Çiftçilerin, mevcut hükümetlerin tarım politikalarını protesto eylemleri bütün bir Avrupa'ya yayıldı dersek abartmış mı oluruz? Hayır, abartmış olmayız; hatta gerçeğin, olgunun tümünü tam olarak ifade etmiş olduğumuzdan bile şüphe edebiliriz.
Orta yerde olup biten, “protesto” kavramıyla ifade edilebilecek durumdan çok daha öte. Olup biten -sözün gelişi “biten” diyoruz; gerçekte her şey devam ediyor- eylemden çok daha fazlası, ayaklanma kavramına çok daha yakın.
Dahası, artık tek tek ülkelerle ifade edilebilecek durumun çok daha ötesinde, bütün Avrupa ülkelerini sarmış durumda çiftçilerin ayaklanması. Öyle ki, hiç umulmadık yerde, Seydişehir'de, çiftçiler Avrupa'daki sınıfdaşlarının örneğini takip ederek traktörleriyle meydanlara çıktılar. Bunu Türkiye ve Kürdistan'da başka kasaba ve köyler izleyecek mi? Biraz bekleyip görmek gerekecek. Yine de bu soruya olumsuz yanıt vermek için hiç bir neden yok.
Birinci sonuç: Emekçi çiftçiler, tıpkı işçi sınıfında olduğu gibi, birbirlerinden öğreniyorlar. Bu öğrenme, salt bir ülke hududuyla sınırlı değil. İletişim ve bilginin dolaşım hızı sadece kapitalistlerin meta ve para dolaşım hızına olağanüstü bir ivme katmakla kalmıyor ama emekçilerin birbirinden haberdar olma, birbirinden öğrenme; öğrendiklerini hayata geçirme süreçlerine de olağanüstü bir hız katmış bulunuyor. Avrupa çiftçilerinden bunu gördük; Seydişehir çiftçileri gördüklerimizi pekiştirdi.
İkinci sonuç: Marx, sadece Paris'te ve hatta Paris'in belli semtlerinde ortaya çıkan sınıf savaşına “Fransa'da iç savaş” adını koymuştu. Çünkü, Paris'teki sınıf savaşı, Fransa'nın tüm bir geleceğini belirliyordu. Şimdi, Hollanda-Belçika'dan Yunanistan-İtalya'ya; İspanya'dan Romanya ve Moldova'ya Avrupa'nın hemen hemen tüm ülkelerinde ortaya çıkan çiftçi eylemlerine “Avrupa'da Çiftçi Ayaklanması” demek gerekiyor. Olgunun gerçek tanımı budur.
Polonya, Fransa, Romanya, Hollanda, Belçika, Yunanistan, İtalya, İspanya, Moldova gibi Avrupa'nın bir ucundan diğer ucuna yayılan çiftçi eylemlerinin görünen nedenleri üzerinde; başka bir ifadeyle, çiftçilerin talepleri üzerine çok şey söylenebilir. Ancak, tek tek sıralanacak bu talepler, hareketin gerçek, sonu sonuna nedenini bütün yönleriyle açıklamaktan uzak kalır.
Sermaye sınıfı ve olguyu gerçek nedenleriyle ortaya koymaktan uzak olanlar, eylemlerin bu yaygınlığını Rusya-Ukrayna savaşına bağlamaya çalışıyorlar. Savaşın, eylemlerin ortaya çıkışı üzerinde etkisi olsa da bu, tek başına olguyu açıklayamaz. Çiftçi eylemlerinin dalga dalga savaşın çıkışından çok önce, örneğin 2015'te bütün Avrupa çapında görülmüş olması; bu bile tek başına burjuvazinin bu tezini çürütmeye yeter.
Çoğu yerde bir ayaklanma, bir isyan boyutuna ulaşan bu eylemlerin sonu sonuna gerçek nedeni emperyalist mali sermayenin bizzat kendisidir. Banka sermayesiyle birleşmiş sanayi sermayesi, yani emperyalist mali sermaye tekeli, sanayide ve üretimin tüm diğer alanlarında olduğu gibi tarımda da kapitalist üretimin en büyük engeli haline gelmiştir. Çiftçileri, tarımsal üretimi yıkıma götüren temel neden, emperyalist mali sermayenin emrindeki, daha doğrusu onların birer komitesinden ibaret olan hükümetlerin politikalarıdır.
Artık çiftçileri de harekete geçiren, ayaklanmaya iten devrimci durum dünyada egemen olgudur. İşçi sınıfının, ücretli emekçilerin, ezilen halkların yanı sıra, çiftçilerin de ayağa kalkmış olması, dünyada emperyalist mali sermaye egemenliğinin en önemli toplumsal dayanaklarından birinin daha yıkılmakta olduğunu gösteriyor.
Emperyalist mali sermaye, kendi büyümesini devam ettirebilmek için, başka şeylerin yanında, önce bağımlı ülkelerin tarımını ve doğasını yıkıma uğrattı. Arkasından sıra kendi ülke tarımına geldi. Vergilerle, tarım girdilerine getirdiği zamlarla, bağımlı ülkelerden ucuza ithal ettiği tarımsal ürünlerle kendi topraklarındaki işçi sınıfının geçim araçlarını ucuzlatmaya; böylece işçilerin ücret talepleri üzerindeki baskısını hafifletmeye çalıştı. Ukrayna'nın buğday ihracı önünde Rusya'nın engel olması üzerinde koparılan bunca fırtınanın asıl nedeni, sadece faşist Ukrayna hükümetinin gelirden yoksun bırakılması değil fakat aynı zamanda ve ondan çok daha önemlisi, buğdayın, “kapitalist yönden gelişmiş modern ulusların başlıca geçim aracı” olmasıdır.
Mali sermayenin organik bir bileşeni olarak “sanayi sermayesinin karı, tarımsal karı belirler.” Bu nedenle, sanayi sermayesi, emek-gücünün kendini yeniden üretimi için gerekli geçim araçlarının fiyatını sürekli aşağı çekme eğilimi gösterir. Üretim araçlarının fiyatlarındaki artış, banka kredileri ve faizler, hükümet vergileri, üretim koşullarının giderek kötüleşmesi gibi daha bir dizi neden küçük tarla sahibini, emekçi köylüyü sürekli biçimde yıkıma sürükler.
Bugün Avrupa'nın hemen hemen tüm ülkelerinde gördüğümüz ve bir ayaklanma, bir isyan biçimine dönüşen çiftçi eylemlerinin arkasındaki asıl ve kalıcı nedenler işte bunlardır. Şüphesiz, savaş gibi çiftçilerin yıkımını hızlandıran güncel pek çok neden daha var. Ancak, kalıcı ortak temel olarak kapitalist üretimin yasalarının emekçi köylüyü yıkıma götürmesi hareketin sürekliliğinin güvencesidir.
İşçi sınıfı, ücretli emekçiler ve tüm sömürülenler gibi, kapitalist üretim biçiminin yıkıma uğrattığı emekçi köylüler de birbirinden öğreniyor; birbirini taklit ediyor ve daha ileri, daha etkili eylem biçimlerine başvuruyorlar. Böylece, dünya işçi sınıfının, sermayeye karşı savaşımında en yakın müttefiki olacak güçler de harekete geçmiş oldular.
Bir kez daha altını çizmekte yarar var: Çiftçi hareketi -biz buna emekçi köylü hareketi de diyebiliriz, ve doğrusu da budur- dün başlamış değil. Bu hareket yıllardır sürüyor. Ancak kendini tekrar eden bir hareket olarak değil, her aşamada bir önceki birikimin üzerine yükselen daha güçlü, daha bilinçli, mali sermayeye ve hükümetlerine karşı daha ileri giden bir hareket olarak sürüyor.
Dünyada devrimci durum olgunlaşıyor. Bilincinde olsunlar ya da olmasın, esasında emekçi küçük köylü, kendisini mali sermaye ve hükümetlerinin baskı ve sömürüsünden kurtaracak bir devrim arayışında.
Emekçi küçük köylüyü bu baskı ve sömürüden sadece başını işçi sınıfının çektiği bir devrim kurtarabilir. Bu noktada sözü Marx'a bırakalım:
“Görülüyor ki, onun sömürüsü, sanayi proletaryasının sömürüsünden yalnızca sömürünün biçimiyle ayırdedilir. Sömürücü aynıdır: yani Sermaye. Tek başlarına ayrı ayrı ele alınan kapitalistler, gene ayrı ayrı köylüleri, ipotekler yolu ile ve tefecilik yolu ile sömürürler. Kapitalist sınıf, köylü sınıfını, devlet vergisi yolu ile sömürür. Mülkiyet sözü köylü için bir tılsımdır, sermaye şimdiye kadar bu tılsımla köylüyü büyülemiş ve bunu, köylüyü sanayi proletaryasına karşı kışkırtmak için bir bahane olarak kullanmıştır. Köylüyü, yalnız sermayenin çökmesi yükseltebilir, yalnız antikapitalist, proleter bir hükümet köylüyü ekonomik yoksulluğundan, toplumsal aşağılanmasından kurtarabilir.”