Emperyalist devletler ve onların savaş örgütü olan NATO dünyayı yeni bir savaşa sürükleme kararlılığını sürdürüyorlar.
Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta geçtiğimiz günlerde toplanan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları toplantısı yeni bir dünya savaşı çıkartma yönünde atılmış bir adım oldu.
Toplantıda alınan kararlardan çok, toplantının bileşiminin verdiği mesaj önemli oldu. Çünkü, toplantı NATO üyesi devlet ve hükümet başkanları toplantısı olmasına karşılık, NATO üyesi olmadıkları halde Avrupa'da büyük bir hızla geliştirilen faşizmin kuluçka yatağı görevini gören Ukrayna'nın başındaki faşist Zelensky'i, Japonya Başbakanını, İsveç Başbakanını, kapitalist Kore Başbakanını vb. toplantıya çağırmışlardı.
Bu haliyle toplantı, aslında, ortak bir karara varmak ve kendi aralarındaki sorunları ikinci plana atıp ortak hedefe odaklanmak üzere toplanan mafya babalarının toplantısına daha çok benziyordu.
Türkiye'de, konuya ilişkin yorum yapanlar, esas olarak, dinci faşist iktidarın başının bu toplantıda ne aldığına, ne verdiğine; kimle ne konuştuğuna odaklandı. Oysa bunun ancak tali bir önemi vardı. Türkiye'de tutulmaları gereken beş adet faşist çete başını, Rusya ile yapılan anlaşmayı ihlal ederek Ukrayna'ya gönderen dinci faşist iktidarın başı, NATO ve emperyalistlerin nasıl bir sadık “müttefiki” olduğunu zaten ortaya koymuştu.
NATO'ya bağlılık ve Rusya'ya düşmanlık konusunda gözü kara biri olduğunu kanıtlamak istercesine, Ukrayna'nın NATO'ya kabul edilmesi gerektiğini, Kırım üzerinde “hak iddia ettiği”ni gösteren açıklamalar da yaptı.
Oysa NATO toplantısının, hazırlanmakta olan dünya savaşının emperyalist kamp tarafında muhtemel katılımcılarının hepsinin çağrılmasının ayrı ve bir o kadar önemli anlamı vardı. En özet haliyle şudur: Avrupa'dan Uzak Doğu'da Japon denizine kadar yayılan bir alanda, Çin'i de içine alacak şekilde dünya savaşının hazırlık toplantısı olmasıdır.
Bu savaş, giderek hızlanan adımlarla hazırlanıyor. Bundan yaklaşık bir yıl önce, Avrupa Parlamentosu'nun Fransız üyesi, Thierry Mariani şöyle diyordu:
“ (Rusya ile) Savaşa giden yoldayız ama kimse bunu yüksek sesle dile getirmek istemiyor”. Fransız parlamenter bunu söylerken, 1959'da ABD'nin Vietnam Savaşı'na çekilmesi örneğini göz önüne alıyordu. Önce “askeri danışmanlar” göndermekle başlayan süreç, kısa süre sonra ABD ordusunun boylu boyunca savaşın içine girmesiyle sonuçlanmıştı.
Rusya ile bir savaşa hazırlandıklarını daha açık ifade edenler de vardı. Polonya Savunma Bakan Yardımcısı bunlardan biridir. Yaklaşık on ay önce, savaşa ve dünyayı kana boğmaya susamış bu Polonya yetkilisi bir gazeteye yaptığı açıklamada şöyle diyordu:
“10 yıl içinde Polonya'nın Rusya'yla savaşa gireceğini ve çatışmaların üç yıl sonra başlayabileceğini savundu. “Rusya'yla savaş riski çok yüksek” diyen Ociepa, Polonya'nın hızla silahlanması gerektiğini kaydetti.”
Polonya Hükümetinden gelen açıklamalar ciddiye alınmalıdır. Zira Polonya, en azından bu dönemde, ABD'nin Avrupa'daki tam yetkili, özel ve şımartılmış temsilcisi gibi davranmakta, NATO üyesi Avrupa devletlerine dahi ayar çekecek güç ve güveni kendinde buluyor.
Rusya, şu an itibariyle NATO üyesi olan ve olmayan (Japonya gibi) devletlerin katılımıyla düzenlenen toplantıda “büyük bir Avrupa savaşını başlatma kararı verildiği, hatta ilan edildiği” izlenimi edindiğini açıkladı. Rusya ve Çin, kendilerini hedef alan açıklama ve kararlara karşı sert bir karşılık verme hazırlığı içine girdiler bile.
Peki, Türkiye, bu muhtemel, hatta kaçınılmaz savaşın neresinde? Liberal düşünce sahipleri ve onlardan etkilenen “sol” kesimler, İsveç'in NATO üyeliğinin Türkiye tarafından halen onaylanmamış olmasına bakarak Türkiye'nin “Batı” ile Rusya arasında “kararsız” olduğunu fakat yavaş yavaş yüzünü “Batı”ya dönmeye başladığını ileri sürüyorlar. Bu, Türkiye'nin emperyalist kamptaki yerini kitlelerin bilincinde muğlaklaştıran bir düşüncedir.
Gerçekte, Türkiye “Batı” denilen emperyalist kampın tam ortasındadır ve tarihi boyunca da böyle olmuştur. İsveç'in NATO üyeliği konusunda işi ağırdan almasının beş kuruşluk bir önemi yok. İsveç, hali hazırda fiilen NATO üyesi gibi davranmakta; NATO üyeleri de İsveç'i böyle görmekteler. Bu yüzden Türkiye'nin İsveç'in üyeliğini ağırdan almasına önem yüklemek darkafalı bir düşüncedir. F-16 Savaş uçaklarının Türkiye'ye verilmesi ya da IMF'nin kredi musluklarının açılması gibi konular da ancak ikinci derecede sayılabilecek konulardır.
Kuruluş harcı antikomünizmle karılmış olan Türkiye, örneğin, özü komünizme karşı savaş olan 2. Dünya Savaşında savaşa girmediyse, iki emperyalist kamp, yani, Almanya-İtalya ile ABD-Britanya arasındaki denge konusunda net bir sonuca ulaşamamış olmasındandı. Türkiye, kazanacak kampa oynamak istiyordu ve kazanacak kamp ancak Kızılordu'nun faşist orduları önlerine katıp Berlin'e doğru sürüklemeye başladığı zaman belli olmaya başladı.
Bu ayrıntıya neden yer verdik? Kısaca şunun için: Türkiye hiçbir zaman “Batı” ile Rusya arasında “kararsız” bir devlet durumuna gelmedi. Aksine, Türkiye her zaman emperyalist kampta kararlıca yer alan devletlerin başında yer aldı. Bu nedenle, Türkiye'nin “Batı” ile Rusya arasında “kararsız” olduğunu ileri sürmek bilinçli şekilde yayılan bir yalan değilse, bir masaldır.
Nitekim, Rusya, Türkiye'nin Ukrayna ile ilgili açıklamaları için olsun, Kırım'la ilgili açıklamaları için olsun, ya da “Zirve”deki tutumu için olsun, “pembe gözlük takmıyoruz” açıklamasını yaptı. Yani tüm bunların hiçbiri sürpriz değildi.
Bütün dünyayı etkisi altına alacak bir dünya savaşı emperyalistler tarafından hazırlanıyor. Bununla birlikte ve aynı zamanda devrimci durum bütün dünyada olgunlaşıyor; sınıf savaşı, Fransa örneğinde olduğu gibi, şiddetleniyor, isyan ve ayaklanmalara doğru gelişiyor.
Emperyalistler ne yaparsa yapsınlar kapitalizmi, bir tarihsel sistem olarak, bu sömürü düzenini yıkılmaktan kurtaramayacaklar.