Bir seçime değil savaşa gidiyoruz... Bu tespiti yayınlarımızda sık sık görmeye alışkın olanlar, aynı lafları gerici muhalefetin sıra sıra sözcülerinden duyduklarında elbette şaşırmadılar. Ama şaşıranlar oldu ve gösterdikleri ilk tepki, kulaklarının üzerine yatmak, görmezden gelmek oldu. Sınıflar mücadelesinin geldiği düzeyi görmezden gelen, politikanın dışında kalır.
Tekelci sermayenin muhalefet temsilcilerinin tavrından anlaşıldığı üzere, seçime değil savaşa gittiğimizi düşünenler toplumun ezici çoğunluğudur; yoksa, tüm çabalarını “ölmüş eşeği” (parlamento) diriltmeye adamış muhalefetin böyle laflar etmesi akla aykırıdır. Ve bu emekçi çoğunluk, Erkan Baş gibi, sokaktaki öfkeyi sandıkta dindirmeyi bir misyon olarak gören reformizm için en ciddi baş ağrısıdır.
E. Baş bizzat diyor ki gittikleri her yerde insanlar aynı fikri dile getirmekte: Dinci faşizm seçimi kaybetse bile gitmeyecek. Reformizmin bayraktarı, bu fikri dile getiren emekçilere öyle yavan bir cevap veriyor ki, insanı politikadan soğutur: “Onlar gitmeyecek, biz göndereceğiz”
Nasıl? Tabii sandıkla! Altı yaşında bir çocuk bile, bunun bir kısır döngü olduğunu fark eder. Reformizm, sözünün tükendiği sınıra dayandı, orada kendi kuyruğunu kovalıyor. Emekçi sınıfların etkin çoğunluğunun politik bir sorun olarak gündemlerine aldıkları, tartıştıkları, parti liderlerinden cevabını istedikleri problem, gerçekte, reformizmin tümüyle aciz kaldığı devrimci bir arenanın giriş kapısıdır.
Erkan Baş’ın başı ağrır da, düzenin asıl sahiplerinin ağrımaz mı? Emekçi sınıflar bir kez reformizmin etki alanı dışında kalan bir politik arenaya yönelmeye başlamış, sorularıyla o kapıyı zorlamaya başlamışsa, bu artık egemenlerin de sorunudur. Bugüne dek “atı alıp Üsküdar’ı geçenlere” hiç ses çıkarmayanlar, şimdi endişe dile getiriyorlar. Financial Times, adını belirtmediği bir “Batılı” diplomatın ağzından şu sözleri yayımlıyor: “Erdoğan’ın kaybetmesi durumunda çekilmeye istekli olup olmadığı hiç de açık değil. Çok endişe verici bir durum olabilir.”
Sanıldığının tersine, emperyalist merkez ve işbirlikçi tekelcilik, RTE’nin üstünü çizmiş değil. Sermaye dünyası, Hazine’nin son kuruşuna dek talanına imkan sağlayan politikalardan, banka karlarının %300’ü geçmesinden gayet memnun. Tıpkı Duyunu Umumiye, tıpkı IMF reçetelerinde olduğu gibi, şimdi Hazine’nin anahtarı bankaların ellerindedir ve mümkünse bu durumun devamından yanalar. Çünkü çok fazla borç para verdiler ve şu an ilgilendikleri bu borçların faiziyle düzenli geri ödemesine istikrar kazındıran bir hükümetten yanalar. Dinci faşizm, sermayenin bu isteğini yerine getirebilmek uğruna, her türlü bürokratik engeli (yani yasayı) ezip geçme sözü veriyor. Bu tutum devam ettikçe, sermaye dünyasının gözdesi olacak. Sermayeyi endişelendiren tek olgu, seçimle gitmeyecekler kanısının yaygınlığından doğacak devrimci fırtınanın yıkıcı etkisidir. Ve olası seçimde, sandık sonuçlarının tanınmamasının, bu kanıyı elle tutulur bir gerçekliğe, yıkıcı enerjiyi de zirveye taşıması kaçınılmazdır.
Yarı aç bir yaşama mahkum olanlar için, böyle bir kanının seçimle doğrulanmasına ihtiyaç yok, bunun için bekleyecek sabır ve olanak da yok. O nedenle küçük ya da büyük her olay, her söz, dönüp dolaşıp, aynı tartışmayı alevlendiriyor. Aç sınıflar için bu kanaatin tartışılacak bir yanı yok, şimdi ortalıkta kendi gösteren partileri aynı kanıya ikna etmeye çalışıyorlar. Tersine dünya; kitle, öncü diye ortaya atılanları, doğru tutum konusunda zorluyor.
Hem emperyalist merkezlerde hem de işbirlikçi tekelci sermayede beliren “çok endişe verici durum” korkusunu dinci faşizmin dindirmesi gerekiyordu, bu işi İçişleri Bakanı’na yüklediler. O da, her zamanki üslubuyla, ağzından köpükler saçarak açıkladı: “15 Temmuz’da yarım kalan işimizi tamamlayacağız.” İşte karşınızda dinci faşizmin tek gerçek seçim vaadi ve seçim programı. Migreniniz tutmazsa eğer, buyurun cevap verin Erkan Baş ve benzerleri...
Neydi 15 Temmuz’da yarım kalan? O gece köprü üstünde kelle alan dinci faşist güruh, devrimin etkin olduğu emekçi mahallelere girmeye çalıştı, fakat emekçi halk kitlelerinden hiç beklemedikleri bir sert yanıt aldılar ve her zamanki tabansızlıklarına uygun arkalarına bakmadan topukladılar. Ancak bu kez, bakanın sözlerinden anlaşılıyor ki, hazırlıklı gelecekler, yarım kalanı tamamlayacaklar.
Hesaba katmadıkları şu: Halk ve devrimciler de o geceden dersler çıkardılar. Onlar da, atılan birkaç küçük adıma rağmen, büyük fırsatlara açılan daha büyük adımların yarım kaldığını biliyorlar. Tüm mesele, yarım kalanı hangi tarafın tamamlayacağıdır.
Seçime değil, savaşa gidiyoruz diyenler, elbette yanılmıyorlar.