DİSK Genel Başkanı koltuğunda oturan Arzu Çerkezoğlu'nun, yanında yardımcısı Remzi Çalışkan’ın da olduğu bir heyetle faşist İYİP Genel Başkanı Meral Akşener'i gidip makamında ziyaret etmesi ortalığı ayağa kaldırdı.
Oysa yeni ve ilk defa olan bir şey değildi. Neredeyse bir yıl önce, aynı Çerkezoğlu, aynı sıfatla yine makamına giderek Akşener'i ziyaret etmişti. Demek ki, ortada ne bir sürpriz, ne de şaşılacak bir şey vardı.
Ama bir fark var. Son görüşmeye ateş püskürenlerin büyük bir çoğunluğu önceki görüşme hakkında gıklarını çıkarmamışlardı. Neden? Sorunun yanıtı basit. Bir yıl önceki görüşme, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaştığı bir tarihte olmuştu. Bugün ortalığı ayağa kaldıranların büyük çoğunluğu o gün Meral Akşener faşistinin içinde yer aldığı “Millet İttifakı”nı desteklemenin ısınma turlarını yapıyorlardı.
Sonra ne oldu? Okur hatırlayacaktır, örneğin, zamanın EMEP Genel Başkanı, hızını alamayıp İmamoğlu'na destek vermek için Saraçhane'de aynı faşist Akşener'le aynı otobüsün üzerine çıkmış, yan yana resim vermişti. Birkaç ay sonra düzenlenecek seçimlerde yapılacak dolaylı ittifakın provası gibiydi.
Sonrasını biliyoruz. DİSK ve bugün onu Meral Akşener faşistini ziyaret etti diye eleştiri yağmuruna tabi tutanların ezici bir çoğunluğu seçimlerde “Millet İttifakı” perdesi arkasındaki Meral Akşener'i desteklemek için kuyruğa girmişlerdi.
Sorun, DİSK Genel Başkanı'nın CHP dahil, gerici-faşist partileri ziyaret etmesinden çok daha ötededir. DİSK Genel Başkanlığı'nın, CHP'den milletvekilliği kapmak için bir sıçrama tahtası olduğu biliniyor ve muhtemelen, kişi olarak Arzu Çerkezoğlu şimdi bu atlayışın hazırlıklarını yapıyor.
Sorun şurada: DİSK, devrimci bir sendika olarak bitirildi. Yeni bir durum değil. DİSK'in müteveffa TKP tarafından, CHP'li Abdullah Baştürk'e teslim edildiği 1970'li yılların ikinci yarısında başlayan bir süreçti bu. Uzun yıllar içinde DİSK, bütün devrimci niteliklerinden arındırılarak burjuvazinin kuyruğuna takıldı. “DGM'yi Ezdik Sıra MESS'te” sloganını atan DİSK, bugün faşist olanları dahil, düzen partileriyle “Bölüşüm krizine karşı 'Gelirde Adalet Vergide Adalet'” sağlamak için görüşmeler yapıyor.
DİSK Başkanlar Kurulu'nun bu yönelimi, DİSK'in ölüm ilanıdır. İşçi sınıfını sömürü düzenini ortadan kaldırmaya çağırmak yerine düzenin kaçınılmaz sonuçlarını ortadan kaldırmak için, yani asla olmayacak bir şey için, mücadeleye çağırmak, işçi sınıfını oyalamaktan, işçi sınıfında boş, asla gerçekleşmeyecek bir beklenti yaratmaktan başka bir anlama gelmez.
Üretim araçlarının ve toprağın özel mülkiyeti yani sermaye niteliği sürdükçe “gelirde adalet” boş bir safsatadır. Gelirde “adalet”in sağlanmasının ilk ve temel koşulu, üretim araçlarının ve toprağın özel kapitalist mülkiyetinin ortadan kaldırılması, yani kapitalist düzenin, burjuva sınıf egemenliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu gerçekleşmeden, kapitalizm koşullarında, burjuva düzen içinde, bu düzen isterse dünyanın en demokratik burjuva cumhuriyeti olsun orada “gelirde adalet” gerçekleşmez. Aksini ileri sürmek, işçi sınıfında ve emekçi kitlelerde bu yönde beklenti yaratmak, burjuva sınıf çıkarına işçi sınıfını oyalamaktır; dahası aldatmaktır.
“Vergide Adalet” talebi ya da sloganı, bundan daha büyük bir safsata; bundan daha beter bir aldatmaca ve oyalamadır. Çünkü, örneğin, gelir vergisi, yani doğrudan vergi “artan oranlı” bir vergi sistemiyle, yani gelir oranına göre alınan bir vergi olsa bile, burjuva devlet, asıl olarak dolaylı vergi yoluyla işçi sınıfını ve emekçi kitleleri soyup soğana çevirmektedir.
Dolaylı vergi, bilindiği gibi, burjuvanın da işçi-emekçinin de hemen hemen aynı oranda tükettiği, temel tüketim mallarından, örneğin bir litre benzinden, bir kilo şekerden alınan vergidir ve bu vergi, günlük yaşam içinde işçinin, emekçinin farkına varmadan, şekeri, tuzu, benzini, mazotu alırken ödediği vergidir.
“Gelirde Adalet-Vergide Adalet” sloganını, ya da talebini diyelim, ileri süren DİSK Başkanlar Kurulu, devrimciliğe atılan ilk adımda öğrenilen, bu kadar basit bir şeyi bilmiyor olamaz. Ama burjuva sınıfla uzlaşma, devrimci olan her şeyden uzaklaşma, işte böyle, kişiyi ya da kurumu en basit şeyleri unutmuş gibi yapar.
İşçi sınıfını ve emekçileri düzeni yıkmak, devrim ve iktidarın ele geçirilmesi için mücadeleye çağırmak yerine, böylesi safsata, kapitalizm altında asla gerçekleşmeyecek talepler için mücadeleye çağırmak burjuvaziye hizmet etmektir.
Gelinen noktanın panzehiri militan, devrimci sınıf sendikacılığını yükseltmektir. DİSK, 1967'de Türk-İş'in mücadelede dip yaptığı; buna karşılık işçi sınıfının kapitalistlere karşı militan, geniş çaplı bir kavgaya girdiği koşullarda doğdu. Bugün DİSK, burjuvaziyle uzlaşma politikası sonucu ölümünü ilan ediyor. Buna karşılık işçi sınıfı, her yerde hareketlilik içinde; mücadeleye atılıyor, çıkış yolu arıyor.
Tarih kendini tekerrür etmiyor. Farklı koşullarda olduğumuz kuşkusuz. Ama sınıf savaşının mantığı aynıdır. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler burjuvaziyle uzlaşmaz bir mücadele içine girenlerin, kendilerine bu cehennemden gerçek çıkış yolunu gösterenlerin etrafında toplaşacaktır.
Militan, devrimci sınıf sendikacılığını yükseltmek bu yolda önemli bir basamak olacak!