Bu aralar, istisnasız bütün sosyal reformist partilerin ve uzlaşmacı küçük burjuva partinin dillerine pelesenk ettikleri kavram, “sandığa sığma”mak...
Sorsanız, hemen size, bu halkın özgürlüğü “sandığa sığmaz” diyecekler. “Laiklik sandığa sığmaz”, “kamuculuk sandığa sığmaz”, “ittifakımız seçimle sınırlı değil” vb. vb. bu liste böyle uzayıp gider.
Bu çevreler neden böyle sakız gibi, şekilsiz, her tarafa çekilebilen, bir şekliyle yakaladığın zaman anında bir başka şekle giren, haliyle hiç bir tarafından tutulamayan kavram ve ifadelere başvururlar? Sorunun yanıtı oldukça basit aslında: burjuva kuyrukçu politikalarının parlamenter ahmaklıkla malul gerçek içeriğini gizlemek için “radikal” görünme ihtiyacından.
Evet gizleme ihtiyacı duyuyorlar, çünkü Türkiye ve Kürdistan’da devrimci mücadelenin, devrimci bilincinin işçi sınıfı, emekçi, ezilen yoksul kitleler ve özellikle de Kürt halkı arasında çok sağlam kökleri var. Bu, Türkiye ve Kürdistan'da birleşik devrimin gücünün göstergesidir.
Bundan dolayı, istisnasız tüm sosyal reformist partiler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti, baştan aşağı parlamenter ahmaklıkla malul oldukları halde hiç biri kalkıp cesaretle “evet biz devrimi reddediyoruz, seçim ve parlamenter yoldan iktidara gelmeyi hedefliyoruz” deme cesaretinde bulunmaz. Çünkü bunu itiraf ettikleri anda iki ülkenin emekçi halklarının, devrimci kadın ve gençliğinin kendilerine sırt döneceklerini bilirler. Bu konuda kurnaz ve uyanıktırlar.
Oysa parlamenter yolu, parlamenter ahmaklığı, “demokratik siyaset” diye allayıp pullayan, iki ülkenin emekçi sınıflarına demokrasiye ulaşmanın tek yolu olarak gösterenler kendilerinden başkası değildi. Dahası, “demokratik siyaset” diye parlamentoya ve seçimlere böyle güzellemeler yaparlarken aslında, çaktırmadan devrimci mücadele biçimlerini, emekçi sınıfların tek tarihsel hakkı olan isyan ve ayaklanma yolunu, dolaylı olarak, antidemokratik siyaset diye damgalamış oluyorlardı.
Şimdi, bütün bu çevrelerin, iş işten geçtikten sonra elbette, “demokratik siyaset” yani seçim ve parlamento yolu üzerine söylediklerine bakalım. Ancak devam etmeden önce, kişilerle işimiz olmadığını, bir anlayışı, bir politikayı, burjuvaziyle uzlaşmanın bir biçimi olarak parlamentarizmi mahkum etmeye çalıştığımızı, altını kalın biçimde çizerek anımsatalım. Öyleyse devam edebiliriz.
Aktif siyaseti bıraktığını ilan ettiği söyleşisinde HDP eski Eş Genel Başkanı Demirtaş, seçim ve sandıkla ilgili şunları söylüyor:
“Bu seçim daha en başından eşitsiz, adaletsiz ve gayrimeşru bir zeminde yürüdü. AKP devletin tüm olanaklarını yalan, iftira, karalama, baskı, engelleme için kullandı, sandıklarda şaibeli müdahaleler oldu. Son yedi yılı tam bir otoriterizmle geçirmiş Türkiye’de demokratik bir yarışın koşulları zaten yoktu. Dolayısıyla ortaya çıkan sonucun meşruiyeti hep tartışmalı olacak. Muhalefet, bu gerçeği bilmesine rağmen hep karşısında normal bir iktidar varmış gibi davranarak, rejimi meşrulaştırarak büyük hatalar yaptı. Yine, HDP’nin kriminalize edilmesini peşinen kabul ederek iktidarın değirmenine adeta su taşıdı. Karşınızdaki, olağan dışı yöntemler kullanarak seçim yerine operasyon yaparken siz ancak söylemde ve pratikte buna karşı olağanüstü yöntemlerle mücadele ederek başarı sağlayabilirsiniz.”
Okurdan beklentimiz ve isteğimiz bu satırları cümle cümle ve dikkatle, eleştirel bir gözle okumasıdır. Kelimesi kelimesine olmasa bile, bu sözler, üç aşağı-beş yukarı, istisnasız bütün sosyal reformist partilerin, uzlaşmacı küçük burjuva partinin, iş işten geçtikten sonra, yani seçimler yapılıp dinci faşist ittifak, başındaki adamla birlikte “atı çalıp Üsküdar’ı geçtikten sonra” günah çıkarma biçimi oldu. Oysa ortada sandıkta, seçimde işlenmiş bir “günah” varsa hep birlikte ortaklardı; bir hırsızlık varsa hırsızların erketeleri kendilerinden başkası değildi.
Sorarlar insana, “Bu seçim daha en başından eşitsiz, adaletsiz ve gayrimeşru bir zeminde yürüdü” ise, öncesinde aklınız neredeydi diye... Sorarlar kişiye, sadece bu seçimler mi şimdi şimdi tarif ettiğiniz biçimde oldu? Önceki seçimler farklı mıydı? “Sandıklarda şaibeli müdahaleler ol”muş. Başka ne bekliyordunuz? Ama her biri ayrı ayrı ele alınması gereken bu bahanelerin üzerinde duramayız. Ne yerimiz ne zamanımız müsait.
Sadece şunu söyleyebiliriz: Leninistler, bütün bunları ve bunlardan daha fazlasını hesaba katarak, olay ve olgularla bu dinci faşistlerin sandıkla gitmeyeceklerini yıllardır size anlatmaya çalıştılar. Siz, tüm gücünüzle emekçi kitleleri sandığa çağıranlar, büyük bir kibir ve “iktidar bizi demokratik siyaset dışına itmek istiyor” demagojisiyle bu sözleri duymazlıktan gelirken dinci faşist ittifakın hırsızlığına zemin hazırlamakla, “atı çalıp Üsdüdar’ı geçeceği” ortamı hazırlamakla meşguldünüz.
Elbette bu işte yalnız değildiniz. Muhalefet dediğiniz gerici-faşist ittifak yanınızda ve önünüzdeydi. Ama anlaşılan gerici-faşist ittifakın sınıf mücadelesindeki rolünü ve görevini hala ne anlamışsınız ne de anlamaya niyetiniz var. Şu sözler onun kanıtı: ”Muhalefet, bu gerçeği bilmesine rağmen hep karşısında normal bir iktidar varmış gibi davranarak, rejimi meşrulaştırarak büyük hatalar yaptı.”
Sayın sosyal reformist, uzlaşmacı, liberal baylar ve bayanlar; “muhalefet hata” yapmadı. Aksine görevini, hem de yüksek bir sınıf bilinci ve sadakatiyle yerine getirdi. Onun görevi dinci faşist iktidarı ayakta tutmak; bunun için emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, mezbahaya götürülen koyun misali, uyuşturulması, aldatılmasıydı. Bunu artık bir kabul edip emekçi sınıfları aldatmaktan, oyalamaktan vazgeçseniz, diyoruz. Bu kadar aldattığınız, oyaladığınız, gerici-faşist burjuva muhalefet hakkında yanılttığınız yetmedi mi?
Bir kişinin ağzından çıkmış olmasının bir önemi yok; aşağıdaki sözler, şimdi şimdi, iş işten geçtikten sonra, seçime katılan bütün bu şüreka tarafından paylaşılıyor: “Son yedi yılı -sadece son yedi yıl mı?- tam bir otoriterizmle geçirmiş Türkiye’de demokratik bir yarışın koşulları zaten yoktu.”
Artık “demokratik siyaset”iniz ne oldu diye sormayacağız, ama, madem öyle diyorsunuz, seçimlerden önce aklınız neredeydi? Halk kitlelerini bu konuda neden uyarmadınız ve seçimin demokratik olmayacağı konusunda aydınlatmadınız?
“Atı çalan Üsküdar'ı geçti”, seçimler bitti. Ama siz uzlaşmacılar, sosyal reformist partiler, sizinle işimiz bitmedi.
En azından, daha “Kürt faşistlerle uğraşamam” diyen Ahmet Şık; “Kürtlerle yan yana durmazsak oy alabileceğimiz kesimler var” sözüyle sosyal şovenizmini “utanarak sıkılarak değil”, açıkça ilan eden “Erkan Baş yoldaş”ınız var.
Sosyal reformist, uzlaşmacı politikalarınızı sandığa sığdırabilirsiniz; merak etmeyin. Çünkü tüm politikalarınız “demokratik siyaset” zarfı içinde sandıktan ibarettir. Ancak herkesin tanık olduğu bu olguları sandığa sığdıramazsınız.