Emekçi kitlelerin eyleme geçmesi için somut toplumsal koşullar içinde sayısız gerekçe var. Çünkü kapitalist toplumsal sistem uzlaşmaz sınıf çelişkilerine dayanıyor. Kesinleşen bu çelişkiler, kendini bir çok yolla açığa vuruyor.
Çelişkiler, kendini ABD’de George Floyd örneğinde olduğu gibi, ırkçılık biçiminde ortaya koyabilir. Ya da Seattle’da olduğu gibi başka bir gerekçeyle de kendini gösterebilir. Eylemler, çelişkilerin yol açtığı hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, bütün gerekçelerin ve eylemlerin kaynağı kapitalist sistemin kendisidir. Dolayısıyla devrimci eylemlerin hedefi, özel mülkiyet toplumunun kendisini ortadan kaldırmak olmalıdır.
Kapitalist üretim biçimi doğası gereği, sınırlıdır. Tarihsel sınırlılıkları, üretim ilişkilerini toplumsal üretici güçlerin gelişmesinin önünde bir engel durumuna getirmiştir. Mevcut üretim ilişkileri, çağdaş ilerlemeyle çatışma içindedir. Dolayısıyla, bu toplumsal yapı, tarihsel gelişmeye dar geliyor. Her yerde, üretici güçler ve üretici güçlerin en devrimcisi olan proletarya, kapitalizme karşı ayaklanmış durumda. Burada temel hedef, yaşamı yeniden örgütlemek için, sermayeden özgürleşmektir.
Burjuvazi, gerici şiddetine ne kadar başvurursa vursun ve her ne yaparsa yapsın, kitleleri kapitalist toplumun dar yapısı içinde tutamaz. Yönetici sınıf, bu köhnemiş düzeni ancak daha fazla zor kullanarak ayakta tutmaya çalışıyor. Fakat, durumunu koruma telaşıyla unuttukları bir şey var: Varolan durumu yani kendi düzenini sürdürmek istemek, sınıflar çatışmasının daha da şiddetlenmesi ve ayaklanmaların daha sık, yoğun ve yıkıcı olarak patlak vermesi anlamına gelir. Toplumsal koşullar ve sınıf savaşının gelişimi o noktaya geldi ki, burjuvazinin eski toplumu ayakta tutmaya yönelik her girişimi, halk kitleleri tarafından her yerde yeni ayaklanmalar ve devrimle yanıtlanıyor.
Devrimci işçiler, devrimci kitleler, burjuva güçlere istediği zaman istediği yanıtı verebilir. Uzun bir politik mücadele tarihi olan kitleler, devrim eğitiminden geçerek, düşünce yapısını değişikliğe uğratmış, dövüşmüş, dövüşerek de çıkmış ve başka bir özne olmuştur.
Gerçeğin bilgisine, bilime ve devrimci kavrayışa dayanan bu insanlar, kölecilik, sömürgecilik döneminin sembollerini yıkarken gerçekte yaptıkları ücretli kölelik düzeninin kendisini devirmeye girişmektir. Çünkü kölelik, ücretli köleliğe dayanan kapitalist sistemin ta kendisinin ürünü olduğunu çok iyi biliyorlar. Kitlelerin her yerde kölecilik, ırkçılık sembollerini yıkmaları, onların özgür bireyselliğe dayanan yeni bir yaşamı kendi elleriyle kurmaya yöneldikleri anlamına gelir. Devrimci ayaklanmanın yıkmak istediği, dünün bugün üstündeki egemenliğidir; yani birikmiş, donmuş, kristalize olmuş, zorla elkonulmuş emeğin, sermayenin egemenliğine son verilmesi.
İnsanların özgürleştirmek istedikleri “kendine özgü güçleri”dir. Yani kendi öz etkinlikleridir. Bu öz etkinlik üreticilerin kendisine yabancılaşmıştır. Artı-emeğin ürünleri, az sayıdaki kapitalistin elinde toplanmıştır. Özgürleşme, toplumsal emeğin tüm sonuçlarının, üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine, toplumun denetimine alınmasıdır. Devrim, sömürüden, yabancılaşmadan çıkıştır. Özgürleşme proletaryanın kurtuluşudur, özgürleşmesidir. Proletaryanın kurtuluşu proletaryanın kendi eseri olacaktır.
Üretici güçlerin evrensel gelişmesiyle, bu gelişmeye ayak bağı olan üretim ilişkileri arasındaki çelişki günümüz koşullarında çok daha derin, keskin ve şiddetlidir. Bu çelişki devrim sürecinin zemini ve güvencesidir. Sürecin devrimci süreç olarak gelişimi, emekçi kitlelerin sınıf kavgasının yararınadır. Emekçi kitleler, devrimci süreçte hedeflerine ulaşmak için daha uygun koşul bulurlar. Bu öneminden dolayı, emekçi sınıf, devrimci süreci sürekli hale getirmek için soluksuz bir aktiflik gösteriyorlar.
Günümüzde insanlığın, zorunluluk dünyasından özgürlük dünyasına geçmesinin nesnel ve öznel koşulları oluşmuştur. Doğa, geçmişte, insanın dışında nesnel ve denetime alınamayan bir güçtü. Doğa, insan karşısında özerkti. Doğa güçlerini denetim altına almayan insan özgür değildir. Fakat büyük sanayiden bu yana insan doğayı denetime alacak durumdadır. Dolayısıyla daha özgürdür. Özgürlük tarihsel gelişmenin ürünüdür. Bugün insanlar dış nesnel güç olarak kendilerine egemen olan üretim koşullarını ortak denetimlerine alarak, özgürleşebilirler. Bu, zorunluluk aleminden, özgürlük alemine geçiştir. Fakat özgürlük, zorunluluğun serpilip gelişmesiyle gelişir. İnsanlar toplumsal mülkiyette olan maddi koşulların gelişmesiyle üretici etkinliğe daha az zaman ayıracak ve daha fazla zamanı serbest (özgür) zaman olacaktır. Mesele salt özgürlükten söz etmek değil, özgürlüğün sağlanacağı, ekonomik ve toplumsal koşulları oluşturmaktır. Komünist toplum tam da özgürlüğün koşullarını oluşturur.
Özgür bireyselliğin insan ilişkileri, yüksek bir topluma geçiş, salt teorik bir formülasyon değil, eylemlerle, devrimle pratiğe geçen bir olgudur. Sosyalist ülkelerde somut bir olgudur. George Floyd adıyla ifade edilen küresel ayaklanma, ancak zorunluluk dünyasından, özgürlük dünyasına geçiş bakış açısıyla tam olarak anlaşılabilir.
Her yerde ayaklanan devrimci kitlelerdir. Her tarihsel dönemde kitlelerin mücadelesine yön veren devrimci sınıflardır. Devrimci sınıfın toplumsal pratiğidir. Pratiği biçimlendiren örgütlü gücüdür. Proleter sınıf, tarihsel rolüne uygun davranmalı, öncü konumuna denk hareket etmelidir. Devrimci sınıf, kitlelerin toplumsal hareketine bir yön vermezse, hareket yeni bir aşamaya varamadan, yarı yolda kalır. Devrimci sınıf, halk kitlelerinin toplumsal eylemlerine yeni bir toplum amacıyla yön verebilir. İnsanlar yeni ve ileri bir topluma geçmez ise, tamamen çürür. Bu nedenle, işçi sınıfı, tarihsel devrimci görevlerini bir kenara itip kendisini günlük yaşamın akışına bırakamaz ve bırakmamalıdır. Devrimci emekçiler, her koşulda kurtuluş hedefli davranmalıdır.
Kurtuluşu gerçekleştirmek ileri zamanların sorunu değil, bugünün sorunudur. Dünyada belirlenen hedefe hızla varılacak bir süreç yaşanıyor. Daha önceleri, onlarca yıl gerçekleşmeyen gelişmeler ve değişim son küresel ayaklanma sırasında görüldü ki, birkaç günde gerçekleşiyor. Bunun üzerinde, hem nesnel tarihsel koşullar, hem de sınıf savaşının bugünkü ileri durumu nedeniyle çok durduk. Söylenenler, ayaklanma tarafından doğrulandı. Sınıf savaşımını, günlük mücadelenin sonuçlarıyla sınırlı olarak görenler, sınıf savaşındaki ani, sıçramalı ve büyük değişimler anlayamazlar. Olaylar çok hızlı meydana geliyor.
Proletarya ve diğer ezilen, sömürülen kitleler, sık sık gerçekleştirdikleri ayaklanmalarla, harekete güçlü bir ivme veriyorlar. Ayaklanma, bazı ülkelerde devrime dönüşerek, tarihsel gelişmeye büyük bir hız kazandırıyor. Tam da burada “devrimler tarihin motorudur” gerçeğini bilince çıkarmalıyız. Devrimler, tarihin motorudur gerçeği şu anlama gelir: Toplumsal üretici güçler, gelişmelerinin önündeki engellerden kurtarılır ve böylece çok daha hızlı gelişmeleri sağlanır. Devrimle daha üst bir topluma geçilir. Tarihsel gelişme yüksek bir toplumda çok hızlı olur. Gelişmenin hızlı olması, toplumsal mülkiyete dayanan insanlığın yararınadır. Çünkü toplumun daha ileri aşamasına daha erken varılır.
Ayaklananlar, eylemlerinin önüne koyduğu hedefleri gerçekleştirmede içtenlikli davranıyorlar. Ayaklanmanın olduğu her yerde devrimci pankartları taşıyor, devrimci sloganları atıyor, devrim şarkıları söylüyorlar. Devrim, onlar için salt gri bir teori sorunu değil, canlı ve somut bir pratiktir. Devrimi başaracak olan, içtenlikli davranan ve devrimci ateşlilik içinde olan bu insanlardır. Onlar onyıllardır burjuvaziyle sınıf işbirliği içinde olan, fakat böyle zamanlarda başta devrimci kesilen sosyal reformistlerden farklı karakterdedir. Bu, proletaryanın sağlam karakteridir, sosyal reformistler ve onların tutkulu takipçileri oportünistlerin isyan ve ayaklanma günlerinde devrimden bolca söz etmelerinin nedeni, kitleler karşısındaki konumlarını korumak içindir. Onlar için, devrim yoluyla iktidarın ele geçirilmesi, bugün için, eylem sorunu değildir. Kısacası; devrim için dövüşmek onlara göre değildir. Devrim, devrimci kitlelerin eseri olacaktır.
Küçük burjuva uzlaşmacı siyasetler diyorlar ki, şimdi devrim zamanı değil, evrim zamanıdır. Onlara göre evrim hareket halinde değil. Uzlaşmacılar tarafından sabitlenmiştir. Onlar, evrimi edilgenlik içinde görüyorlar. Evrim, sıçramaları, patlamaları, ani gelişmeleri içerdiği halde onu, yok sayıyorlar. Onlara bakılırsa kitleler, henüz devrime hazır değildir. Çünkü henüz kortejlerinde az kişi yürüyor. Gerçekteyse, kitleler her yerde şiddetli bir kavga içinde dünyanın her yerinde ayaklanıyorlar. Devrimci savaşımın dışında kalanlar, uzlaşmacı siyasetlerdir. Onlara inanacak olursak, toplum derin bir çürüme içinde, bu durumda devrime kalkışmak olanaksızdır. Onlar, etrafa bakınca yalnızca toplumsal çürüme görüyorlar. Toplumda gelişen, ilerleyen, iktidara yürüyen devrimci yönü görmüyorlar. Dünyayı sarsan, altüst eden ve emekçilerin zaferine doğru ilerleyen devrimci yöndür. Özcesi, özgürleşmek onlara göre değildir, özgürleşmek, onun için her gün yeniden ve yeniden dövüşenlerin yapıtı olacaktır.
Ayaklanma içinde olanlar ve hareketin gelişimini derinlikli kavrayanlar, başkaldıranların bir tek tonu olmadığı, birçok ideolojik-politik ton taşıdığını anlarlar. Ayaklananlar, proletaryadan, küçük burjuvaziye kadar farklı sınıf ve eğilimler taşır. Ayaklanmanın farklı tonlarda olması eşyanın doğası gereğidir. Fakat baskın gelen, yön veren ileriye taşıyan proletaryadır, sosyalizmdir, devrimci fikirlerdir. Sosyalizm, yalnızca kitlelerin toplumsal ayaklanmasını yönlendirmekle kalmıyor, hareketi nitel olarak dönüştürüyor ve onu yükseltiyor.
C.DAĞLI