Yoksul emekçi milyonlar için kuyunun dibi göründü. Bundan ötesi yok. Bundan ötesi ateş, kan, gözyaşı; ya yepyeni bir toplumun kapısı aralanacak ya da yoksulluğun kahreden perdesi...
“Okullarda açlık!” diyor burjuva gazetelerin kıyı köşe manşetleri, sanki bu partinin il kongresindeki kavgalardan daha önemsiz bir konu; korkak ve sinik başlıklar. Oysa çığlık çığlığa haykırılmalı bu gerçek sokaklarda, sesler kısılana, nefesler kesilene dek. Bir emekçi için bundan daha berbat bir yıkım yoktur. Ne kredi kartı borçları, ne fahiş kiralar ne de hızla bazı zavallı kafaları meşgul eden “Acaba önümüzdeki beş yıl çöplerimizi hangi belediye başkanı toplayacak?” sorusu.
Ve daha kötüsü geliyor, buhrandan bir çıkış ışığı yok, açlık önü alınamaz bir canavar gibi tüm kapıları çalıyor. Bugün okula aç giden çocukların yarın ağıtları yakılırken hangi yürek dayanacak? Bugün ortada Gezi benzeri genel bir hareket yok diye, şu ya da bu sorunu sokakta protesto edenler yeterli değil diye “Yaprak bile kımıldamıyor” tespiti yapanlar, açın artık gözlerinizi. Kıpırdıyor aç midelerde, çocukların bakımsızlıktan sönen gözlerinde, önünde hiçbir engelin duramayacağı ateşli bir isyan mayalanıyor. Böyle söyleyenler yoksul sınıflardan öylesine uzaklaştılar ki, solup giden minik bedenlere bakanların içlerinde hiçbir fırtınanın kopmadığını sanıyorlar. Tarihi, büyük insanlığın tarihini bilmiyorlar, her büyük ve amansız devrimin en ciddi fitilinin, aç çocuklarına bakarken dişlerini sıkan, yumruklarını kanatan emekçilerin zihinlerinde yandığını öğrenemediler.
Evet, doğrudur; ekonomik buhran yoksul on milyonların sırtına öyle ağır bir yük bindirdi ki, biz onlardan şimdiye dek alışık olunan tepkileri göremiyoruz. Çünkü laflar tükendi, çünkü içeride kopan fırtınaları dile getirecek kelime kalmadı; isyan kopuşundan başka! Sorsanız, yutkunurlar, boğazları düğümlenir; akan göz yaşını görmeyesiniz diye oradan uzaklaşırlar. Ama önü alınmaz bir sel gibi akacak büyük devrim, bu yutkunmalarla kopup gelir. Acı veren, yakan, keskin ve şiddetli duygulardır on milyonları kararlı ve çılgınca bir adıma doğru sürükleyen. Hiçbir sözün, deklarasyonun, programın, mükemmel tasarlanmış hiçbir kampanyanın gücü, on milyonları aynı çizgide birleştiren şiddet dolu duygular kadar etkili olamaz.
Bu demek değil ki, devrimci proletarya, emekçilerin ciğerini dağlayan bu önemli sorunda, oturup fitilin barut fıçısına düşmesini beklemeli. Hayır. Ama alışıldık tepkilerini göremediğimiz emekçi sınıflara, alışıldık yöntemlerle ulaşılamaz. Bir örnek: Bugünlerde tutsak vekilini çıkarmayı çalışmasının başına oturtan uzlaşmacı reformist parti, zülfüyare dokundu şöyle bir: Okullarda bir öğün yemek için yürüyüş düzenledi. Gözalıcı pankartlar, düzgün bir kortej, heyecandan yoksun sloganlar ve buz gibi bir bürokrat havayla kağıttan okunan bir basın bildirisi. Yani her şey alışıldık. Dışarıdan bakanlar, sorunu bire bir yaşayan muhatapları değil, bu konuyu dert edinmiş ama daha önemli işlerin yanında konuya şöyle bir dokunup geçen bir grup insan gördüler. (Ajitasyonda, dışarıdan nasıl göründüğünüz, meselenin can alıcı noktasıdır, neleri dile getirdiğiniz değil). Oysa yapılması gereken çok basitti. O mikrofon çocuğunu okula aç gönderen annelerin elinde olmalıydı. İşte o zaman kuru laflar ve saptamalarla dolu ruhsuz bir metin yerine, dinleyenlerin derisine işleyen, ciğerleri yakan duygular dile gelirdi. Ve ancak bu, sadece bu on milyonların ortak duygularını ifade eden bir çağrının başlangıcı olurdu.
Buhranın yıkım hızı, en devrimci partinin bile propaganda ve ajitasyonundaki değişim hızının ötesine geçti. Buhran, geçici ruh hallerini ve kalıcı sınıflar arası ilişkileri haftadan haftaya alt üst edecek derinlikte. Çok değil, bir kaç hafta önce fahiş kiralarla, kanlı bıçaklı kavgalarla ateşlenen barınma krizi baş gösterdi. Şimdi tüm bunların üzerine, okula aç giden çocukları konuşuyoruz. Ve bundan öte köy yok!
Ardı ardına binen, her biri öncekinden beter bir yıkımın ortaya çıkardığı gerilim, sınıflar arası çelişkilerin mevcut durumunu bir kopuş noktasına taşıyor. Aç çocukların aileleri, bir avuç sömürücü sermayenin azgın sefahatine diş bilemekle kalmıyorlar, yönetici dinci faşizmden kanı beyne sıçratacak laflar duyuyorlar. En tepedeki şahıs “Her şey psikolojik” diyor. Devede kulak misali, çok az öğrenciye verilen okul öğünleri bile bir anda kesiliyor. Çünkü, görülmemiş açıklar veren bütçe, KKM, garantili yol, köprü ve hastaneler vb. yöntemlerle bir avuç tekel ve bankanın talanına terk edildi. Paçalarından irin damlayan vahşiler gibi, kanlı pençeleriyle çocukların midelerine dadanmış bir avuç sömürgen, emekçi sınıflar üzerindeki hegemonyanın son kırıntısını da parçalayıp yuttuklarının farkında değil. Nasıl ki burnu avının kanıyla dolan kurt tehlikenin kokusunu alamazsa, şimdi görülmemiş kar oranlarıyla kendinden geçen tekelci sermaye, sınıflar arası ilişkilerinin son nirengi taşının düştüğünü ve hegemonya ilişkilerinde kocaman bir boşluk oluştuğunu kavrayamıyor. İktidarı ve sahte muhalefetiyle, tüm tekelci partileri aynı kör noktaya çektiler.
Sermaye dünyasının uzlaşmacıları ne alemde? Onların en büyük büyük derdi, aylar sonra bile seçimlerin nasıl kaybedildiği. Ne barınma krizi, ne çocukların açlığı henüz gündemlerinde. Parlamenter budalalığın dibi yok anlaşılan. Yine de bu uzlaşmacı burjuva partiler değil mi tepedekilerin hegemonik etkilerini emekçi sınıflar arasına sızdıran, bu sızma sayesinde emekçi sınıfların keskin sınıf sezgilerini körelten? Sermaye sınıfının paket servisçileri, motorlarındaki benzin tükenince orta yerde kalakaldılar, trafiğin tümden tıkandığını sanıyorlar, ortalığa umutsuzluk dolu saptamalar yaymakla meşguller.
Aç çocukların sönen göz bebekleriyle ateşlenen keskin acı ve şiddet dolu duygulara rağmen, şimdi bize gereken, bir parça, ama bir parça soğukkanlılık.
Çünkü politika, zaman zaman çılgın akışın üstüne çıkıp, durum tespiti yapmayı gerektirir. Sınıflar arası ilişkilerin geldiği nokta, politikanın çıkış noktasıdır. Aç çocuklar sorunu, emek ile sermaye arasındaki hegemonya ilişkisinin geriye kalan son saç telini koparıyor. Toplumun orta yerinde kocaman bir hegemonya boşluğu beliriyor. On milyonlara hangi sınıf önderlik edecek, boşluğun havada bıraktığı soru budur.
Bir hegemonya ilişkisi olmadan, kapitalizm altında çok farklı sınıflara, katmanlara bölünmüş toplum, birliğini koruyamaz. O yüzden hegemonya boşluğu bir toplumun uzun süre görmezden geleceği türden bir boşluk değildir. Başka türden politik boşluklar, farklı yol ve yöntemlerle doldurulabilir ancak hegemonya boşluğu ancak ve ancak bir sınıf tarafından doldurulabilir. Bu nedenle devrimci proletaryanın hegemonyası için tüm nesnel koşullar olgunlaşmıştır. Tekelci sermaye sınıfının, iktidarıyla, sahte muhalefetiyle, uzlaşmacıları ve işbirlikçileriyle, on milyonlarca emekçi üzerindeki politik etkileri şimdiden darmadağındır ve bu durum daha da ilerleyecektir.
Devrimci proletarya bu boşluğu, en yakıcı ve en keskin sorunları, bizzat bu acıları yaşayan bir sınıf olarak, sokak ve alanlarda avaz avaz dile getirmelidir. Gerekirse meşaleler eşliğinde gece yarılarında durmak bilmeyen enerjisini, engel tanımayan tutkusunu en az bu sorunlar denli ateşli bir biçimde sergilediğinde, işte o zaman hegemonya boşluğunu doldurmak mümkün hale gelir.
Öyleyse devrimci proletaryanın sermaye dünyasının uykularını kaçırmasının vaktidir. Buna değer, ödenecek her bedele değer. Aç çocukların ağıtlarının yakılmasına izin veremeyiz. Aç çocuklar intikam ister ve alır. En baştan onlar için hiçbir şey yapmayan devrimci müsveddelerinden...