“Her ay dokuz bin yedi yüz esnaf kepenk kapatıyor.” Bu ortalama rakamdır. Bu rakamları veren, TESK'tir; tam adıyla, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlarları Konfederasyonudur. TESK rakamlar veriyor ve kapanan dükkan sayısındaki artışın geçen yıldan bu yıla %28'e ulaştığı bilgisini veriyor.
“Pandemi döneminin faturasını en ağır şekilde ödeyen esnaf toparlanmaya çalışsa da, ne yazık ki ayakta kalamıyor. Ne bayramlar, ne de düğün ve tatil sezonunun açılması esnafın işlerini düzeltti”
Düzeltemez. Pandeminin ve başka koşulların esnafın durumunu zorlaştırdığı doğrudur. Ama iflas etmek, küçük sermaye sahibinin tekelci kapitalizm koşullarında değişmez yazgısıdır. Bu yazgı, siyasal iktidarın politik karakterinden ayrıdır. Politik iktidarın siyasal karakteri bu yazgıyı hızlandırır ya da yavaşlatır; ancak ortadan kaldıramaz.
Olabilecek en genel ifadeyle söylersek, biraz sermaye biriktirip bir üst sınıfa atlama hayalleri ile yaşayan küçük dükkan sahibinin büyük bir ekseriyetle proletaryanın kollarına düşmesi, kaçınılmaz.
Ayda dokuz bin dükkanın kapanması demek, o sayıda ailenin geçim koşullarının ortadan kaldırılması demektir ve bu düzen bunu her gün, her ay artan sayıda yapıyor. Sürekli artan kiralar, devletin aldığı vergiler, banka faizleri ve en önemlisi, emekçi sınıfların artan yoksullaşması nedeniyle “siftah” yapmadan akşamı getiren dükkanlar.
Bu, tekelci kapitalist sınıfın artan sömürüsü yanı sıra, sermayenin merkezileşme hareketinin sonucudur. Sermayenin merkezileşmesi, farklı kapitalistlerin -ve dükkan sahibi, büyüklüğü ne olursa olsun, sonuçta bireysel sermayeye sahip bir “kapitalist”tir- elinde bulunan bireysel sermayelerin, ister rekabet, ister birleşme, ister yutma ya da başka biçimde olsun, tek ya da az sayıda kapitalistin eline geçmesi demektir.
Sermayenin, özellikle KOBİ denen, küçük ve orta büyüklükte işletmelerin iflasında kredi dediğimiz banka borçlarının, banka faizlerinin, kısaca bankaların özel bir yeri olduğunu vurgulamak lazım. Kısa bir makaleyi rakamlara boğmanın sıkıcılığını göze alarak, şu rakamları vermek gerekiyor. Artan maliyetler, maliyetleri sürekli yükselten döviz kuru, devletin altığı vergiler, kira artışları gibi giderlerden dolayı borçlarını çeviremez hale gelir dükkan sahibi; “Tek çareyi bankalardan kredi kullanmakta bulan KOBİ'lerin borcu, beş ayda 508 milyon lira arttı. Bankalara borçlu KOBİ sayısı Nisan ayında 4 milyon 665 bin oldu. Mart ayında borcu takibe düşen KOBİ sayısı 326 bin 624 iken bu sayı Nisan ayı itibari ile 349 bin 498’e ulaştı.”
Devlet ise şimdi yeni ve değişik vergiler getirme hazırlığı içinde. Bu, geçtiğimiz günlerde gece yarısı getirilen vergi ve zamların dışında. Ama en çok da dolaylı vergilere yükleniyor devlet. Çünkü dolaylı vergi, doğrudan ücretlilere, “kazandığını tüketen” sınıflara bindirilen bir yüktür. Bu yük de esasında dükkan sahibini, müşterisinin alım gücünü düşürdüğü için doğrudan ilgilendiriyor ve etkiliyor.
Devlet ise bu vergilerden vazgeçemez. Çünkü, olağanüstü rakamlara ulaşan masraflarını karşılamasının başlıca yollarından biri vergidir; ama özellikle de dolaylı vergidir. Marx'ın sözleriyle, “vergi, hükümeti emziren bir memedir”. Dolayısıyla, devletin bu kaynağı kesmesi, azaltması ya da bundan vazgeçmesi düşünülemez.
Kısaca, yönetimde nasıl ve hangi iktidar olursa olsun, büyük sermayenin küçük sermayeyi yutması, banka ve tefecilerin dükkan sahibini iflasa sürüklemeleri, artan sayıda dükkan sahibinin kepenk kapaması sürecek.
Burjuva katlara yükselme umuduyla proleter saflara düşme korkusu arasında gidip gelen küçük burjuvazinin, dükkan sahibinin çok büyük bir bölümü proletaryanın saflarına düşecek. Bu, kapitalist sermaye birikimi ve merkezileşmesinin doğa yasası katılığındaki bir yasasıdır. Demek ki, şimdilik her ay dokuz bin aile proletaryanın saflarına katılıyor; yaşamını sürdürme olanağı olmayanlar açlık ve sefalete itilerek yaşamdan kovuluyor.
Bu, Türkiye ve Kürdistan'da birleşik devrimin toplumsal tabanının nasıl bir genişleme içinde olduğuna işarettir. Bu süreç, durmaksızın devam edecek.
Ne var ki, dünün küçük burjuvası, proletaryanın saflarına katılırken kendi önyargılarını, özlemlerini, beklentilerini, kaygılarını da birlikte getirecektir. O, bir süre daha, eski günlere dönme umudunu korurken, ileri atılma ile geri çekilme arasında yalpalayıp duracak. Onu bu gelgitlerden, yalpalamalardan proletaryanın ileri doğru, devrime doğru kararlı yürüyüşü kurtaracak.
Birleşik devrim, saflarına katılan yeni güçlerle güç topluyor. Devrimde ısrar ve kararlılıkla ileri yürüyüş güç toplamanın, güç biriktirmenin temel ilkesidir. Dışımızda duran, kararsız, ne yapacağını bilmeyen taze güçleri etrafımızda birleştirmenin yolu budur.
Proletaryanın, emekçi sınıfların tam kurtuluş konusunda bilincini bulanıklaştıran, burjuvazinin yanına çeken sosyal reformist ve oportünist hareketin saflarında büyük bir dağılma, tutulmaz bir çözülme var. Bu, devrimci koşullarda, burjuva işbirlikçisi, uzlaşmacı bir politika izlemenin kaçınılmaz sonucudur. Geçtiğimiz son seçimler bu konuda hızlandırıcı bir işlev görmüştür. Eğer, söyledikleri gibi, seçimlerin “tarihi” bir yönü varsa, o tarihi yön işte burada aranmalıdır.
Kapitalist gelişmenin, sermaye birikimi ve merkezileşmesinin küçük ve orta burjuvaziyi artan bir hızla çözmesi, sosyal reformist partilerin dayandığı kitle temelinin de çözülmesi, onların bakış ve yaklaşımlarında büyük değişikliklerin meydan gelmesi demektir. Süreç bu yönde ilerliyor.
Şimdi Leninist güçlerin ileri atılma zamanı.