Birleşik devrimin gücünü küçümseyip burjuva sınıfın, bu sınıfın egemenliğinin bekçisi olarak faşist devletin ve dinci faşist yönetimin gücü karşısında yerlere kadar eğilenlerin bir kez daha şaşıracakları bir tespit yapalım: Dinci faşist iktidar ve faşist devlet birleşik devrimin ilerleyişi ve sürekli artan gücü karşısında savunmada.
Pek çok belirtisi var bu tespitimizin, ama hemen akla gelecek ilk iki belirti olarak şunları işaret edebiliriz: Birincisi, dinci faşist iktidarın başı, yerel seçimlerden hemen sonra, beklenmedik bir anda ve durduk yerde “normalleşme-yumuşama”nın bir ihtiyaç haline geldiğini açıkladı. Şöyle:
“Ben de Özgür beye ilk fırsatta böyle bir ziyaretin karşılığını yapacağımı söyledim. Türkiye'nin buna ihtiyacı var. Türk siyasetinin buna ihtiyacı var. İlk fırsatta da bu ziyareti gerçekleştirerek Türkiye'de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum. Bu adımı da atacağız.”
Elbette, dinci faşist iktidarın başı, böyle birden bire “siyasette yumuşama”ya gidilmesi gerektiğini ve gidileceğini söylerken hidayete ermiş filan değildi. Arkasında son yerel seçimlerin sonuçları bir heyula gibi duruyordu. Orada, dinci faşizmin kitle desteğinin hızla eridiğini ve en az bunun kadar önemli olan seçimlere katılımın düşüklüğünü görüyordu. Kitleler üzerindeki etkisinin giderek zayıflaması faşizm için ölümcül bir işaretti.
Koltuk değneğine sarılması gerekiyordu. Bu CHP idi. CHP de benzer sonuçlara varmış ve bunun düzen açısından tehlikesini anında farketmişti. Onun için, CHP Genel Başkanı, “zafer” ilan ettiği yerel seçimlerden hemen sonra “erken seçim çağrısı yapmıyoruz” dedi. Dinci faşist yönetime, her zaman yaptığı gibi, en çok ihtiyaç duyduğu anda can simidini atmıştı.
Guguk kuşu horozu, horoz da guguk kuşunu övmeye başlamıştı. Karşılıklı ziyaretler başladı; burjuva basın, liberal internet gazeteleri ve mahallenin tüm yazar-çizerleri bu karşılıklı ziyaretlere hiç de sahip olmadıkları önemi yüklemeye, adeta göklere çıkarmaya başladılar. RTE'nin CHP'yi ziyaretinde kim nereye oturacak, sandalye düzeni nasıl olacak, hangi bayrak ve amblemler nereye yerleştirilecek gibi ıvır-zıvır şeyler günlerce halkların kafasına boca edildi. Denizin ortasında boğulmamak için saman çöpünden medet umuyorlardı.
Konumuz olmadığı için, şu noktayı işaret etmekle yetinip geçelim: Sosyal reformist, liberal ve uzlaşmacılar RTE'nin “siyasette yumuşama sürecini başlatma” ifadesinden hiç olmadığı kadar umutlanmışlardı.
Genel olarak tekelci sermaye sınıfının, özel olarak bu sınıf adına dinci faşist iktidarın ve faşist devletin birleşik devrim karşısında savunma durumunda olduklarının bir başka işareti, aralarındaki çelişki, çatışma ve kargaşanın derinleşmesidir.
Tam “yumuşuyoruz” derken, RTE-CHP görüşmesinden “satışa mı geliyoruz diye nem kapan MHP CHP ve çiçeği burnunda Genel Başkanı hakkında tehdit ve hakaretlere varan ifadeler kullanmaya başladı. Karşıdan yanıt gecikmedi. “İki iri kıyım vampir kılıklıya söylüyoruz” başlığıyla yapılan CHP açıklaması seviyeyi göstermesi bakımından aktarmaya değer; şöyle:
“ Dolayısıyla koltuk milliyetçilerini uyarıyoruz: Konuşurken dikkat edin. Kendi foseptiğinizden gelen kokular, dava partisi diye bilinen MHP'yi bir kriminal vaka odağına çevirmiş, halis duyguyla düşüncesini taşıyan ülkücüleri zan altında bırakmıştır. (...)
1980 öncesinde memleketin gençlerini vurmak için pusu kuran anlayışın bugünkü temsilcisi koltuk milliyetçisi bu iki iri kıyım vampir kılıklıya söylüyoruz: Cumhuriyet Halk Partisi'ni ve Genel Başkanını tehdit etmek sizin haddinize değildir.”
Ama biz bu horoz dövüşünü bir kenara bırakıp işin özüne dönersek şunu görürüz: “Yumuşama” söyleminin arkasında, birleşik devrim karşısında savunma pozisyonunda olan tekelci sermaye sınıfının 70'li yıllardan beri özlemini duyduğu iki büyük burjuva parti arasında uyumlu bir koalisyon kurma hayali vardı. Bu, geçmişte AP-CHP koalisyonu biçimindeydi.
Sözkonusu yıllarda iç savaş ve devrimin gelişimi karşısında AP-CHP koalisyonunu kurmak tekelci sermaye sınıfının en büyük özlemiydi. Olmadı, yapamadı; yerine 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünü koydular.
90'lı yılların iç savaş ve serhıldanlar-ayaklanmalar döneminde bir ölçüde bunu başarabildi. Parçalanmış, yıpranmış AP'den arta kalan DYP ile yine parçalanmış, hırpalanmış CHP'den arta kalan SHP'yi bir araya getirip DYP-SHP koalisyonunu yapabilmişlerdi. İç savaş, Kürt halkının serhıldanları, gerilla savaşı, şehir savaşları, grevler, kitle gösterileri, isyan ve ayaklanmalarla baş edebilmek için “güçlü hükümet”e ihtiyaçları vardı. Bu koalisyonla 2 Temmuz Sivas katliamını, gözaltında kayıpları, açık-gizli infazları, köy yakmaları, vb vb. yaptılar. Faşizmin insan biçiminde vücut bulmuş hali olan Mehmet Ağar'ın “bin operasyon yaptık” dediği dönemdi. En kanlı dönemlerden biriydi, kısacası.
Fakat burjuvazi açısından bunun da handikapları vardı. İki büyük partisini böyle sahaya sürmesi, ikisinin de aynı süreçte yıpranması, emekçi sınıflar üzerindeki ideolojik ve politik etkilerini yitirmeleri anlamına geliyordu. Yetmişli yıllardan beri, sert sınıf savaşının, iç savaşın içinde faşist güçler arasında yerini almış, haliyle bir hayli deneyim kazanmış diyebileceğimiz faşist Bahçeli, kendini ve partisini ayrı tutarak, “isterlerse AKP-CHP koalisyon hükümeti kurabilirler” dedi. Kendisi ve partisi, diğer iki partinin kitleler nezdinde teşhir olup ideolojik-politik etkilerini yitirmeleri ihtimaline karşı, rezerv güç olarak kalmalıydı.
Ancak, öyle anlaşılıyor ki, tekelci sermaye sınıfı ve onun politik güçleri bu konuda kararsızlar. “Güçlü hükümet”e ihtiyaç duydukları kesin, ancak iki büyük burjuva partinin aynı anda işçi sınıfı ve iki ülkenin emekçi halkları üzerinde tüm politik-ideolojik etkilerini yitirmeleri tehlikesi de var ki bu, birleşik devrimin önü alınamaz şekilde güçlenmesi anlamına gelir. Bu yüzden dinci faşist parti, frene basar gibi yaptı ve MHP'nin kenarda tutulacağı bir hükümet senaryosuna şimdilik “irademiz tam” sözüyle fren yaptı.
Tekelci sermaye sınıfının “güçlü hükümet”e ihtiyaç duyduğu tartışmasız. Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı, emekçi halkları üzerinde tam bir faşist terör estirmek için gerekiyor bu. Bu hükümet biçimi ister CHP'nin resmen hükümete dahil edilmesi biçiminde olsun, isterse hükümete dahil edilmeden pratik destek biçiminde olsun hayata geçirilmek isteniyor.
Sosyal reformistlerin, uzlaşmacıların, kendini çok bilmiş liberal tayfanın duyar duymaz sevindirik oldukları “yumuşama”nın hedefi bu.
Ne yapsalar birleşik devrimin gelişimini durduramıyorlar. Ne yapsalar, işçi sınıfının, Kürt halkının, Türkiye emekçi sınıflarının direncini kıramıyorlar.