Ne falcılık yapıyoruz ne de kehanette bulunuyoruz! Sadece olguları, işaret ve yönelimleri devrimci bakış açısıyla ele alıyoruz; hepsi bu.
Türkiye ve Kürdistan'daki emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin ayaklarını yakan ekonomik ve politik krize rağmen RTE'nin hiç de iktidar kaybedecek ve yargılanacak birinin telaşı içinde olmadığı açık. Gayet rahat. Geleceğe ilişkin planları büyük bir kesinlik ve rahatlık içinde açıklıyor. İktidarı çantada keklik gördüğü kesin.
Oysa emperyalistler, Türkiye kapitalizminin içinde bulunduğu derin ve yıkıcı ekonomik-politik krize bakarak, aylardır Türkiye'nin devrilecek ilk domino taşı olduğu üzerine yorumlar yapıp duruyorlardı. Sri Lanka'nın devrilen ilk domino taşı olması onları şaşırtmış. Türkiye'yi beklerken torbadan Sri Lanka çıktı. Ama bu konuyu şimdilik bir tarafa bırakıp devam edelim.
Şimdi asıl soruya gelelim: RTE ve şürekasının bu rahatlığı, iktidarı çantada keklik gören kendine güveni nereden geliyor?
Bu rahatlığın, tek değil ama başlıca kaynağı, burjuva muhalefet partilerinin, ki bunların başında CHP ve bu partiyi yularından tutulmuş eşek gibi sürükleyen K.Kılıçdaroğlu'nun verdiği işaretlerdir.
Leninistler, yıllardır şuna işaret ediyorlar: CHP, dinci faşist iktidarın ilk yıllarından değil, ilk günlerinden başlayarak, dinci faşist partiyi ve onun başını korumayı, kollamayı, onu iktidarda tutmayı görev bellemiştir. Daha doğru ifade etmek gerekirse, bununla görevlendirilmiştir.
Bu görevlendirilme ya da CHP ve onun başındaki adamın dinci faşist iktidarı ayakta tutma misyonunu üstlenmesi elbette keyfi bir tercih değil. Bu, tamamen tekelci sermaye sınıfının ve emperyalistlerin tercihlerinin sonucudur. Bir görevlendirme varsa, bu onların görevlendirmesidir.
CHP ve onun başı, öteki burjuva partilerine de “rehberlik” ederek bu görevi işçi sınıfı ve diğer emekçilerin, yoksulların, ezilen halkların düzene ve dinci faşist iktidara öfkelerini dindirerek, kitleleri “sakinleştirerek”, asla yerine getirmeyecekleri vaatleri sıralayarak yapıyor.
Daha önce de işaret etmiştik. CHP'nin başı, RTE'ye sözümona “meydan okurken” aslında seçimleri terör estirerek almaya çalışması halinde buna ses çıkarmayacaklarının mesajını vermişti. Kısaca şöyle:
“Bugün resmen iç savaş naraları atmaya başladın. Bu millet bunları yemez! Bu millet sen ve sülalen saraylarda yaşayasınız diye sokaklarda kan dökmeyecek.
Seni ve beslemelerini seçimle göndereceğiz.”
Burada kilit cümlelerden biri, “bu millet....sokaklarda kan dökmeyecek”tir; öteki, “Seni.. seçimle göndereceğiz”dir.
Türkçesi, eğer olur da seçimler yapılırsa, daha oylar sayılmadan dinci faşist tosuncuklar sokakta terör estirirlerse, CHP ve onun başı kitleleri sokağa çağırmayacak. Elbette bunu, “kardeş kanı dökmemek; ülkede iç savaş çıkarmamak” bahanesiyle yapacak.
Partisinin İstanbul İl Başkanı'nın hapisle cezalandırılması üzerine dinci faşist iktidarın bu payandası bu sefer başka sözlerle aynı işareti verdi.
İl Başkanının ağır cezaya çarptırılması üzerine büyük bir öfke patlaması riski belirince, Kılıçdaroğlu, anında öfkeyi yatıştırma operasyonuna girişti. İstanbul’a çağırdığı kendi vekillerini ses çıkarmamaları için uyardı:
“Soğukkanlılıkla hareket edeceğiz. İktidar kaos istiyor, onların beklentilerinin tarafı olmayacağız. İktidarı demokrasiyle sandıkta göndereceğiz”
Ertesi gün, kendi İl Başkanı'nı gündemden düşürmek için “SADAT”ı gündeme getirdi. Yine keskin laflar etti. Bu faşist kurumun yöneticileriyle takıştı ve böylece Canan Kaftancıoğlu gündemden düştü.
Yeri gelmişken bu adamın ve yularından tutup istediği yere sürüklediği partisinin en yakınlarını “satışa getirme”de rakip tanımadığını da belirtelim. Satıcıdır ve en yakınındakini anında satmada tereddüt etmez. Daha önce kendi vekillerinden bir kaçını dinci faşist iktidarın önüne attığı hatırlanacaktır. Biçare Kaftancıoğlu, dinci faşist iktidarın önüne atılan son -elbette sonuncu değil- kurban oldu. Şimdi Canan'ı, beş yaşındaki çocuğu kandırır gibi “kısa sürede görevlendirme yapılmayacak ve mücadele çerçevesinde Kaftancıoğlu'nun siyaset dışına itilmeyeceği bir ortam oluşturulacak” vaadiyle kandırıyorlar.
Fakat biz bu burjuva partinin kendi insanlarını bile satışa getiren karakter yoksunluğunu bir kenara koyalım ve bu parti üzerinden burjuva sınıfla uzlaşma hayalleri kuran sosyal reformist partilere gelelim.
Aslında bunların durumu, kendi Genel Başkanı tarafından dinci faşist iktidarın önüne atılan il başkanından hiç de farklı değil. Onlar da, bir anda Kılıçdaroğlu ve partisi tarafından yüzüstü bırakıldılar. Oysa, CHP İstanbul İl Başkanı'nın cezası kesinleşince CHP ile ittifakın önü açıldı diye nasıl da coşmuşlardı.
“Canan Kaftancıoğlu hakkında ceza ve siyasi yasaklama kararı ancak bunun ifadesidir; kabul edilemez”, “Canan Kaftancıoğlu yalnız değildir”, “Bu baskıcı müdahalelere karşı Canan Kaftancıoğlu’nun yanındayız”, “Saray saldırılarına karşı yanlarında olacağız ve omuz omuza mücadeleye devam edeceğiz” ... tek tek ve toplu olarak yapılan açıklamalar art arda geldi. Her zamanki gibi TİP, açık sözlülüğü ile bu grup arasından sıyrılıyordu.
“CHP ile ittifak için işte fırsat” diye düşündüler, ama, Kılıçdaroğlu “ustaca bir manevra” ile hepsini yarı yolda bıraktı. Onlar “Canan Kaftancıoğlu ile beraberiz” derken, CHP, Kaftancıoğlu’nu yalnız bırakmanın ve onun üzerinden gelişebilecek olası bir öfke patlamasının önünü almanın adımlarını atıyordu peş peşe.
Sosyal reformistler işte bu CHP’yi destekliyorlar.