< Suriye Cephesi

Siyonist İsrail ile Lübnan hükümeti arasında imzalanan “ateşkes” anlaşmasıyla bir savaş cephesi kapandı mı? Sınırları zorlayacak bir iyimserlikle bu soruya olumlu yanıt versek bile, siyonist İsrail-Hizbullah savaşının dumanları dağılmadan yeni bir savaş cephesinin açıldığını görüyoruz: Suriye cephesi.

Suriye'de savaş hiç bitmedi ki, “yeni cephe”si olsun denebilir. Suriye'de, geniş anlamda ele alındığında savaşın hiç bitmediği doğrudur. Ama dar anlamıyla ele alındığında, Suriye savaşının bir süredir en düşük yoğunlukla sürdürüldüğünü görürüz. Bir anlamda Suriye savaşı, savaşı yürüten tarafların kendi koşulları nedeniyle, bir süredir, “rolantiye” alınmıştı.
Dünya'da ve özellikle Ortadoğu'da koşulların geniş çaplı bir savaş beklentisi yönünde hızla değişmesiyle bu durum da değişmeye başladı. Faşist devlet yetkilileri ve dinci faşist iktidar, ellerini ovuşturarak bir dünya savaşı, ya da en azından Ortadoğu'da geniş bir savaş beklentisi içine girdiler ve hazırlıklarını bu beklentiye göre yapmaya başladılar.
Faşist devletin ve dinci faşist iktidarın yeni yeni toprakları kendi sınırları içine katma heves ve planları içinde olduğunu kendi açıklamalarıyla pek çok kez ortaya koyduk. Ortadoğu'da çıkacak bir savaşta, 1917'ye benzer koşulların çıkması durumunda, Suriye'yi; olmazsa en azından Halep ve civarını kendi topraklarına katma hazırlığı içinde olduklarını; faşist Devlet Bahçeli ile başlayan “Kürtleri kucaklama” hamlelerinin doğrudan bununla bağlantılı olduğunu da... “İç Cephe” tartışmaları bu plan ve politikalarla doğrudan bağlantılıydı.
Faşist Bahçeli'nin “iç cephe”yi sağlamlaştırmak için acelesi vardı, dakika bile kaybetmek istemiyordu. Partisinin grup toplantısında şöyle diyordu: “İmralı'yla Dem Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyor, çağrımızı kararlılıkla tekrarlıyoruz. İnandığımız yolda hiçbir baskıya aldırış etmeyiz”
Bu kadar acelenin nedenini, bir kaç gün geçmeden dinci faşist çetelerin Halep'e karşı saldırıya geçmesiyle anlıyoruz. Planlar hazırlanmış, ABD, NATO ve diğer enperyalistlerin onayı alınmış, bir savaşı başlatma kararı eli kulağındaymış. NATO Genel sekreteri Rutte'nin, ondan önce ABD üst düzey temsilcilerinin Türkiye'ye gelişleri boşuna değildi.
Halep savaşı başladı. Buna Ortadoğu savaşı Halep'te başladı da diyebiliriz. Aynı günlerde siyonist İsrail'in burnu sürtülmüş halde, ABD'nin büyük yardımlarıyla, Hizbullah'la “ateşkes” imzalaması Ortadoğu'da savaşın bittiği anlamına gelmiyor. Şimdi siyonist İsrail dahil savaşın yönü Suriye'ye çevilmiştir.
Halep'te, iki, üç gün önce başlayan, hazırlıkları ise, Ukrayna faşist subaylarının dinci çeteleri eğitme biçimindeki katılımıyla, hazırlığı uzun süredir yapılan bu savaş, HTŞ vb dinci faşist çetelerin savaşı değil, Türkiye'nin, ABD-NATO ve diğer emperyalistlerin izin, onay ve destekleriyle başlattığı bir savaştır. “Geliyorum” diyen bir savaştır. Türkiye, haftalar, hatta aylar öncesinde ağır savaş silahlarını, ekipmanlarını, hava savunma ve elektronik harp sistemlerini Suriye'ye taşımıştı. Yaklaşık on beş gün önce MB sayfalarında şöyle yazıyordu:
“Bütün bu açıklamaları İsrail'in Suriye'ye saldırılarını yoğunlaştırması sonrası faşist devletin Halep-İdlib kırsalına Elektronik Harp Sistemleri, Hava Savunma Sistemleri dahil ağır silah sevkiyatı gibi pratik hazırlıklarıyla birlikte değerlendirmek lazım. Büyük bir savaş hazırlığı olduğu tartışma götürmez. Elbette, hazırlık yapılması o savaşın mutlaka olacağı anlamına gelmiyor ama bir olgu olarak savaş hazırlığı gözardı edilemez ve değerlendirme yaparken mutlaka hesaba katılması gereken pratik bir olgudur.”
Yaşam, Mücadele Birliği'nin öngörü ve değerlendirmelerinin ne derece isabetli olduğunu ortaya koydu. Irkçı-faşist Bahçeli'nin, ırçılıkta ondan geri kalmayan dinci faşist yönetimin istisnasız tüm ileri gelenlerinin birden bire tutsaklara karşı “müşfik” Kürt halkına karşı kucaklayıcı, “umut hakkı”nın yılmaz savunucusu vb vb. olmasının nedeni işte eli kulağındaki bu savaştı. Bu savaşa, Kürt halkını yanına almış biçimde girmek istiyordu ve MHP'lilerin açıklamalarına bakacak olursak halen de istiyor.
Türkiye tekelci burjuvazisi, faşist devlet ve dinci faşist iktidar, I.Emperyalist Paylaşım savaşı ile emperyalist devletlerin Hitleri ileri sürerek komünizme karşı başlattıkları 2.Dünya Savaşı sonrası kurulan dengelerin, çizilen sınırların, yapılan haritaların sonuna gelindiğine ikna olmuş; yeni çizilecek sınır ve haritalarda kendi topraklarının genişlediğini görme umudunu besliyor. Haritaların değişeceği, sınırların yeniden çizileceği yeni koşullarda Osmanlı'nın son döneminde kaybettikleri toprakları yeniden ele geçirme hayal ve hevesi içindeler.
“Önümüzdeki yüz yıllık takvim işlemeye başlamıştır. Türk mucizesi gerçekleşecektir. Yeni yüzyılda üzerinde oynanan haritalar yeni baştan çizilecek, ihlal edilen sınırlar belirsizliğe gömülecek, istikrarsızlıklar kabuk değiştirse bile mahiyetleri aynı kalacaktır. Milli hedefimiz Osmanlı barışına benzer bir Türk barış duvarının kale duvarımız gibi etrafımıza çekilmesidir. İstanbul'un fethi ve Fatih Sultan Mehmet ile sökün eden Türk barışı hedefimizdir. Ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk barışı devrinde aynısı yaşanacaktır. Türk devleti hiçbir zaman asimilasyoncu olmamıştır.”
Şüphesiz, Türkiye tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist devletlerin çıktığı fetih amaçlı bu savaşçı yolculuğun en büyük kurbanı, Türkiye işçi sınıfı, emekçi halkları ve Kürt ulusu olacaktır. Uzlaşmacıların önlerine atılır gibi yapılan kırıntılara aldanarak ellerini ovuşturmaları Kürt halkını kendisini bekleyen tehlike karşısında aldatıyor ve hareketsiz kılma tehlikesi taşıyor. Yine de UKH'nin bu tehlikenin farkında olduğunu gösteren işaretler geliyor. Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, vaatlerle Kürt halkına büyük bir tuzak kuruyor. Aynı tuzağı Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halklarına da kurduğundan kuşku duyulmamalı.
Türkiye ve Kürdistan'nın sınıf bilinçli öncü devrimci işçileri, Türkiye tekelci sermaye sınıfının emperyalistlerle birlikte kurdukları bu tuzağı devrimci sınıf savaşını yükselterek; devrim ve iktidar hedefini en başa koyarak ve bu hedefler için savaşarak bozabilirler. Halep'te başlatılan ama Halep'le sınırlı kalmayacağını şimdiden söyleyebileceğimiz savaş burjuvazinin egemenliğini yıkabileceğimiz koşulları daha da olgunlaştıracaktır. İki ülkenin emekçi sınıfları ve devrimci güçleri burjuva egemenliğe karşı başkaldırı halindeler.
Bütün hareketi tek bir kanalda birleştirerek devrim ve iktidarın ele geçirilmesi hedefine yönlendirmek günün ertelenemez görevidir. Devrim ve iktidarın fethi hedefiyle hareket edildiğinde zafer kaçınılmaz olacaktır. Çünkü ya devrim ve iktidarın ele geçirilmesi savaşı önleyecek ya da savaş, devrime yol açarak bir halk iktidarına giden yolu açacak.