Devrimden ümit kesip tüm umutlarını seçim-sandığa bağlayanların seçim yenilgisinden sonra ilk işleri, seçim yenilgisinin faturasını emekçi sınıflara kesmek olur.
Emekçi sınıfları düzen içi çözümlere mahkum eden, burjuvazinin bir kesiminin kuyruğuna takan, burjuvazinin bir kesimiyle işbirliği yapan, emekçi sınıfları burjuva sınıfın bir kesiminin politik temsilcilerini yönetime taşımamanın kaldıracı haline dönüştüren kendi politikalarına bakacaklarına, işçi sınıfını, emekçi kitleleri suçlamaya başlarlar.
Koca koca partilerin, ya da en azından kendilerini böyle gören partilerin liderleri, rakı sofralarında “yok mirim yok, bu halk adam olmaz” diye ahkam kesenleri aratmaz hale gelirler. Şu örneğe bakın:
“AKP herhangi bir parti değil. Bir misyon partisi. Büyük ölçüde kendi misyonu, hedefleri açısından başarılı oldu. Böyle bir parti karşısında Türkiye’de son birkaç yılda ne yapıldı sandık edebiyatı, seçim hesapları dışında? Kaç işçi greve çıktı, kaç gün grevde geçti? Kaç direnişe, kitle gösterisine imza atıldı? Karşımızdaki karanlığı delecek yaygınlıkta bir örgütlü mücadele yok. Sandığa sıkışmış umutlar var. Muhalefetten filan tamamen bağımsız söylüyorum, AKP’yi yenmeyi hak etmedi bu toplum. Ha zaten, muhalefet bu kötürümleşme halinin temel sorumlusu.”
Bu sözler, TKP Genel Sekreteri unvanlı kişiye ait. Sanki, “bu kötürümleşme halinin temel sorumlusu” muhalefeti, muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu utanmadan-sıkılmadan destekleyeceğini, öyle böyle de değil, dobra dobra açıklayan bizzat kendisi değilmiş gibi!..
Umutları sandığa sıkıştıran kim? Türkiye ve Kürdistan'ın işçi ve emekçi sınıfları mı? Yoksa, birleşik devrimin bu toplumsal güçlerini sandığa çağıran; “tek adam rejiminin sandıkla yıkılabileceğini, en azından geriletilebileceğini” söyleyen, “seçim otobüsünün vaktinden önce durağa yanaşmasını”isteyenler mi? Seçimlerden aylar önce, 2022'nin Eylül ayında, seçim için sabırsızlık ifade eden şu sözler kimin dersiniz?
“Geniş bir halk kesimi Millet İttifakı’nı ve onun kazanacağı bir seçimi bekliyor. Bu bekleme bir an önce sona ermelidir. Beklemeyenlerin, meselenin özünü yakalayıp düzen değişikliği için örgütlü mücadeleye katılanların sayısı hızla artıyor ama hâlâ milyonlarca kişi beklemeyi tercih ediyor. Bu durumda seçim otobüsünün vaktinden önce durağa yanaşmasını istemek gerekir çünkü bu bekleme hâli halkımızı kişiliksizleştiriyor ve ülkeyi daha büyük bir karanlığa ittiriyor.”
“Seçim otobüsü”gelsin de, bir an önce bu otobüse bu halk ittire-kaktıra binsin, yoksa “kişiliksizleşiyor” diyen kendisi değilmiş gibi, şimdi “sandığa sıkışmış umutlar”dan şikayet ediyor.
Fakat haksızlık etmemek gerek. Bu düşünceler TKP ve Genel Sekreterine mahsus değil. İstisnasız, bütün sosyal reformist partilerin, hatta onlarla birlikte kimi “devrimci” yapıların adlarını bir torbaya doldurun ve o torbadan rastgele bir isim çekin, elinize gelen parti ya da örgütün aynı mantaliteye, aynı mantığa, aynı düşünce ve değerlendirmeye sahip olduğunu göreceksiniz!
Stalin'le birlikte soralım: “Bu bir tesadüf müdür yoldaşlar, hayır bu bir tesadüf değildir.”
İstisna kabul etmeksizin, bütün sosyal reformist partilerin ve onların ayak izinden ilerleyen oportünistlerin aynı düşünce ve mantaliteye sahip olmalarını sağlayan bir ortak temel, ortak çizgi olmalı. Böyle bir temel, böyle bir çizgi var. Bu, iki ülkenin emekçi sınıflarının kurtuluşu adına hareket ettiğini ileri sürüp devrimden umut kesen düşüncedir. İki ülkenin işçi ve emekçi sınıflarının, kadınların, gençliğin devrimci-yıkıcı enerjisine güvenmeyen, halkların kendisine güvenmeyen düşüncedir. Onun için, kendi arkasına bakmadan sorar durur: hani grevler, hani Cumartesi Annelerini yalnız bırakmaması gereken halk. Kaç kişiyle gösteri yapıyoruz; kaç grev örgütledik, vb vb. Bu tirat öyle sürüp gider.
Oysa iki ülkenin birleşik devriminin toplumsal güçlerine, kurtuluş yolu olarak devrimci kitle eylemlerini, sokağı, isyan ve ayaklanmayı değil de sandığı, seçimi, düzen içi çözümleri, burjuva sınıfın bir kesimini yönetime taşımayı önerenler kendilerinden başkası değildi. “Seçim otobüsü”ne binmek ve iki ülkenin halklarını da bu otobüse ittire-kaktıra bindirmek için üstün bir gayretkeşlikle çabalayan bizzat kendileriydi.
Bu sosyal reformistlerin çağrılarına uyup, burjuvazinin belirlediği koşullarda, sandık başına giden emekçi sınıflar, sonucu önceden belli seçimlerde, doğal olarak, “dinci faşist iktidarı yıkacak” sonucu elde edemediler. Dinci faşist iktidarı yıkmak ya da “geriletmek” bir hayal idi. Sonuçta, devrimden, devrimci iktidardan umudunu kesmiş bu sosyal reformist partiler, sandıktan yıkılmış hayallerle çıkınca, amiyane tabirle söyleyelim, iki ülkenin emekçi sınıflarına “sarmaya” başladılar: “AKP'yi yenmeyi hak etmedi bu toplum.”
Şimdi bu sonuçtan kendilerini sıyırmaya çalışıyorlar.
Oysa Leninist Parti, seçimlerden aylar-yıllar önce ve seçime bir gün kala, dinci faşist iktidar “sandıkla gitmeyecek” diye sesleniyordu.
Şimdi bir kez daha ve elbette aynı değil ama değişik argümanlarla, iki ülkenin işçi sınıfını, emekçi halklarını yerel seçimler için aldatmaya, oyalamaya, kandırmaya hazırlanıyorlar. “Belediye başkanlıklarını kazanmak iyi bir şey, kazanırsak fena mı olur” diyecekler; merkezi iktidar dışında belediye başkanlıkları dahil, her şeyin hiçbir şey olduğundan, bunun geçmiş yıllarda deneyimle öğrenildiğinden, kayyumlardan vb vb. tek sözcükle bahsetmeyecekler.
İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerde ya burjuva muhalefetin peşine takılacaklar ya da bağımsız aday çıkarmaları durumunda “oyları bölerek AKP'ye kazandırmakla” suçlanacaklar. Emekçi sınıfları isyan ve ayaklanma yoluna çağırmayıp sandık başına gittikçe bu tuzağa düşmekten kurtulamayacaklar. Devrimden umudunu kesen, burjuva muhalefet için “çantada keklik” durumuna düşmekten kurtulamaz.
Burjuva “muhalefet” şimdiden “keklik” avı hazırlıklarına başladı bile!..
Umut birleşik devrimde. Kurtuluş için tek yol birleşik devrimdir. Sözünü ettiğimiz tuzağa düşmekten kurtulmanın tek yolu, Leninist Partinin sesine kulak vermektir.
İki ülkenin emekçi sınıflarını, yoksul kitlelerini, kadın ve gençliğini sandık başına değil, sokağa, isyan ve ayaklanmaya, bütün iktidarı ele geçirmeye, devrimci bir iktidar kurmaya çağırın. İşte o zaman, 2013 Haziran Halk Ayaklanmasını, Kobane Serhıldanını yaratan halkların, bunları da aşan kahramanlıklar yarattığını göreceksiniz.
İki ülkenin emekçi halkları, Haziranları, Kobane Serhıldanlarını yarattı; yine ve daha güçlülerini yaratacak.