İktidarın gerçek sahipleri kim diye sorulacak olsa, işin dış görünüşüne bakarak karar verenlerin yanıtları, aşağı-yukarı şöyle olurdu: Bu da soru mu yani, tabii ki RTE ve tayfası iktidarın gerçek sahipleridir.
İlk bakışta onların haklılığını ispatlayacak kanıtlar da bulmak mümkün. RTE ve tayfası her fırsatta burjuva sınıfın en iri kesimlerini açıklamalarla hedef almıyor mu; onları küçük gören, tehdit dolu açıklamalar yapmıyor mı?
Tekelci burjuvazinin derneği TÜSİAD'a “sizin cinsinizi, iyi biliyoruz, bizimle mücadele edemezsiniz” diye meydan okumasının, hatta azarlamasının üzerinden henüz bir hafta geçmiş değil. Sözünü ettiğimiz “kükremesinde” şöyle sesleniyordu RTE:
“Ey TÜSİAD ve yavruları size sesleniyorum. Sizin tek göreviniz var, yatırım, istihdam ve büyüme. Kalkıp da hükümete saldırmanın yollarını aramayın bizimle mücadele edemezsiniz. Sizin cinsinizi de cibilliyetinizi de iyi biliyoruz. Sizin derdiniz başka. Siz acaba bu hükümeti nasıl çökertiriz de sömüreceğimiz bir hükümeti nasıl iş başına getiririz diye düşünüyorsunuz.”
Arşivlerden, RTE'nin bu tür sayısız meydan okumasını bulmak mümkün. Düşünmesini bilmeyen başta liberal darkafalılar olmak üzere, bütün sosyal reformist ve uzlaşmacı partiler, bu sözlere bakarak, RTE'nin gerçek ve sınırsız iktidar sahibi olduğunu; onun TÜSİAD'cı tekelci sermayenin değil de TÜSİAD'la cisimleşen tekelci burjuvaların, örneğin Koçların, Sabancıların vb. onun hizmetinde olduğunu düşünüyorlar.
Bu düşüncelerini kanıtlamak için piyasaya ne teoriler sürdüler. Dinci faşist iktidarın siyasal islamcı bir sermaye yarattığından tutalım da, “beşli çete” denen, Koçların, Sabancıların, bunları ortak oldukları emperyalist sermaye güçlerinin yanına ancak düsturla yaklaşabilecek bir kaç inşaatçının temsilcisi olduğunu öne süren teorilere kadar... Her şey söylendi; bir nokta hariç: Bu düzende iktidarın gerçek sahiplerinin ekonomik olarak en güçlü, en iri tekelci burjuvalar ve onlarla emperyalist sermayenin olduğu gerçeği.
RTE ve tayfasının her şeye hakim/kadir olduğu görüntüsü, gerçeğin baş aşağı durmuş halidir. Gerçeğin ayakları üzerine oturmuş hali, RTE ve tayfasının, yani politik iktidarın ekonomik iktidara sahip güçler tarafından belirlendiği; politik iktidarın tekelci burjuvazinin işlerini gören, güvenliğini sağlayan bir komiteden ibaret olduğudur. Ekonomik olarak en güçlü olan iktidar erkinin kendisine de hakimdir.
Bu, devrimci teorinin abecesidir. Ama devrimci Marksist teoriye başvurmadan, somut olguların bilimsel yorumu da bizi bu gerçeğe götürür. Düşünmesini bilmeyen darkafalıların sık sık unuttukları nokta, RTE ve ekibinin politik iktidara taşınmak için önce ABD'yi tavaf ettiği; şimdi sık sık laf attığı Soros'la toplantılar yaptığıdır. Bunların ve başta Koçgiller, Sabancıgiller olmak üzere, işbirlikçi tekellerin en irilerinin icazetini aldıktan sonra hükümete gelebildi. Deniz Baykal ve partisi CHP'nin bu konuda oynadığı eşsiz rolü de unutmamak lazım. Deniz Baykal ve partisi CHP, keyifleri böyle istediği için değil, emperyalist güç merkezleri ve işbirlikçi tekeller böyle istedikleri için RTE ve ekibini hükümete taşıdılar.
Bunlar çok iyi bilinen ama darkafalı liberallerin ve onuların ideolojik çeperindeki sosyal reformistlerin sık sık unutukları somut, yaşanmış olgular. Gelelim, hafızalarda henüz taptaze duran somut olgulara... RTE, kitleleri ve dahi düşünmesini bilmeyen darkafalıları aldatmak için TÜSİAD içindeki tekelcilere karşı kükrer göründükten birkaç gün sonra, iki holdingin tepe noktasındaki yöneticileriyle paşa paşa görüşmek zorunda kaldı. Biri Doğuş Holding'in başındaki Ayhan Şahenk'ti, diğeri Koç Holding'in başındakilerden biri olan Ali Koç'tu. “Eyy TÜSİAD” diye bir kaç gün önce nara atan RTE, nedense ilk gün, görüşmeler hakkında açıklama yapmadı.
Bir iki gün sonra, RTE'nin Koç Holding'ten yatırım yapmasını istediği ortaya çıktı. İşsizlik, açlık, yoksulluk gibi daha sayısız nedenden dolayı emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin ayaklanma tehdidi altındaki RTE ve iktidarı, biraz soluklanabilmek için, tekelci burjuvaziden “yatırım” yapmasını istiyordu. Bu, para çantasının politik güç üzerindeki hakimiyetinin en özlü ifadesi ve kanıtıydı. Para, tekelci burjuvazinin çantasındaydı... Aynı günlerde, RTE, İsrail ve dolayısıyla ABD tekelci sermayesine boyun eğdiğini dünyaya itiraf etmek istercesine Hahamlarla bir toplantı yaptı. Hahamlarla toplantı, İsrail ve ABD'ye mesaj göndermek için en etkili ve doğrudan yoldu. Hahamlar, RTE'nin bu boyun eğişini alicenaplıkla karşıladılar ve RTE için “özel dua” ritüeli düzenlediler.
Ama tüm bunlar RTE ve dinci faşist iktidarının tekelci sermayeye ilk diz çöküşü değildi. Tam bir hafta önce yine büyük tekelci sermayeye şöyle sesleniyordu:
“Bak buradan sesleniyorum; bütün yatırımcılarımız lütfen, kamu bankaları onların her zaman yanındadır, emrindedir ama kamu bankasından krediyi alıp, bunu bir başka yere aktarmak suretiyle paradan para kazanma yoluna, yöntemlerine başvuranların da alnını karışlarız. - Projeye bağlı her türlü yatırıma destek vermeye hazırız. TÜSİAD, TUSKON hadi gidin yatırımlarınızı yapın bakalım? Biz önünde miyiz, yoksa destekçi miyiz? Bunları da göreceksiniz.”
İşte bu kadar! “Bütün yatırımcılarımız lütfen”di durum. Aynı çağrının emperyalist mali sermayeye her gün çeşitli kanallardan yapıldığından emin olabiliriz. Hahamlar, bir kanaldı. Kanallar çok, çağrı aynı. Peki, RTE'nin çağrısına uyan olur mu? Kimsenin uymayacağından emin olabiliriz. Nedeni basit. Sermaye, biriktikçe ve daha az elde toplaşıp merkezileştikçe üretime değil, havadan kazanma yollarına, spekülasyon, rant, faiz gibi yollara yönelir. Türkiye tekelci kapitalizmi, 1980'li yıllardan bu yana bu yolda ilerliyor.
RTE'nin çağrısı havada boş bir seda olarak kalmak zorunda. Çünkü, tekelci sermayenin temel dürtüsü aşırı kardır ve tekelcilik koşullarında aşırı kar, tüketicinin gereksinimlerini en iyi şekilde tatmin etme ve uyumuş talebi uyandırma gücünü kazanmış olmaktan değil, hükümetle “kişisel birlik”i sağlamış olmaktan, işletmeler ile bankalar arasındaki ilişki olanaklarını ve organik gelişmeyi iyi hesaplayabilmekten, borsa, para-faiz oyunlarını iyi bilmekten; hükümetin ekonomik kararlarını önceden bilecek ajanlara sahip olmaktan vb. geçmektedir.
Bu süreç, Türkiye tekelci kapitalizminde 1980'li yıllardan bu yana, sermaye birikimine ve merkezileşmesine paralel olarak, gelişerek ve hızlanarak sürüyor. Bu, kapitalist gelişmenin, nesnel, kaçınılmaz seyridir.
İktidarın gerçek sahipleri de işte bu büyük tekelci sermayedarlardır; Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar ve benzerleridir.