bu ellerde teori, burjuvaziyi devrimci tarzda devirme ve toplumu devrimci biçimde yeniden örgütlenme hedefine bağlanmıştır.
Toplumsal yaşam, üretim ilişkilerine ya da bu ilişkilerin hukuki ifadesi olan mülkiyet ilişkilerine indirgenemez. Üretici güçlerin gelişmesiyle, üretim ilişkilerinin (mülkiyet ilişkilerinin), diyalektiği kavranmalıdır. Üretici güçler belirli bir gelişme aşamasında, kendisine ayak bağı olan toplumun dar yapısıyla, mülkiyet ilişkileriyle çatışmaya girer. Sonunda bu dar ilişkiler parçalanır.
Üretici güçler, gelişmeye devam eder. Böylece toplumun tüm çürümüşlüğü iyice açığa çıkar. Bireycilik, yabancılaşma, yalnız kendi çıkarını düşünme, oburluk, tatminsizlik, güvensizlik "her an ihanete hazır dostluklar" her alanda gericileşme, tarihte gerici olan tüm eski ilişkileri ve anlayışı yardıma çağırma, politikanın dinselleşmesi, dinin politikleşmesi, yozlaşmanın, alçalmanın yüceltilmesi ve propagandasının yapılması vb. burjuva toplumun nasıl bir çöküş içinde olduğunu ispatlıyor.
Toplumsal üretici güçlerin gelişmesi, başka bir topluma geçişin koşullarını hazırlar. Üretici güçlerin çağdaş gelişmesine dayanarak söyleyebiliriz ki, maddi koşullar, daha yüksek bir topluma geçmek için hazırdır. Ortaya çıkan koşullar, proletaryanın zaferinin koşullarıdır. Ancak zaferle, zaferin koşulları ayrı şeylerdir.
Kapitalist düzen, tüm yıkılma tehdidine karşın varlığını sürdürme, çöküşü geciktirme yollarına başvurmaktan geri kalmıyor ve kalmaz. Biz onu yıkmadıkça o kendiliğinden çökmeyecektir.
Kapitalizmi yıkacak güçler, proletarya ve diğer devrimci kitleler, her yerde ayaklanıyor. Eski güçler tam bir batmışlık, tükenmişlik ve çöküntü içindeyken ve gelecek umutlarını tamamen ve sonsuzca yitirmişken, öte yandan proletaryanın devrimci hareketi evrensel bir yükseliş çizgisinde dur durak bilmez bir ataklık içinde sınırsız bir enerji ve büyük bir umutla ileriye atılıyor.
Bu büyük toplumsal savaşın nihai sonucunu kimin kazanacağı açık değil mi? Yirminci yüzyıl boyunca çeşitli biçimlerde süren savaşı kim kazandı? Komünistler, en çetin koşullarda savaşırken, düşmanla güç ve olanaklar bakımından en eşitsiz koşullarda savaşa tutuşurken veya faşist namluların karşısındayken bu savaşın sonucunda proletaryanın, halkın, komünistlerin zafer kazanacağına emindiler. Faşist Alman güçleri, Moskova kapılarına dayanırken, savaş Berlin'de sona erdi. Dolayısıyla güncel toplumsal (sınıfsal) savaşı da bizim kazanacağımız açık değil mi?
Durum Türkiye ve Kürdistan'da çok mu farklı? Burjuva toplum tam bir çürüme içinde. Toplumsal çürüme çok hızla yayılarak toplumun canlı güçlerini bile etkisine alıyor, kuvvetle kendine çekiyor. Toplumun kendini çürütüşü yeni değil, çok eski ve kapitalizmin niteliğinden ileri geliyor. Ama bu topraklarda, son dönemde, çürüme topluma daha önceki dönemde yaptığından daha fazlasını yapıyor.
Ama bu, gerçeğin yani somut sürecin tamamı değildir. Toplumsal ilişkilerin bu denli yozlaşmasına, dejenere olmasına ve boydan boya çürümesine rağmen, devrimci işçiler, diğer devrimci kitleler ve devrimci komünistler, bu köhnemiş düzene karşı onlarca yıl kesintisiz savaş sürdürdüler.
Devrimci kitlelerin kesintisiz savaşına baktığımızda burjuvazinin toplumu bu yolla teslim alamayacağını, ona baş eğdiremeyeceğini net olarak söyleyebiliyoruz. Ne dün başarabildi ne de bundan sonra başarabilir.
Ama bu keskin çatışmalara karşın, gelecekten umudunu kesip, gidip burjuva çevrelerin ardına düşen küçük burjuva unsurların varlığı da bir gerçek. Ancak bunun yanında bambaşka bir hareket, bambaşka bir düşünce gelişiyor. Ve ezilen, sömürülen kitleleri kendine çekiyor. Bu, umudun, cesaretin, hareketin geleceğe doğru durdurulamaz ilerleyişidir.
Proletaryanın, devrimci komünistlerin, eylemle, eylem içinde, insanları tekelci kapitalist düzene ve faşist devlete karşı eyleme çağırmasının uygun zeminleri var. Geniş kitlelerin bu toplumsal düzene karşı umudu her gün biraz daha tükeniyor. Sistem içinde, kendi lehlerine bir sonuç almak için giriştikleri her hareket sonuçsuz kaldı. Durumun bu şekilde değişmeyeceğini kendileri yaşayarak gördüler. Dolayısıyla bu düzen çerçevesinde kalarak hiçbir önemli sorunlarının çözülmeyeceğini artık iyice anlamış durumdalar. İşte bu zemin, devrimci güçlerin, daha ileri, daha devrimci, kapitalistlerin sınıf egemenliğini yıkmaya, toplumu kökten dönüştürmeye yönelik çağrılarına olumlu yanıt veren bir ortam yaratıyor.
Bugünkü topluma baktığında, çürümeden, toplumsal kötülüklerden, zihinsel alçalmadan gözü başka bir şey görmeyen darkafalılara söylemek isteriz ki, bu toplum başka şeylerin de alanıdır. Burjuva toplum, yeni bir toplumu hedefleyen büyük devrimci eylemlerin, büyük devrimci olayların ve devrimin da alanıdır. Toplum sayısız devrimci olayın alanıdır ve sayısız büyük devrimci olaya alan sunmaya devam edecektir. Modern burjuva toplum, devrimci kitlelerin, büyük devrimcilerin üzerinde hareket ettikleri, mücadeleye atıldıkları, dahice düşünceler geliştirdikleri ve bu düşünceleri kitlelere götürmek için en büyük çaba içinde oldukları toplumdur. Toplumdaki canlı güçlerin büyük devrimci hareketi ve bunun tarihsel sonuçları görülmelidir.
Darkafalı biri büyük kentlere baktığında orada sonu gelmez gürültü, karmaşa, yozlaşma, bencillik, toplumsal felaketler görür. Oysa kentler, eğitimin, kültürün, edebiyat ve sanatın, sınıf mücadelesinin, büyük devrimci olayların vb. de merkezidir. Başka bir deyişle kentler, yepyeni bir yaşamın koşullarının oluştuğu alanlardır. Marksist-Leninistler, büyük kentlerin sosyalizmin oluşmasındaki önemine dikkat çekmişlerdir. Sorun sosyo-ekonomik olgulara, yapılara diyalektik ve materyalist bir bakışla bakmakta.
Proletaryanın evrensel tarihsel görevi ilerlemeyi, çağdaş üretici güçleri, kapitalizmin ayak bağından kurtarmak, insanlığın gelişmesinin engellerden, sınırlamalardan, prangalardan özgürleşmiş olarak, eksiksiz, ilerici ve bütünsellik içinde olmasını sağlamaktır.
İnsanlık, koşullarının yaratılmasıyla özgürlük ve en insanal ilişkiler içinde çok ileriye gidecektir.
Bu demektir ki, insanlık düşmanı eski toplumu yıkmak, insanları insanca koşullara kavuşturmak, işçi sınıfının önündeki en önemli ve en ivedi görevidir. Ancak yeni toplumsal ilişkilerde güven güvene karşılık düşer. İnsanlar, diğer bireyler arasında kendini rahat hisseder, yaşamdan sevinç ve haz alır.
Bugünkü toplumda, insanların içindeki olanaklar, bütün insan yetenekleri gelişme şartlarından yoksun. Bunun için daha yüksek bir topluma geçiş zorunluluğu var. Daha yüksek bir toplum olarak komünist toplum, her bireyin içindeki olanakları -ki bunlar bütün insanların içindeki olanaklardır- serbestçe ve geniş olarak geliştirme gücünde bir toplumdur.
Özel mülkiyete dayanan toplumda insanların kişiliği eksiksiz bir gelişme olanağı bulamamıştır. En yetenekli olanlar, yetenekleri sayesinde toplumda kendilerine sınırlı bir hareket alanı bulsalar da, bu, kişiliğinin bir çok yanından vazgeçme pahasına gerçekleşmiştir. Birçok ünlü sanatçı veya araştırmacı, herhangi bir alanda öne çıkmış bireyler, egemen çevrelerle uzlaşarak, onların önünde eğilerek, teslim olarak halk kitlelerine sırt çevirerek, bazen de açıkça ihanet ederek, varlığını sürdürebiliyor. Uzlaşmayan, baş eğmeyen, teslim olmayanlarsa büyük baskı gördü. Düşüncesini, sanatını, kendisini tam geliştiremedi. Yalnızca, devrimci sınıfın, proletaryanın yanında yer alanlar, devrimci kavgaya katılanlar kişiliğinden vazgeçmeden öne çıkıyor, kendini topluma ve dünyaya kabul ettiriyor.
Burjuva toplumdan tamamen farklı ve karşıt olan sosyalist toplumda insanlar kişiliklerini, içindeki olanakları, yetenek ve yaratıcılıklarını geniş olarak geliştirdiler. İnsanların kaydettiği ilerleyiş, tüm sınırlılığına rağmen, insanların içindeki tüm potansiyelin meyve vermesinin koşullarını hazırlamıştır. Yeter ki ilerleyip, kapitalizmin zincirlerinden kurtaralım.
İnsanlık hep daha ileriye, daha yüksek daha yetkin bir geleceğe doğru gitmeyi hedefledi. Her toplum önceki topluma göre bu niteliklere sahip oldu. Ama sınıflı toplumların hepsi sömürü toplumudur. Her gelen toplum daha yüksek, daha yetkin bir toplum olmasına karşın, bir sömürü toplumu oldukları için insanlara insanca koşullar sağlayamadı. Böylece insanca yaşam koşullarına kavuşma hep ileri çağlara kaldı. İnsanlık sonunda insanca koşullara kavuşacağı çağı, böyle bir toplumu bilinçlice kendi elleriyle inşa ediyor. İnsani çağ perdelerini toplumsal devrimlerle açıyor.
İnsanların doğa ile ilişkilerini ussal olarak düzenlemesi, kişiliğini zengin olarak geliştirmesi için zorunluluktur. Doğa canlıdır, çeşitlidir ve zengindir. İnsan ancak doğa ile kavuşacağı yeni ilişkiyle içindeki olanakları sınırsızca geliştirebilir. İnsanlar yalnızca ikinci doğayla toplumsal ilişkilerle kendini yükseltemez. Bu zorunluluktan dolayı insanların devrime başvurmalarının bir amacı da doğa ile ilişkileri yeniden ele almaktır.
Hedefe ulaşmak için daha bir dizi kavgaya gireceğiz, bir dizi çatışmaya katılacağız. Ama daha kaç kavgaya girersek girelim, kavganın sonunda zafer proletaryanındır. Proletaryanın zaferi daha ileri, daha iyi, daha yüksek bir toplumun zaferidir.
İnsanların istekleri ve gelecek özlemleri doğrultusunda verdiğimiz büyük devrimci mücadelenin izleri yıllar içinde silinmez, etkilerini gelecekte de sürdürür.