Tarihsel ve toplumsal gelişme, toplumun köklü öznel dönüşümünü dayatırken, dolayısıyla bu ertelenemez bir devrim anlamına gelirken, birçok çevrenin sosyal reformları öne çıkarması bir paradokstur. Bu, özünde tarihi yaratanlarla, onu yalnızca yorumlayanlar arasındaki paradokstur. Eski tarihin bağrında yeni bir tarihsel süreç başladı. Tarihin sürükleyici gücü reformlar değil, devrimdir.
Korona salgınıyla iyice keskinleşip büyüyen sistem krizi eski tarihe son noktayı koymanın bir zorunluluk olduğunu herkese yaşam pahasına ya da ölüm kalım çizgisine gelerek öğretiyor. Kesikliğin ve sürekliliğin diyalektik birliği yasası gereği tarihin bu noktada kesikliğe uğratılması gerekiyor. Toplumun nitel değişimi tarihin sürekliliğinin temel koşuludur. Toplumun önünde devrimci görevler olduğunu kabul etmeyenler, devrimci mücadeleden uzak tutmak için kitlelerin önüne günlük sorunların çözümünü, mücadele görevlerini koyuyorlar. Tarihin önümüze koyduğu güncel devrimci görevlerle küçük burjuva sosyalist hareketlerin uğraştıkları sorunlar birbiriyle uyuşmuyor.
Maddi koşulların gelişkin olması da, bu durumun yeni bir topluma geçiş için olgun olması da reformistlerin ve oportünistlerin sistem içi bakış açılarını değiştirmeye yetmiyor. Onlar gelişen, değişen, canlı olan yaşamı yansıtacaklarına kendi kafalarındaki gri, donuk tasarıma göre hareket ediyorlar. Dolayısıyla kendi düşünceleriyle, gerçek yaşam, olayların devrimci yönde akışı arasındaki çatışma giderek büyüyor.
Küçük burjuva hareketlerin dar kafalı, sığ görüşleri bugün toplumun önüne gelen sorunları çözecek bir perspektiften çok uzaktır. Oysa maddi koşullar, çözümü kendi içinde taşıyor: Bu çözüm ki kendini herkese dayatmıştır. Bu yüzden daha çok insan çözümü, yani yeni bir yaşamın nasıl olacağını tartışıyor. Gitgide daha fazla insanın bu toplumun yerine nasıl bir toplumun olacağını tartışması, tarihsel gelişmenin daha iyi bir topluma geçmeyi olanaklı hale getirmesinin sonucudur. Olanakların gerçeğe dönüştürülmemesi halinde kapitalizmin ekonomik krizleri, toplumsal yıkımı, korona salgını gibi yaşamsal sorunlar daha büyük yıkım getirir. Değişmesi gereken toplumsal sistemin kendisidir, onun anlık sorunları, belli yönleri değil. Halk kitleleri temelli değişim istiyor. Onları kısmi sorunların çözümü ile oyalamayın.
Birçok kimseden şu sözleri sık sık duyarız: "Bu böyle sürerse...", "Geleceği iyi görmüyorum..." veya "İnsanlığı büyük felaketler bekliyor" vb. Bu görüşlerin sahipleri kesinlikle burjuvazinin etkisinde kalmışlardır. Bu görüş küçük burjuvalar arasında, aydınlar, rahatına düşkün olanların arasında yaygındır. Bu şekilde düşünenler, burjuvaziyi insanlığın geleceğini belirleyen tek güç olarak görüyorlar. Burjuvazi insanlığa yeni bir gelecek sunamaz. Onların egemenliğinde bir gelecek emekçiler için, insanlık için, halklar için bugünden daha kötü olacaktır. Fakat bu kadar değil. Gelişme karşıtların mücadelesidir. Burjuvazinin karşıtı proletarya bu hikayede edilgen taraf değildir. Aksine 20. yüzyıldan bu yana görüldü ki, son derece etkin bir güçtür. İnsanlığın geleceğini belirleyen bir güçtür. Devrimci sınıf ortaya koyduğu pratik etkinliğiyle geleceğe güvenle bakmamızı sağlıyor. Tarihin itici gücü devrimci sınıftır, devrimci kitlelerdir. Bu kitleler ki, her yerde hareket halinde. Eski dünyayı alt üst ediyor, yeni bir dünya için ayaklanıyor. Özgür ve insani bir gelecek bu taraftadır.
Devrimci sınıfın komünist bir dünya için kapitalist dünyaya karşı mücadele deneyimi ve sosyal pratiği güncel sınıf kavgasında bizim güçlü dayanağımızdır. Ama yalnızca bir dayanaktır. Devrimin zaferi için daha fazla ve kapsayıcı mücadele gerekiyor. Kapitalizme karşı kitlelerin sosyal pratiği- deneyimleri de içinde taşıyor- yeni pratik etkinliklerle zenginleşiyor. Fakat proletaryanın sınıf mücadelesi sosyal pratiğe indirgenip daraltılamaz. Proleter sınıf sadece sosyal pratiğin bilgisiyle mi donanmıştır? Kesinlikle diğer biçimleriyle de donanmıştır: Devrimci politik mücadele ve ideolojik mücadele emekçi sınıf, sınıf kavgasının bütün biçimlerine dayanan bir noktada bulunuyor. Bu nedenle eski dünyayı yıkılabilir ve yeni bir dünya kurabilir.
Emekçi kitleler bugüne dek yeni bir dünya kurma uğruna mücadelede ve örgütlenmede geniş kitlelere örnek olacak ileri ve etkileyici değerler yarattı. Günümüzde öncekileri aşan sosyal pratik sergileniyor. Proletaryanın diğer emekçi halk kitlelerinin, kadınların ve gençliğin küresel başkaldırısı bu dönemin baskın, öne geçen belirleyici eylem tarzıdır. Kitle eylemlerindeki gelişmeye dikkat çekmek istiyoruz. Devrimci eylemler nereden başlarsa başlasın, bu eylemlerin enternasyonal, küresel karakteri çok belirgin. Kadınların kurtuluşu, bu yöndeki mücadelesi bugüne kadar ki en kitlesel düzeye vardı. Kadınların yeri göğü birbirine katan çok büyük ayaklanmalarına tanık olacağımız bu günden belli. Daha geniş olarak da artık eski dünyada yaşamak istemeyen büyük insanlığın yeni eylemlerini göreceğiz. Büyük insanlık isyan ve ayaklanmalarla yeni bir dünyaya ilerliyor.
Birçok kimse korona salgını üzerinde dururken sorunun yalnızca salgın ve yol açtığı sonuçlar olmadığını, sorunun esas olarak sistem sorunu olduğunu kabul ediyor. Salgın küresel olarak karşımıza çıktı. Daha başka birçok sorun küresel olarak ortaya çıkar ve çıkıyor. Ortaya çıkan toplumsal sorun yerel, bölgesel değil evrensel bir sorundur. Yaşadığımız toplumsal felaketlerin kaynağı kapitalist toplumsal sistemdir. Ekonomik ve toplumsal krizlerin kaynağının bu doğru tespiti politik yaklaşımda bilinçte bir ilerlemedir. Nesnel toplumsal gerçeğin doğru olarak ortaya konmasıdır. Analizin burada bırakılmaması, devrimci sonuçlarına kadar götürülmesi gerekiyor. Toplumsal sistem sorunu tespiti şu anlama gelir: Önümüzdeki asıl mesele bir toplumsal sistemin yerine ondan daha ileri bir toplumsal sistemi koyma sorunudur. Bir toplumsal sistemden başka bir toplumsal sisteme geçiş ancak devrim yoluyla gerçekleşir. Devrimle iktidar ele geçirilir ve devrimci iktidara dayanarak toplum yeniden örgütlenir. Devrimin üstünden atlayarak sistem sorunu çözülemez. Devrim olmadan yeni bir gelecekten konuşmak bir aldatmacadır.
Ortaya çıkan sistem krizinden şu sonuç çıkarılıyor: Nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize karar verelim. Corona salgınından sonra insanlar daha yoğun olarak kapitalizm sonrasını tartışıyor. Nasıl bir gelecek, nasıl bir yaşam, nasıl bir dünya istediğimiz bir öznelcilik ya da bir tasarım değil, maddi temelleri olan düşüncelerdir. Nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize verili toplumsal koşullara dayanarak, düşünsel olarak kendimiz karar verebiliriz. Fakat bunu pratikte kararlaştırılacak olan toplumsal devrimdir.
Dünya halk ayaklanmaları ve bugün yeniden başlayan ayaklanmalar, devriminin güncel olduğunu günün bir gerçeği olduğunu herkese kabul ettiriyor. Yeni bir toplumdan ayaklanmaların etkisiyle söz edenler, sosyalizm üzerine bol laf edenler, dünyayı yorumlamak ile kalmayıp onu değiştirmek gerektiğini yani asıl mesele hakkında, güncel devrim hakkında hiçbir şey ama hiçbir şey söylemiyorlar. Böylelikle üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine dayanan toplumun, en ilerinin sorunu olduğunu, dolayısıyla bugün sistem içi taleplerin çözümüyle uğraştıklarını söylemiş oluyorlar. Bu anlayışı esas alırsak nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi kararlaştırmak pratik değeri olmayan boş bir isteğe dönüşüyor.
Sisteme dokunmadan çözüm istemek toplumsal sistemi sürdürmek istemektir, onu sürekli kılmaktır. Yine gelişmelerin etkisiyle sınıf kavgasının yoğunlaştığını kabul edenler, bu kabulü sonuca kadar götürmelidir. Karşıtların -karşıt sınıfların- çatışması antitezini ortadan kaldırılmasıyla sona erer. Yalnızca antitezini ortadan kaldırmaz, yeni bir sentez -toplumsal dönüşüm- başlar.
Toplumsal sistem sorununu çözmek yerine devletleştirmeler, kamulaştırmalar peşinde koşanlar burjuva diktatörlüğün egemenliğine güçlü bir ekonomik temel sağlamış olurlar. Bunu söyleyenler bugüne kadar hükümet bütçesinin silahlanmaya, savaşa değil; sağlığa, eğitime, çevreye vb. yatırım yapmasını isteyenler, devleti güçlendiren önerilerle militarizme ve savaşa hizmet etmiş olurlar. Ekonomik kriz dönemlerinde burjuva devletin ekonomik olarak ağırlığı iyice artar, ekonomi militaristleştirilir. -ekonominin askerileştirilmesi politikası.- Hayatları boyunca militarizme karşı çıkanlar, devletleştirme önerileriyle militarizme yardım etmiş olurlar. Tekelci kapitalizmle birlikte devlet, piyasayı tekellerin lehine düzenler, silah tekellerinin ve bununla bağıntılı tekellerin siparişlerini karşılar. Kapitalizmin aşırı birikimi ve kar oranının düşmesine karşı müdahale eder. Devlet kendi olanaklarını daha etkin olarak tekellerin emrine verir. Devlet-tekel bütünleşmesinin gerçekleştiği koşullarda her tür devletleştirme tekellere verilmiş bir destektir.
Bu konuda tarih bilgisinden de yoksun davranıyorsunuz. Devlet-tekel bütünleşmesi Avrupa'da 1920'lerde faşizm biçiminde gerçekleşti. Devlet tekel bütünleşmesi ikinci dünya savaşına yol açtı ve savaşın asıl yürütücü gücü oldu. Tekelci kapitalizmin gelişmesinin bir eğilimi olan devletle bütünleşmiş kapitalizm insanlığı bir felakete sürüklüyor. Devlet çok yönlü müdahalelerle tekelleri krizin yıkım etkilerinden kurtarmaya çalışıyor.
Kriz dönemleri emekçi kitlelerin ayaklanmalarının doruk noktasına çıktığı dönemlerdir. Devlet, tekelci kapitalist düzeni ve egemenliği halk ayaklanmalarına karşı korumak için baskıyı, saldırganlığı, katliamları en üst düzeye çıkarır. Devletleştirme, kamulaştırma seslerinin en yükseldiği bir dönemde devlet halk kitlelerine yönelik baskıları en ileri noktaya taşıdı. Bu önerilerde bulunanlar, ne duruma düştüklerini görmelidir.
1960'lı yıllar, Türkiye işbirlikçi burjuvazisinin tekelci sermayeyi dönüştürme dönemidir. Bu yıllar aynı zamanda tekelci sermayenin devleti tek başına ele geçirme yıllarıdır. Tekelci sermaye, devleti 12 Mart askeri faşist diktatörlüğüyle tamamen ele geçirdi. 12 Eylül'deyse devlet-tekel bütünleşmesi daha ileri götürüldü ve pekiştirildi. 12 Mart ve 12 Eylül faşizmin sağladığı politik koşullarda tekelci sermaye gücüne güç katarak büyük bir güç durumuna geldi. Ekonomik ve politik gücü elinde toplayan tekelci sermaye iyice güçlenerek bütün gücüyle toplumun tepesine çökmüştü. Tekelci sermayenin egemenliği koşullarında devletleştirme, kamulaştırma yalnızca tekelci sermayeyi güçlendirir, daha fazla olanağı kullanır duruma getirir.
Gerçek bir çıkış, proleter bir çıkış, devrimci bir çıkış olabilir. Proleter devrimci çıkış; kapitalistlerin sınıf egemenliğini ve sınıf düzenini yıkmaktan geçer. Çıkış, toplumun devrimci yeniden örgütlenmesidir.
-C. Dağlı