25 Kasım 2016. Dünya proletaryası ve emekçi, ezilen, sömürülen halkları bu tarihi asla unutmayacaklar. Bu tarih, insanlığın tanıdığı en büyük devrimcilerinden birinin, Fidel Castro Ruz'un sonsuzluğa göçtüğü tarihtir.
Bu tarihten sonra, o büyük beyin düşünmeyecek; o büyük kafa, dünya işçi sınıfına canlı biçimde seslenip yol gösteremeyecekti artık.
Bu tarihten sonra artık sadece eserlerinden, geriye bıraktıklarından öğrenerek yol alabileceğiz. Yine de bize bıraktıkları sonsuz bir hazinedir. Fidel'in devrim ve iktidarın ele geçirilmesine ilişkin pratik politikası, özellikle bugün, daha önce hiç olmadığı kadar aydınlatıcı, yol göstericidir.
Neden “özellikle bugün”? Çünkü bugün birincisi, devrimci bir çağdan geçiyoruz ve devrimci bir çağda iktidarın fethi konusunda devrimci komünistlerin devrimin, iktidarın burjuvazi tarafından çalınmasına karşı, tıpkı Fidel gibi, son derece uyanık olmaları gerekiyor.
Devrimi yapmış halkların ellerinden iktidarın kayıp gitmesinin, burjuva güçler tarafından çalınmasının örneklerini yaşadık. 2011'de Tunus devrimi devrimcilerin, emekçilerin ellerinden çalındı. İktidar, halkın ellerinden, avuçlarından kayıp gitti. Yüzlerce yıllık yönetme, iktidarı elinde tutma tecrübesine sahip emperyalistlerin desteği ve yönlendirmesiyle dinci gerici-faşistler iktidara adeta kondular.
Mısır, daha canlı ve daha acı bir örnek oldu. Mübarek diktatörlüğünü kahramanca bir ayaklanma sonucu deviren Mısır halkı, devrimcilerinin uyanık olmamaları yüzünden iktidarı dinci-gerici faşistlere kaptırdılar. Aynı halk, Mursi denen dinci faşisti yine kahramanca bir ayaklanmayla, bir devrimle devirmesine karşılık, bu sefer Sisi denen gerici-faşist iktidara kondu. Sudan, Sri Lanka ayaklanmaları başka başka örnekler oldular.
Fidel, bu oyuna gelmedi. Devrimin kesin ve sonal zaferine beş kala, burjuvalar, Batista'ya karşı bir darbe yaparak devrimi yarı yolda bırakmaya çalıştılar. Fidel'le anlaşma-uzlaşma yollarını aradılar.
İktidara Adım Adım yürüyüşlerini anlattığı “Günlük”te bu durumu şöyle anlatıyor bize Fidel:
“Bütün bunların sonucu ne olacaktı? Eh, bir yarım devrim, bir uzlaşma, bir devrimin karikatürü. Bay Bilmem Kim; öyle ya da böyle adlandırılması önemli değil. Şu anda istifa etmemişse bile buna hazırlanan Bay Piedra'yı, Havana'da istifa ettireceğiz.”
Fidel, devrimin, iktidarın ellerinden alınması, kayıp gitmesi anlamına gelen uzlaşma teklifini işte böyle elinin tersiyle itiyor.
Fidel'in bu devrimci uyanıklığının kaynaklarından biri, burjuvaziye, burjuvazinin istisnasız tüm temsilcilerine karşı duyduğu güvensizlik ve uzlaşmaz tutumu ise, bir değer kaynağı da iktidar dışında verilecek her şeyin hiçbir şey anlamına geldiğini bilmesidir.
Bu nedenle, Fidel için hareketin daha ilk saatinden itibaren temel hedef, Batista iktidarının yıkılması ve iktidarın halk adına hareket eden devrimcilerin eline geçmesidir. Önce iktidar! Önce Batista diktatörlüğünün yıkılması ve iktidarın ele geçirilmesi. Fidel, bu amaç ve hedefin önüne en ufak bir şeyin geçmesine izin vermez. Bütün enerji, bütün dikkat, bütün mücadele bu hedef ve amaca yöneltilir. Ne Batista'nın seçimlerine katılmak, ne Batista'nın parlamentosunda, sözüm ona “teşhir, ajitasyon, propaganda” faaliyeti için sandalye kapmak... Onun kafasında tek bir düşünce vardı: Devrimle Batista diktatörlüğünü devirmek ve halkın iktidarını kurmak.
“Kamuculuk” adı altında Batista diktatörlüğü altında devletleştirme gibi taleplerle halkı aldatmak aklının ucundan geçmezdi Fidel'in. Burjuvazinin bir kesimini iktidara taşımak için halka çağrı yapmak, Fidel'in düşüncelerinin yanından geçmezdi. Devrim ve iktidar hedefini, bilinmez ayın son çarşambasına bırakıp hak ve özgürlükler denen ıvır zıvırlarla Küba emekçi sınıflarını oyalamak Fidel'in devrimci kişilik ve politikasına göre değildi.
Bu noktada, Küba silahlı kuvvetleri ile Fidel arasında uzlaşma arayışında olanlara Fidel'in verdiği yanıtın iki-üç maddesini aktarmak yerinde olacak. Fidel, uzlaşı arayışında olanlara şu yanıtı verir:
“Birincisi” der Fidel, “ Diktatörün tutuklanması ve Adalet Mahkemeleri'ne teslim edilmesi. İkincisi: Zorbalık rejiminde sorumluluk üstlenen, iç savaşın sebebi olan ... tüm siyasi liderlerin tutuklanması ve Adalet Mahkemeleri'ne teslim edilmeleri. ... Dördüncüsü: Diktatörlükle mücadele eden tüm kesimlerin atadığı bir şahsa ... geçici cumhurbaşkanlığı görevinin teslim edilmesi. Türkçesi, iktidarın devri.
Fidel, devrime ve halka sarsılmaz düşünce ve duygularla bağlı, deyim uygunsa, iflah olmaz bir iyimserdir ve böyle olunması gerektiğini savunur. Devrimler çağında bile, emekçi sınıfların devasa devrimci kitle eylemlerini görmeyip “dünyada sağ yükseliyor” diye salya sümük ağlaşan liberallerin, sosyal reformistlerin, uzlaşmacıların anlayamayacağı bir iyimserliktir bu.
Bu konuda Fidel şöyle bir anısını anlatır:
“Bazen iyimser olmakla suçlanıyorum. Bazı yoldaşlar hatırlar, ilk gerilemelerden sonra biz yedi silahlı gerilla tekrar bir araya geldiğimizde, ulaşmamız gereken yere vardığımızda, ‘Savaşı çoktan kazandık’ demiştim ve biz yedi kişiydik”
Evet, koca ülkede bir çarpışmadan yenik ayrılmış, bir şekilde hayatta kalmayı başarmış ve tekrar bir araya gelmiş yedi kişi. Ne bir eksik ne bir fazla. Fidel, yanındaki altı yoldaşına bakarak, “savaşı çoktan kazandık” der.
Okur, şimdi bir Fidel'e, bir de devrimci çağda, kitlelerin kapitalizmin kalbinde yüzbinlerle burjuvaziye meydan okudukları günlerde, “dünyada aşırı sağ yükseliyor” diye ağlaşanlara baksın.
Fidel'den öğreniyoruz ve daha öğrenecek çok şeyimiz var. Leninistler, devrimci öncü işçiler, Fidel'in şu sözlerine harfi harfine uygun bir mücadele örneği koymalılar:
“Partiye prestij ve güç veren şey şudur: örnek olmak, bugün her zamankinden daha fazla, kitlelerle sürekli bağlantı içinde olmak, halkla sürekli temas halinde olmak ve ister fikir alanında ister silah alanında olsun, mücadelede ilk olmak.” İşte o zaman Fidel'e layık olacak ve şu şiarı hakkıyla haykıracağız:
Devrim Biziz Biz Devrimiz!