Kitleler, özellikle de devrimci kitleler tarihin itici gücüdür. Emekçi halk kitleleri bu rolünü esas olarak, en belirgin biçimde devrimlerde yerine getirir. Devrimler birçok yerde hızlı bir ilerleme içinde.
Devrimci ayaklanmaların patlak verdiği ve devrime dönüştüğü her yerde, değişmez görünen her şey, en gerici en baskıcı burjuva yönetimler ve burjuva düzenler, devrimci değişime daha fazla karşı koyamıyor. Katı olan her şey hızla buharlaşıyor. Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da yıllarca değişmez sanılan ve tüm gücü elinde tutan baskıcı, gerici burjuva iktidarlar bazı yerlerde yıkıldı ve diğer yerlerde eski durumunu koruyamıyor; iktidarlar sallantıda. Latin Amerika’da on yıllarca egemenliğini sürdüren burjuva diktatörlükler, faşist devlet iktidarları, devrimci ayaklanmalara daha fazla dayanamayıp yıkıldı. Diğerleri ise egemenliğini sürdüremez durumda.
Toplumun toplumsal dönüşümü gerçekleşmediyse de, büyük bir alt üst oluş yaşanıyor, birçok şey değişiyor. Eski sosyal ilişkilerin yerini yeni ilişkiler alıyor, güçler dengesi de bu durumdan etkileniyor. Toplumda yeni bir sosyo-politik ortam doğdu. Her şeyden önce de eylemleri gerçekleştiren kitlelerin kendileri değişti; uyandı, örgütlendi, devrimcileşti. Kitleler bu süreç içinde, burjuva toplumdan kurtulmaları halinde daha ileri gidebileceklerini özgür ve insanca yaşayabileceklerini kavradılar. Bu yönleri göremeyenler, ayaklanmaları gerçekten hiç anlamamış demektir.
Toplumu değişime zorlayan proletarya ve diğer emekçi kitlelerdir. Değişim, devrimci halk kitlelerinin etkilerini, izlerini taşır. Önemli olan halkın değişimi eylemler, isyan ve ayaklanmalarla zorlaması, yol açmasıdır. Gelecekte de etkisini sürdürecek olan isyanlar, ayaklanmalar ve devrimlerdir. İktidarı ele geçirmede, doğrudan eylemlerin yeri, son ayaklanmalarda bir kez daha öne çıktı. Sonuç alıcı rolü nedeniyle, halklar başka yerlerde de bu araçlara başvuracaktır.
Asıl sorun, toplumsal devrimle ele geçirilen iktidara dayanarak yeni bir toplum kurmaktır. Çağımızı tanımlarken bütünlüklü olarak ifade etmeliyiz: Çağımız toplumsal devrimler ve yeni bir toplum kurma çağıdır. Toplumun tutucu tarafıyla, devrimci tarafı arasında, yani tutucu güçlerle, devrimci güçler arasındaki tüm savaşım, eski toplumun yerini yeni bir topluma bırakması etrafında gerçekleşiyor. Eski toplumun yerini, yeni bir topluma bırakması için tutucu güçlerin devrimci güçler tarafından yenilgiye uğratılması ve eski toplumsal düzenin yıkılması zorunludur. Burjuva toplum, ömrünü doldurmuş bir toplumdur. O, bu durumuyla, insanlığın gelişmesi önünde bir engeldir. Devrimci güçlerin görevi tam da bu engeli devrimci zor kullanarak ortadan kaldırmaktır.
Bu, bütün ülkelerin proletaryası için aynı ve ortak hedeftir. Emek-sermaye ilişkisi her yerde aynı olduğu için; kapitalizmin egemen olduğu her yerde, bu toplumsal biçime denk sosyal ilişkiler, kültürel, zihinsel gelişme gerçekleşti. Dolayısıyla uluslarla, farklı ulusal özellikleri kültür ve gelenekleri kapitalizmin gelişimiyle geçmişin çizgileri olarak kalmıştır. Bunların bir kısmı kapitalizmin ilk gelişme döneminde aşıldı. Kalanları ya kapitalizmin gelişme aşamasında aşıldı ya da geçmişe ait izler olarak kaldı. Bugün modern kapitalist uluslardan söz ediyoruz. Bu gelişme, bütün dünyada, kapitalizme karşı ortak mücadelenin zeminlerinin ne denli güçlü olduğunu gösteriyor. Oluşmuş olan bu temeldir ki proletarya, tüm ezilen ve sömürülenleri kapitalizme karşı birlikte harekete geçirebiliyor. Kadınların dünya çapında başkaldırısı, bir baskı toplumu olan, kadınların köleliğini devam ettiren, bu erkek egemen topluma karşı gelişiyor. Çevre hareketleri de nesnel olarak kapitalizme karşı eyleme geçiyor. Bugün bir tarafta sermaye diğer tarafta toplumsallaşmış insanlık şiddetli bir savaş içinde.
Amaca giden yol her yerde aynı değildir. Ancak yollar ne kadar çeşitli ve zengin olsa da, amaç devrimci mücadele yoluyla gerçekleşir. Dünyadaki güncel ayaklanmalar, amacı nasıl gerçekleşeceğini bir kere daha deneyimliyor. “Nasıl?” sorusunu kitleler pratikte yanıtlıyor. Hedefin nasıl gerekleşeceği sorununa kitleler toplumsal pratikleriyle deneyimleriyle yanıt getiriyorlar.
Dünya devrimi, isyan ve ayaklanmalarda, küresel iç savaşta, doğrudan eylemlerde gelişiyor. Emperyalist kapitalist dünyayı sarsan, alt üst eden ayaklanmalardan bolca söz edip ayaklanmaların dünya devrimiyle bağını kurmamak güncel devrimci kitle mücadelesine bilinçsiz bir yaklaşımdır. Proleter dünya devrimi, kapitalizme karşı gelişen başkaldırıda gelişiyor.
Kapitalist ekonomik ilişkiler, toplumsal ilişkiler, ulusların arasındaki ilişkiler çok yoğun; sınıf mücadelesi, toplumsal ve politik olaylar çok yoğun yaşanıyor, seyrek değil. Her şeyin çok yoğun yaşanması kısa tarihin bir özelliğidir. Ücretli emekçilerin ve kapitalizmin ezdiği, sömürdüğü tüm kitlelerin eylemleri de yoğun-devrimci eylemlerdir. Bu zemin ve ortamda proletaryanın hedeflerinin gerçekleşmesi için eskisi gibi uzun zaman geçmesi gerekmiyor; hedef daha kısa sürede gerçekleşiyor. Kuşkusuz nihai (sanal) zafer hemen elde edilmeyebilir, fakat gelişmeler ve mücadele bizi sonuca düşünülenden daha erken götürür.
Devrimci eylemlerin isyan ve ayaklanmaların arttığı dönemlerde tarih çabuk yol alır. Bu süreçte büyük olaylar, küçük olaylarla iç içe geçer küçük bir olay anında büyük bir olaya dönüşebilir. Eylem halinde tarihin nitel dönüşümü her an olabilir. Tarihin en devrimci döneminde olaylar çok zengindir, yoğundur. Dolayısıyla süren devrimci müdahalelerle çabuk ilerler. Bunun ne demek olduğunu anlamak, somutlamak istiyorsanız, dünyadaki güncel ayaklanmalara bakın. Orada sürecin devrimci patlamalarla, nasıl hızla yol aldığını göreceksiniz. Tarihin bu en devrimci dönemlerinde insanlık birçok ülkede nitel dönüşümlere tanık oldu ve yarın da olacaktır.
Hareket, bir toplumsal durumdan başka ve daha ileri bir toplumsal duruma doğrudur. Yani hareket şekli bir somut durumdan başka bir somut duruma, bir gerçeklikten başka bir gerçekliğe geçer. Bugün hareket bir noktadan başka bir noktaya daha kısa sürede varıyor. Kısa sürede yeni bir toplumsal ve politik ortam oluşuyor, çok zaman geçmeden yeni bir ortam doğuyor. Yani değişen şeyin kendisi de hızla değişiyor. Bu durumda gelişmelerin gerisine düşmemek için yeni durumun teorik olarak tahlil edilmesi gerekiyor. Değişen koşullar karşımıza yeni mücadeleler çıkaracaktır. Ve biz buna karşılık verecek kadar hazır olmalıyız.
Böyle bir bakış açısına sahip değilsen, dünyada arka arkaya patlak veren ayaklanmaları doğru olarak değerlendiremezsin. Burada tarih büyük olaylarla ilerliyor. Kısa zamana birçok olay sığıyor. Ayaklanma yalnızca içeride büyük bir etki yapmakla kalmıyor, bölgede ve dünyada da etkisini kısa sürede hissettiriyor. Bu etki dünyanın başka köşesinde eylemler olarak kendini gösteriyor. Bir yerdeki eylemin dünyanın başka bir yerinde anında yankı bulması tarihin en devrimci döneminin, yoğun tarihin bir özelliğidir.
Küçük burjuva siyasi hareketler dikkatleri burjuva güçlerin arasındaki çelişki, sürtünme ve savaşlara çekerken; dünyada başka bir savaş sürüyor. Emek-sermaye savaşı. Bu savaş üstü örtük olarak değil, açık olarak yaşanıyor. Sokak çalışmaları isyan ve ayaklanmalar örtülü değil, açık iç savaştır. Ücretli emekçi sınıf, sermaye sınıfına karşı doğrudan doğruya, açıktan açığa kavga veriyor. Bu savaş öyle bir savaş ki, tarihin itici gücü ve insanlığın yarınlarını belirleyen odur.
Emekçi sınıf bu en tayin edici savaşta geçmişin hatalarını tekrar etmekten kaçınıyor. Kendi sınıf çıkarları, kendi kolektif istekleri, toplumsal kurtuluş hedefi yönünde hareket ederken daha bir bilinçli, net devrimci bir bakış açısı taşıyor; olgun ve daha deneyimli. Burjuva duyarlılıklara saygı duyma gibi ahmakça bir anlayışa sahip değil. Burjuvazi ne der diye kapitalist dünya karşısında yüce gönüllülük göstermiyor.
Burjuvaziye dokunmadan hiç bir sorununu çözemeyeceğini biliyor. Bu yüzden burjuvaziye karşı mücadelede sert, uzlaşmaz, baş eğmez ve son derece militan bir çizgi izliyor. Biz, emekçi sınıfın bu ileri tavrını işçilerin tek tek eylemlerinde gördüğümüz gibi büyük kitle eylemlerinde de görüyoruz. Yaygın olan bu eğilim ve yönelim, bugünkü özel mülkiyet toplumunun şiddetli bir mücadeleyle yıkılacağını gösteriyor.
İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değildir diyen filozofça bir anlayış, bugün dünyada milyonlarca insan tarafından benimseniyor. İnsanlar, insanların çektiği acılar karşısında bencilce bir duyarsızlık ve duygusuzluk içinde davranmıyor. İnsanlığı ilgilendiren sorunlarda hemen tepki gösteriyor. İşçi sorununda, kadınlara karşı artan saldırı ve katliamlarda, iklim krizinde, ezilen ulusların yaşadıkları karşısında tepki gösteriyor ve eyleme geçiyor. İnsanlar bu eylemlerle insanileşiyor.
Kapitalizmin yerini alacak toplum her bakımdan insani bir toplum olacaktır.
Tarihin ibresi gerçek insan toplumu için savaşan devrimci güçlere doğru kayıyor.
C.DAĞLI