Bu söz, savaşın daha ilk günlerinde burjuva medyada dillendirilen bir gerçekliği ifade ediyor. Bir itiraf bu. Sermayenin devasa propaganda aygıtının başarısızlığının itirafı.
Gerçekten de, savaşın ilk günlerinde bütün emperyalistler sıraya girmiş, üst perdeden İsrail’e tam destek açıklamaları yaparken, aynı ülkelerin sokakları, Filistin bayraklarıyla yapılan kitlesel gösterilere tanıklık ediyordu. “Tepe” siyonizmin azılı savunuculuğunu ve destekçiliğini yaparken, “aşağı”dakiler “Filistin özgür olacak” şiarlarıyla alanları inletiyordu. Suya atılan taşın yarattığı halkalar misali, eylemler dalga dalga genişlemeye devam ediyor. En başta da emperyalist merkezlerde, o meşhur meşum G7 ülkelerinde!..
Londra, Manchester, Roma, Milano, Berlin, Paris, New York, Los Angeles, Seattle, San Francisco, Chicago, Mississauga, Tokyo... Ardından neredeyse abartısız tüm Avrupa’da, başkentlerde ve belli başlı büyük kentlerde ve Avustralya’da... Coğrafi olmayan “Batı”nın işçi ve emekçileri, hükümetlerin açıktan İsrail yanlısı tutumuna karşı açıktan Filistin yanlısı gösterilerle karşılık veriyor!
Dünyanın geri kalan ülkelerinde ise zaten sokaklarda büyük kalabalıklar Filistin halkıyla, Filistin devrimiyle ateşli dayanışma gösterileri düzenleyerek, en azından “kendi” gerici iktidarlarının İsrail’e açıktan destek sunmasının önüne geçmiş bulunuyor.
Bu durumun, hiç kuşku yok ki, Filistin devriminin olağanüstü enternasyonalist özüyle yakından ilgisi var. Filistin devriminin harcı enternasyonalizmle karıldı. Devrimci proleter enternasyonalizmle. Bundandır ki, emperyalist propagandalar, hiçbir dönemde Filistin devrimini karalamayı, gözden düşürmeyi başaramadı. Ne o meşhur “uçak kaçırma” eylemleri döneminde, ne “Münih Olimpiyatları”ndaki o trajik rehine olayında, ne de başka tür şiddet eylemleri döneminde... Emperyalist basın tekelleri onca çabalarına rağmen, geçmişte asla istedikleri sonucu alamadılar.
Kuşkusuz, sermaye açısından bu başarısızlıkta, eldeki aparatın, siyonist İsrail devletinin gelmiş geçmiş en vahşi, en katliamcı, en ayrımcı (hatta “beyaz” Güney Afrika’dan daha ayrımcı bir “apartheit” rejimi), en fanatik-dinci bir şeriat devleti oluşunun etkisi de var. Ama tüm bunlar, “tamamlayıcı” nedenlerdir.
İşin özünde, tarihsel gelişmenin kendisi yatar. Dünya genelinde işçi ve emekçi sınıflar, emekçi halklar, Engels’in o güzel ifadesini kullanacak olursak, “içgüdüsel olarak” sosyalizme eğilim duyar. Sınıflı toplumların doğasına uygun olan budur. Bu yüzdendir ki, her türlü propagandaya rağmen, dünyanın herhangi bir köşesindeki devrimci bir gelişme, daima halklar nezdinde büyük bir sempati ile karşılanır. Bu durumun istisnası yoktur. Tüm modern tarihin şaşmaz bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimi ülkelerdeki devrim veya devrimci gelişme daha çok, kimisindeki biraz daha az etki yaratsa da, dünya hakları bu gelişmelerden etkilenir, onları sahiplenir. En azından sempati duyar. En gerici ülkelerde bile geçerlidir bu durum. Bu yüzdendir ki dünyanın herhangi bir köşesindeki emperyalist saldırganlığa karşı bir bakarsınız bir limanın işçileri grev yapmış, bir başka ülkede sokaklara çıkmış, vb.
Nasıl ki, burjuvazinin zor aygıtları tarihsel evrime karşı kullanıldığı için başarısız olmaya mahkumsa, burjuva propaganda araçları da, tarihsel gelişime ters, gerçekliğin tamamen çarpıtılmasına dayanan bu savaşımında, en nihayetinde başarısız olur. Burjuva propaganda asla kalıcı bir bilinç yaratamaz. Onun tüm başarısı, geçici başarılar, anlık bir “şok etkisi”, kitlesel reflekslerde kimi duraksama ve ikirciklenme yaratmaktadır. Ama hepsi budur! Eninde sonunda yaşamın katı hükmü kendini kabul ettirir, bu koyu yalan perdelerini yırtıp atar. 2022 Şubat’ında Ukrayna’daki savaşın ikinci aşamasının başlaması sonrası yaşananlar, bunun en taze örneği olarak karşımızda durmaktadır. O ilk dönemin korkunç propaganda fırtınasına kapılıp giden niceleri, şimdilerde o gün savundukları görüşleri aynı cesaretle savunamaz hale geldiler. Çünkü yaşamın kendisi, burjuva propagandanın o korkunç yalanlarını büyük oranda boşa düşürdü.
Benzer durumu Filistinli savaşçıların 7 Ekim’de başlattığı “ElAksa Tufanı” ile birlikte yaşadık. O ilk gün, emperyalist basın tekellerinin tüm dünyaya boca ettiği propaganda materyalleri, elbette dinci-gerici Hamas’ın “propaganda görüntüleri”nin de azımsanmayacak etkisiyle, bu tür propagandanın en zayıf kurbanı olan orta katmanlar üzerinde bir “şok etkisi” yarattı. Bu kesimler duraksadı ve burjuva propagandanın söylemlerini “kendi özgün görüşleri” olarak şurada burada dillendirmeye başladılar. Üstelik ortada dolanan “kafası kesilen 40 bebek” ve benzeri “haberler” varken, başka türlü bir sonuç olması mümkün müydü! Elbette orta katmanlar, dinci-gerici Hamas’ı bahane ederek, Filistin devrimi ile arasına bir mesafe koyma ihtiyacı hissettiler.
Burada da “yan etkenleri” bir kenara atarsak, işin özünde, burjuvazi ile kafa kafaya gelmeme, onun korkunç hiddetini ve şiddetini üstüne çekmekten korkma şeklinde tanımlayabileceğimiz bir sınıfsal refleksle karşı karşıya olduğumuzun altını çizmemiz gerekiyor. Bugün Filistin’de, dün Donbass’ta, karşımıza çıkan durumun temel nedeni budur. Ekim Devrimi’nden beri her kritik kavşakta aynı refleksi defalarca gördük. Yarın da görmeye devam edeceğiz.
Orta katmanların bu ikircikli tutumu, eşyanın tabiatına uygun olan bir şey. Geniş emekçi yığınlara, emekçi halklara gelince. Tüm bu propagandalara rağmen onlar, Filistin bayraklarını kaparak sokaklara inmekte asla tereddüt etmedi.
Yukarıda işaret ettik. Bu, evrensel bir durumdur, modern tarihin defalarca karşımıza çıkardığı bir durumdur. Fakat bugün, dünle aynı değil. Toplumsal gelişme, bugünü dünden ayırıyor. Günümüzde işçi ve emekçi yığınların bilinç düzeyi, geçmişle kıyaslanamayacak denli ileridir. İkincisi, geçmişten farklı olarak, emperyalist-kapitalist sistem bir bütün olarak çöküş sürecindedir. O yüzdendir ki, devrimci gelişmelere bugünün enternasyonal proletaryasının verdiği karşılık, çok daha küresel, çok daha evrensel bir durumdadır.
Filistinli savaşçıların kahramanca saldırısı, başka şeylerin yanında, işte bu gerçeği herkes için görünür hale getirmiştir.