Bir yazıyı rakamlara boğmak, onun okunurluğunu her zaman olumsuz etkiler. Dahası, söz konusu olan toplumsal yaşam olunca, etiyle kanıyla canlı insanlar, rakamların soğuk yüzünde silinip giderler.
Oysa o rakamlarda yer alanların her birinin bir yaşam öyküsü, seveni sevileni vardır. Nice dramlar, trajediler gizlidir o rakamlarda. Çoğu zaman gazetelerin üçüncü sayfalarına küçücük haberciklere dönüşür korkunç acılar.
Sahibinin sesi TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) işsizlik rakamlarını yayımladı. Malum, TÜİK öyle her işsizi işsiz olarak kabul etmediği için, hep düşük gösterir işsiz sayısını. Hani hükümet partisinin elemanları sağda solda diyor ya, “işsizlik yok, iş beğenmeme var” diye. “Bizim TÜİK”te de “işsiz beğenmeme” hastalığı olsa gerek!
İşin şakası bir yana, TÜİK’e göre herhangi birinin işsiz sayılabilmesi için “1- Son 4 hafta içinde bir gün dahi ücretli ya da ücretsiz hiçbir işte çalışmamış olması, 2- Son 4 hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış olması, 3- 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olması gerekiyor.” Hal böyle olunca milyonlarca işsiz, bir anda işsiz kategorisinin dışına düşüyor. Bir bakıma “buharlaşıyor”!
DİSK-AR, bizzat TÜİK rakamlarından yola çıkarak ülkede geniş tanımlı işsiz sayısının 9,1 milyon olduğunu hesapladı. Oransal olarak da yaklaşık yüzde 24. Her dört işçiden biri işsiz! Kadınlarda ise bu oran daha yüksek. Her üç kadın işçiden biri işsiz!
Tabii burada 65 milyon çalışabilir nüfusta istihdam oranının sadece yüzde 47 oluşu, yani çalışabilir nüfusun yarısının bile çalışmıyor oluşu, kapitalistlere işsizlik sayısını düşük göstermede alabildiğine imkan sağlıyor. Sadece 22 milyonu tam zamanlı kayıtlı işçi durumunda.
Bunca rakamı vermemizin sebebi şu. Gerçek anlamda işsizlik, geniş tanımlı diye hesaplananın da çok üstünde. İstatistik cambazlığı ile gizlene saklana ancak bu kadar düşürebiliyorlar!
Bu resmi rakamlarda bile dar ve geniş tanımlı işsizlik arasındaki makasın çok büyük olduğu görülüyor. Sebebi net. Her geçen gün daha fazla sayıda işsiz işçi, iş bulma umudunu tümden yitirerek çemberin dışına düşüyor.
İşsiz bir insan, basit bir istatistiki veri değil. O, genel olarak ailesiyle birlikte, yaşamdan kovulmuş bir bireydir. TL’nin pula döndüğü, hayat pahalılığının korkunç bir hızla tırmandığı günümüz koşullarında, tarifsiz bir açlık ve yokluğa, korkunç bir çürüme ve yozluğa değil, tamamen yaşamın dışına savrulup atılmış durumdadır.
Marx, Kapital’de, işçiler için “kendi yarattığı sermaye birikimi ile birlikte, kendisini nispi ölçüde fazlalık haline getiren, nispi artı-nüfus haline çeviren araçları da üretmiş olur; ve o, bunu, daima artan boyutlarda yapar” diyordu. Kapitalizmin nüfus yasasıdır bu. Kapitalist birikim öyle bir şekilde işler ki, işçiler ne kadar yoğun çalışırlarsa o kadar büyük bir hızla “nispi artı-nüfus haline gelir. Çünkü sermaye birikip büyüdükçe canlı emeğin oransal yeri sürekli azalır. Kaçınılmaz bir şekilde artan nüfustan ayrı olarak sürekli daha geniş işçi kesimleri işten çıkarılır. Bunların belirli kısmı yeni yatırımlarla yeniden “çalışma yaşamına” çekilir.
Marx bu işsiz işçi kitlesine “yedek sanayi ordusu” diyordu. Her kriz döneminde bu “yedek ordu” büyürken, krizden çıkış dönemlerinde azalma eğilimine giriyordu. Sürekli bir “atma-çekme” salınımı söz konusuydu. Ama sermaye birikiminin devasa boyutlara ulaşmasıyla bu “yedeklik” vasfı daha kalıcı hale gelir oldu. Sürekli daha geniş işçi kesimleri uzun süreli işsizlik kıskacına yakalandı.
90’lı yıllara geldiğimizde, artık kapitalist iktisat yazınında “beşte bir toplumu” türünden vahşi görüşler dile getirilir olmuştu. Bu görüşlere göre, mevcut kapitalist toplumların nüfuslarının beşte birinin üretimi tüm toplum için yeterli hale gelmişti, geri kalan kısım “gereksizleşmiş”, “eğlence ve şov dünyası tarafından oyalanması gereken bir kitle” haline dönüşmüştü. Özellikle yaşlı nüfus (ki Avrupa’da nüfusun yaşlanması ciddi bir eğilimdir), söz konusu kapitalist iktisat yazını için temel problematik haline getirilmiş, işin ucu Nazizme çıkmıştır. Bu türden insanlık-dışı görüşler, işsizliğin kapitalist toplumlarda kalıcılaşmasının nasıl bir fizik yasası keskinliğinde işlediğini gösteriyor.
Kapitalizmin dünya ölçeğinde derinleşen krizi, kalıcı işsizliğin de derinleşmesidir. Günümüzde kapitalist ilişkiler çerçevesinde işsizlik sorununun çözümü mümkün değildir. Tekrar ediyoruz. Sadece Türkiye'de veya kimi bağımlı ülkelerde değil, bir bütün olarak kapitalist dünyada sayısı yüz milyonları bulan işçi kitlesi kalıcı işsizliğe mahkum edilmekte, yaşamdan kovulmaktadır. Bu oranlar her geçen gün daha da büyümektedir.
Milyonlarca işçi, yaşama tutunabilmek için, aileleriyle birlikte kıyısında dolaşıp durdukları açlık ve ölüm uçurumuna düşmemek için, en ağır şartlarda çalışmayı kabul etmeye zorlanıyor. İşsizlik cehenneminin kapitalist sınıf için muazzam bir silah olduğuna kuşku yok. Öte yandan, milyonlarca işsiz işçi, bu en kötü işlerde “çalışma şansını yakalayabilmek” için her yolu deniyor. İşten atılan her işçi, işini geri kazanabilmek için en eşitsiz şartlarda mücadeleye atılmaktan geri durmuyor.
İşçilerin yaşama tutunma savaşıdır bu. Her düzeyde yürütülen ve yürütülmesi gereken dişe diş mücadeledir. “Patronların ikna edici yöntemlerle dize getirilmesi” dahil, her tür aracı kullanarak mücadele edecektir işçiler.
Bu, işin olmazsa olmazıdır. Bu türden mücadeleler, işçiler için aynı zamanda okul işlevi görür. Dayanışmanın, mücadele birliğinin, kendi gücünün bilincine varmanın okuludur.
Öte yandan, bu zorlu mücadelelerdeki kazanımlar ne düzeyde olursa olsun, kapitalist birikim yasası işledikçe işsizlik cehennemi sadece yanı başımızda bizi tehdit etmekle kalmayacak, sürekli büyüyerek hep daha geniş işçi kesimlerini yutacaktır. Vereceğimiz zorlu mücadeleler, kapitalizm şartlarında bu süreci tersine çeviremez. Sorunun kaynağı olan mevcut düzenin kendisidir. Onun genetik yapısıdır. Ve onu yıkmadıkça, sorunun kendisinden kurtulmamız mümkün değildir.
İşsizlik cehenneminden kurtuluş, sürekli kovulduğumuz yaşama gerçek anlamında tutunuş, bu kapitalist düzeni yıkacak olan devrime bağlıdır. Sorun son derece yakıcı. Hayat memat meselesi. Çözümü de son derece yakıcı ve pratik. Çözüm kendini ertelenemez bir şekilde dayatıyor. Yarın değil, bugün!