Zam yağmuru devam ediyor. Benzin ve motorine yapılan “tarihi” zamlardan sonra, yine bu iki temel akaryakıta zamlar devam ediyor. Benzine 25 Temmuz'dan itibaren iki liralık zam daha getirilecek.
Bunların yanı sıra, dolaylı vergilerin artışına devam ediliyor. Hükümet, emekçi sınıfları, yoksul kitleleri haraca bağlamanın en kolay ama bir o kadar da “güvenli” yolunu kullanmaya devam ediyor.
Akaryakıt fiyatlarına yapılan zamların işçi sınıfı, ücretli emekçiler, yoksul kitleler için ne anlama geldiğini uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Şu kadarını herkes bilir ya da tahmin eder: Bu iki maddeye getirilen zamlar, başta ekmek olmak üzere iğneden ipliğe her şeyin fiyatının artması demektir.
Yaşam işçi sınıfı, ücretli emekçi sınıflar, yoksul kitleler, emekliler, gençlik, kadınlar; kısaca, birleşik devrimin tüm toplumsal güçleri için cehenneme dönmüş durumda.
Fakat bu, yaşamı kitleler için cehenneme çeviren dinci faşist iktidarın duracağı nokta değil. Duramaz, durmayacak. Zamlara, vergi artışlarına, doğa ve emeğin talanına artan biçimde devam etmek zorundalar.
Nedenlerinden birine, hazinenin tamtakır, neredeyse memur maaşlarını ödeyemeyecek durumda oluşuna daha önceki yazılarımızda işaret etmiştik. Şimdi bir diğer nedene işaret etmek istiyoruz. Bu, bütçe açığı ile sıkı bağ içindeki devletin borçlanmasıdır. Marx, devletin borçlanması hakkında, neredeyse yüz yetmiş yıl önce, şunları yazmıştı:
“Devletin borçlanması, tam tersine, burjuvazinin yöneten ve meclisler aracılığıyla yasalar koyan kesimi için dolaysız bir çıkar niteliğinde idi. Onun spekülasyonlarının asıl hedefi, zenginleşmesinin başlıca kaynağı, kesinlikle devletin bütçe açığı idi.”
O günden bugüne değişen bir şey yok mu? Elbette var, üstelik muazzam değişiklikler bunlar. Sermayenin dev boyutlara varması, emperyalizm, mali sermayenin çıkışı ve tüm dünyada egemenlik kurması, devletin olağanüstü büyümesi ve harcamalarının bu büyümeyle doğru orantılı biçimde artması gibi sayılamayacak kadar değişiklik. Fakat saydığımız ve sayamadığımız bütün bu değişiklikler Marx'ın dahice sözlerini, çözümlemesini doğrulamaktan başka bir sonuca yol açmadı.
Kısaca, burjuva egemenlik altında işçi sınıfı, ücretli çalışanlar, yoksul kitleler, emekliler, işsiz iççiler, kadın ve gençler için yaşam, ağırlaşarak, çekilmez hale gelecek.
Devrimci güçler, en başta da Leninistler, tüm bunlardan nasıl bir sonuç çıkarmalılar? Sosyal reformist partiler, uzlaşmacılar, liberaller, seçim sonuçlarına bakarak “boş tencere”nin iktidar devirmediğini görünce pek hayıflandılar. “Hani boş tencere iktidar devirirdi” diye birbirlerine sorup durdular.
Oysa, iktisadi krizin, buna “boş tencere” diyelim, tek başına iktidar devirmeyeceği devrimci politikanın abecesidir. Hepsi aynı anlama gelmek üzere, iktisadi kriz, “boş tencere” kitlelerin yoksulluğu, hatta kitlelerin bu yoksulluğa karşı artan eylemliliği, tek başına, burjuva egemenlik anlamında, bir burjuva iktidarı deviremez; devirmeye yetmez.
Bu koşulların oluşması bir şeydir, bu koşullardan yararlanıp burjuva egemenliği bir devrimle yıkmak başka bir şeydir. Bunlar, burjuva egemenliğin, ve bu anlamda, burjuva iktidarın yıkılmasının koşullarını bize verir. Burjuvazi için “çıkışsız” bir durum yoktur. Dolayısıyla, burjuva egemenlik, burjuva iktidar, kendisini yıkacak güç, bu amaç için harekete geçmedikçe, kendiliğinden yıkılmaz. Bunun en taze örneği Sri Lanka ayaklanmasıdır.
Burjuva egemenliği yıkmak için, Lenin'in gösterdiği gibi, “devrime yukarıdan müdahale” zorunludur. Zamlara, faşist baskılara, sömürüye vb vb. işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul, ezilen kitlelerin artan eylemliliği devrimin alttan geliştiğinin tartışılmaz kanıtıdır.
Emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin eylemlerinde artış var mı? Bu soruya, tartışmasız “evet var” yanıtı vermek gerek. İşte son bir haber:
“Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş' de (DEDAŞ) işçiler Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Siirt, Batman, Şırnak ve 70 ilçesinde iş bıraktı! İşçiler, Dicle Elektrik Diyarbakır İl Müdürlüğü içinde eylem yaptı.”
Düzene ve faşist iktidara karşı kitle eylemlerinin artarak ve başka başka alanlara yayılarak devam edeceğinden kuşku duyulmamalı. Emeğin ve doğanın talanı, kitlelerin yaşamının yıkımı arttıkça başka türlü olması beklenemez. Bu, bize toplumsal devrimin koşullarının olgunlaştığını gösterir.
Bu durumda önümüze gelen pratik görev, devrimci güçlerin, Leninistlerin başka şeylerin yanı sıra, devrimin kaçınılmazlığını, kapsamını, derinliğini devrimin toplumsal güçlerine anlatmak, devrimin propagandasını yaygın, etkili ve kesintisiz biçimde yapmaktır.
Kesin ve tam kurtuluş için tek yol Birleşik Devrim! Eylem halindeki kitlelerle sıkı bağlar kurarak, emekçi, yoksul kitlelerin yaşamlarına karışarak, onlarla yaşamın içinde sıkı ve sağlam bağlar kurarak birleşik devrimin propaganda ve ajitasyonunu yapmalıyız.
Bir devrimci hareketi, bir devrimciyi, sosyal reformist hareket ya da kişiden ayıracak temel nokta budur. Yoksullukla, sömürüyle vb ilgili tabloyu onlar da aşağı-yukarı bizim gibi çizerler. Ama onların bundan çıkardıkları sonuç, en azından şimdilik bu “tek adam rejimi”nden kurtulmak için burjuvazinin bir kesiminin yönetime gelmesine yardımcı olmak...
Leninistlerin çıkardıkları; devrimcilerin de çıkarmaları gereken sonuç, devrim ve iktidar hedefini günlük pratik mücadelenin merkezine koymak. İşçi sınıfını ve emekçi kitleleri iktidarın bir devrimle ele geçirilmesi mücadelesine çağırmak.
“Boş tencere” iktidarı “götürmez” ama iktidarı bir devrimle “götürmenin” koşullarını verir. Bu koşullar var ve sömürü yoğunlaştıkça bu koşullar da olgunlaşacak. Yukarda ana hatlarını ortaya koyduğumuz tablonun önemi burada...