Biliniyor. RTE, 15 Temmuz’daki darbenin istihbaratını enişteden almıştı. Şimdi sosyal reformist partilerden biri de seçim politikasını genel başkanının annesinden alıyor! Bu “derin politika” iki sözcük ile ifade ediliyor: “oyları bölmeyin”!
Burada dile getirilen “oyları bölmemek” söylemi, hemen her seçimde bir şekilde karşımıza çıkarılan bir argümandır. Genel olarak CHP’yi sol bir parti gibi gören tüm sosyal reformist partilerin ve hatta, onların peşinden ayrılmayan oportünist hareketlerin açık veya örtülü bilincini açığa vuran bir söylemdir. Cümle sosyal reformistlerin de, son kertede pratik tutumlarını belirleyen temel dayanaktır.
Örneğimizdeki sosyal reformist partinin genel başkanı, türdeşlerinden farklı olarak, alabildiğine açık sözlü biri. Öyle laf cambazlıklarıyla, dolayımlarla vs. uğraşmıyor. Bir görüşü, politik tutumlarını doğrudan söylemeyi seviyor. Türdeşleri burjuva kuyrukçu tutumlarını gizlemek için onca çaba sarfederken, o, CHP’ye “madem ikinci turda destekleyeceğiz, doğru düzgün aday çıkartın da ilk turda bitirelim bu işi” diyecek kadar dobra konuşuyor:
“Millet İttifakı ile neyin gitmesi konusunda anlaşıyoruz ama neyin gelmesi konusunda anlaşamıyoruz. Eğer Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir yanlışa düşmezlerse, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak değil de çöpe atacak bir adayla çıkarlarsa biz desteklemek istiyoruz. Halkın en geniş kesimlerini karşılayabilecek bir adaya gözümüz kapalı, görüşmeden dahi destek veririz”
“Annem bile, 'oyları bölmeyin' diyor. Biz AK Parti'ye karşı mücadeleyi sekteye uğratacak hiçbir şey yapmayız. Bu 20 yılın hesabını soracak bir kuvveti yaratamazsak, 10 yıl sonra 'AKP' yerine BKP gelir. O yüzden biz asla oy bölmeyeceğiz.”
Yalnız o mu? “AK Parti'ye karşı mücadeleyi sekteye uğratacak hiçbir şey yapmayız.” düşüncesi, en “keskin” görünen sosyal reformist partiler tarafından da ifade edilmiştir. Sosyal reformistimiz bu yolda yalnız değildir.
İşte bu kadar açık, bu kadar net! Bu politikalarından ötürü de sermaye dünyasının propaganda kapıları hem örneğimizdeki hazretin hem de cümle sosyal reformist partilerin önünde ardına kadar açılmış bulunuyor. Bir televizyon kanalından diğerine, bir internet sitesinden ötekine yetişmek için çoğu kez nefes nefese kalıyorlar. Kimse de çıkıp bu burjuva kanallar; AB'nin fonladığı bu internet siteleri bizi niye “öpüyor” diye sormuyor.
“Oyları bölmemek” görüşü, hadi buna politika denebilirse “politikası”, sermaye cephesinin de sıklıkla altını çizdiği bir yaklaşım. Türlü çeşit anket şirketlerinin de dile getirdiği bir görüş: "Muhalefet bölünmediği sürece bence önümüzdeki seçimi kazanma potansiyeli çok yüksek." Burjuvazi açısından bu düşünce, bu yaklaşım, kesinlikle arzulanır bir durum. Tüm toplumu iki partili (veya “kutuplu”) burjuva seçenek etrafında konumlandırabilmek, burjuva sınıfın arayıp da bulamadığı bir nimettir. O açıdan geniş emekçi yığınları, bu gün için, RTE yandaşları ve RTE karşıtları olarak iki ayrı burjuva kampta bir araya getirebilmek, sermaye düzenini sağlama almanın etkin yollarından biridir. “Oyları bölmemek” adına sosyal reformistlerin tuttukları yol, tam olarak bu noktaya çıkıyor.
Sorunu kapitalist düzen sorunu olarak görmek yerine “tek adam rejimi” üzerinden tanımlamaya başladığınızda, varacağınız yerin bu olması kaçınılmazdır. Gün içinde neler söylerseniz söyleyin, günün sonunda sandık ortaya konduğunda, ilkinde olmasa da ikinci turda, ister “bağrınıza taş basıp”, ister “ehveni şer” deyip “tek adam kazanmasın” diye karşı adaya oy verirsiniz.
Bir burjuva güce karşı bir başka burjuva gücü desteklemek; onu iktidara getirmek için kendini paralamak sosyal reformist partilerin tarihleri boyunca izledikleri politikadır. Dün AP/Demirel'e karşı CHP/Ecevit'i, Turgut Sunalp'e karşı Turgut Özal'ı, Turgut Özal'a karşı SHP/Erdal İnönü'yü, Tansu Çiller'e karşı Ecevit'i desteklediler. Liste böyle uzayıp gider.
Son örnek, İstanbul belediye seçimleri durumu yeterince ortaya koymuyor mu? Bunların yapmadıkları ve yapmaya da niyetlerinin olmadığı tek şey, emekçi sınıfları bir devrimle iktidara taşımayı temel, birinci hedef olarak öne koymak.
Demek ki işin temel noktalarından biri, tüm düşünce ufkunu burjuva düzen ile sınırlamak meselesidir. Sistem içi/düzen içi olma meselesidir. Sosyal reformist partiler, söylem olarak ne derlerse desinler, gerçekte mevcut kapitalist düzeni yıkmak, onu aşmak gibi bir amaç gütmüyorlar. Devrim gibi bir dertleri de, hedefleri de yok. Yeni bir durum değil, bütün tarihleri boyunca hepsini boydan boya kesen ortak özellikleridir bu. Tüm varlıkları kapitalist düzen ile sınırlanmış durumda. Bu bakış açısıyla mevcut sorunları “tek adam rejimi” üzerinden tanımlıyorlar. Böylece onlar açısından en temel sorun, bu “tek adam”ın koltuktan indirilmesi oluyor. Haliyle iş sandığa gelince “oyları bölmeme” düşüncesi pratikte seçim politikalarını belirleyen ana etmenlerden biri haline geliyor.
Bir diğer nokta ise, güncel durumun devrimci karakterini görmeyen, bu açıdan devrimi günün pratik bir sorunu olarak ele almayan sosyalist hareketin gittikçe düzen içine kayması ve parlamenter ahmaklığa kendini daha fazla kaptırması ile alakalı. Devrimle kurulan pratik bağ zayıfladığı oranda düzenle kurulan bağların güçlenmesi kaçınılmaz oluyor. Parlamenter ahmaklık, özellikle 7 Haziran’dan sonra alabildiğine güçlendi sosyalist saflarda. Mücadele asıl olarak burjuvazinin ahırına kilitlenince, “politik esneklik” de orayla sınırlı oluyor. Ve iş dönüp dolaşıp “oyları bölmemek” meselesine varıyor. CHP’nin silik lideri Kılıçdaroğlu bile, bu gerçeğin farkında olduğu için, bu kesimlere “eliniz mecbur” muamelesi yapıyor!
Sosyal reformist partinin genel başkanı, tıpkı daha önce “bu işi ikinci tura bırakmayalım” sözünde olduğu gibi “oyları bölmemek” sözüyle de aslında, tüm sosyal reformist akımların ve parlamenter ahmaklığa bulananların pratikte izleyecekleri politikayı, büyük bir açık sözlülükle dile getirmiş oluyor.
Burjuva parlamentarizmi eğik düzleme giren tüm siyasetlerin öyle ya da böyle varacağı çukur budur. Ne eksik, ne fazla!