< Haniye Suikastı ve Barışa Giden Yol

Siyonist rejim savaşı yaymak için her tür çılgınlığı yapıyor. Emperyalist hamilerini, ki bunlar İsrail ile birlikte bölgede sürekli çatışma ve savaşların parçası durumundalar, büyük bir bölgesel savaşa sürüklemek için yoğun çaba harcıyor.

Suriye’ye süreklileşen hava saldırıları, Lübnan’a yönelik ağır bombardımanların tırmandırılması, Şam’daki İran elçilik binasına hava saldırısı, Hamas lideri Haniye’nin Tahran’da füze ile öldürülmesi, Hizbullah komutanı Fuat Şükür’ün Beyrut’ta hava saldırısında öldürülmesi, Yemen’in Hudeyde limanına hava saldırısı... Bu sabah itibariyle, henüz doğrulanmayan bilgilere göre, İran Devrim Muhafızlarının hava kuvvetleri komutanı Emir Ali Hacızade’nin, Şam yakınlarında öldürülmesi...

Gazze’de sürmekte olan gelmiş geçmiş en vahşi soykırımı saymıyoruz bile!

Haniye suikastı bütün kırılgan dengeleri altüst etti. İsrail ile Hamas arasında aylardır “ateşkes görüşmeleri” devam ediyordu bir yandan. Burjuva normlara göre bile “aşırı” bir eylemdi Haniye’nin öldürülmesi.

Suriye’de dinci faşist çetelerin en büyük destekçisi ve İsrail’le işbirliği içinde kalan Katar bugün “Görüşmeler devam ederken siyasi suikastların ve Gazze'de sivilleri hedef alan saldırıların devam etmesi bize şu soruyu sorduruyor: Bir taraf, karşı taraftaki müzakereciye suikast düzenlerken arabuluculuk nasıl başarılı olabilir? Barış, ciddi ortakları ve insan hayatına saygısızlığa karşı küresel bir duruşu gerektirir” demek zorunda kalırken, aynı pozisyondaki Mısır da “Bu bölgesel tırmanışın Gazze'deki ateşkes müzakerelerinde ilerleme kaydedilmemesi ile eş zamanlı yaşanması, durumun karmaşıklığını artırıyor ve İsrail'de yatıştırma amaçlı siyasi iradenin yokluğuna işaret ediyor.” şeklinde açıklama yaptı. Bu iki işbirlikçi devletin böyle açıklamalar yapmak zorunda kalmaları Ortadoğu (Batı Asya) emekçi halklarındaki antiemperyalist, antisiyonist potansiyeli göstermesi bakımından önemlidir.

İran, suikasttan İsrail ve ABD’yi sorumlu tutarken, Blinken “Bu bizim haberdar olmadığımız veya müdahil olmadığımız bir şey” diye yanıtladı. Ama aynı ABD’nin savunma bakanı “saldırı karşısında İsrail’in savunmasına yardım ederiz” dedi ve BMGK toplantısında Anglosakson emperyalizmi (ABD ve İngiltere) göğüslerini siper ederek siyonist rejimi savundular.

Siyonist İsrail, emperyalizmin bölgedeki karakolu, emperyalizmin bölgeye sapladığı bir hançer olduğu için bu durum eşyanın doğasına uygun. Toplantıda Çin, Rusya, Cezayir açıktan İsrail’i kınadı. İran, "Uluslararası hukuk uyarınca meşru müdafaa hakkımızı muhafaza ediyoruz. Uygun gördüğümüz zaman ve şekilde cevap vereceğiz" dedi.

Sözün kısası, durum alabildiğine gergin. İsrail’in son saldırıları hasımlarını ya karşılık verme ve bölgesel bir savaşı başlatma (ki böyle bir savaşın nerelere yayılacağını kestirmek mümkün değil), ya da saldırıları sineye çekerek İsrail’i saldırganlığında cesaretlendirecek politikaları sürdürme ikilemiyle karşı karşıya bırakıyor.

İsrail, özellikle 7 Ekim sonrası kendi topraklarında şiddetlenen çelişki ve çatışmalar; yıkımın eşiğine gelme gibi içine düştüğü zor durumdan çıkış yolu arıyor. Yukarıda da söylediğimiz ikilem, Siyonist rejim açısından bu arayışın ifadesi. Zira Filistinli savaşçıların 7 Ekim Aksa Tufanı harekatı, İsrail’in on yıllara dayanan “caydırıcılığını” yerle bir etmekle kalmadı, gerçekte ne kadar güçsüz, ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne serdi. O tarihten itibaren İsrail’in artan saldırganlığı ne yerle bir olan “caydırıcılığını” yeniden kazandırabildi, ne de yaralanan “yenilmezlik miti”ni onarabildi. Vahşi Gazze soykırımı da bu açıdan işe yaramadı. Lübnan’a yönelik saldırılar, Hizbullah’ın karşı hamleleri ile boşa çıkarıldı. Askeri zaaflar daha belirgin hale geldi.

Hal böyle olunca Tahran’daki suikast ile el yükseltti İsrail. Bölgesel bir savaşı başlatmak yahut “dilediğini yapan İsrail’e karşılık vermemek” ikilemi ile hasımlarını ve Ortadoğu (Batı Asya) halklarını köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.

Lavrov, Ukrayna savaşının başında, Sezar’ın “barış isteyen savaşa hazır olsun” sözünü sık sık aktarmıştı. Bu “genel doğru” günümüz dünyasının mevcut güç ilişkileri açısından çok daha yakıcı hale gelmiştir. Barış adına, barışı korumak adına atılan adımlar, emperyalist-siyonist saldırganlığı ve savaş yanlılarını güçlendirmekten, cesaretlendirmekten başka bir işe yaramıyor. Paradoksal görünse de, savaşı önlemenin yolu, emperyalist-siyonist devletlere karşı mücadele kararlılığını artırmaktan, kuvvetli olmaktan, kuvvet kullanma kararlılığını sergilemekten geçiyor.

Nihayetinde ulusların kaderini belirleyen olaylarda ve uluslararası konularda sorun, “güç”e göre çözülür. “Güç”ü sınamanın ise savaştan başka yolu yok. Kuvvet kullanımı mutlaka bir sıcak çatışma anlamına gelmez. Hasmını kendi şartlarını kabule zorlama aracı olarak güç kullanma tehdidi de, kuvvet kullanımı demektir; sıcak çatışma içermese de, savaş anlamına gelir.

Günümüz dünyası tam olarak bu noktaya evrildi. Bunca sorunun çözümünün ya devrimlere yol açacak bir savaştan ya da savaşlara son verecek devrimlerden başka yolu yok. Emperyalistler çözümü bir büyük yıkım savaşında görüyorlar. Dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları açısından emperyalist-kapitalist sistemi tarihe gömecek zora dayalı devrim, devrimci zor, tek çıkar yol. Emperyalist saldırganlık ve baskıyla boğuşan, tam ilhak sürecine boyun eğmeyen Rusya gibi ülkeler açısından emperyalistleri savaş sahasında geriletmek ve yenmek, tek çıkar yol... Sürecin bu karakteri Rusya gibi ülkeler ile dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının çıkarlarını birbirlerine yaklaştırıyor.

Emperyalist devletler ve emperyalist mali sermaye, amaçlarına ulaşabilmek için siyonist İsrail’i bir koçbaşı gibi kullanıyorlar. Siyonist İsrail’in saldırganlığını desteklemekle kalmıyorlar, fakat aynı zamanda bu saldırganlığa istihbarat, askeri keşif, hedef belirleme, yüksek teknoloji sağlama gibi yöntemlerle bizzat katılıyorlar da.

Bu bizi bir noktaya götürüyor: Hiçbir varlık hakkına ve nedenine sahip olmayan siyonist İsrail’in yıkılarak yerine Filistin-Arap halkıyla Yahudi halkından oluşan tek bir devletin, Filistin devletinin kurulması... Ortadoğu’da (Batı Asya) barışın başka yolu yok.

Bu anlamda yani siyonist İsrail’in yıkılması gerekliliği anlamında anlaşıldığı ölçüde Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı, (geçmişin liberal figürlerinden) Medvedev’in , Ortadoğu’daki (Batı Asya) son durumun ardından, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Tam ölçekli bir savaş, Ortadoğu’da sallantıdaki barışı [korumanın] tek yoludur” derken hiç de haksız değil.

Ezcümle, barışa giden yol, emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı savaştan; devrim ve politik iktidarın işçi sınıfı tarafından fethedilmesinden geçiyor.