Bir politik iktidarın burjuva sınıfın, burjuva sınıfın tümünün de değil, bu sınıfın en iri, mali ve ekonomik yönden en güçlü kesimlerinin hizmetinde olduğunu Bakan Nebati'nin sözlerinden daha iyi gösteren örnek az bulunur.
Ankara Kızılcahamam'da dinci faşist partinin bir toplantısında konuşan Nebati, elbette gözlerindeki ışıltıyı eksik etmeden, bir övünç vesilesi olarak şunları söylemiş:
“Bu sistemden dar gelirliler hariç, (yani emekçi ve yoksul sınıflar demek istiyor Bakan hazretleri) üretici firmalar, ihracatçılar kar ediyorlar. Çarklar dönüyor.”
Her hareketi komedi skeçlerine konu olan bu adamın eksik bıraktığını biz tamamlayalım: Bankalar. Ve elbette bu bankalarda büyük hisselere sahip olan emperyalist sermaye...
“Çarklar dönüyor”mu gerçekten, ona bakacağız. Ama bu değerli itirafı, yıllarca dinci faşist iktidarı “yeşil sermaye”nin, ya da, Koç, Sabancı, emperyalist tekeller gibi büyük sermaye grupları yanında ancak “bellboy” olabilecek “beşli çete”nin iktidarı olarak görenlere ithaf etmek gerek.
Nebati bakan, ihracat rakamlarındaki büyümeye bakarak, “ışıldayan” gözlerle ihracatçıların kar ettiklerini, bunun “çok iyi bir şey olduğunu anlatıyor. Cehaletten olabilir. Zira dinci faşist iktidarın bilumum kadrolarının eşine az rastlanır bir cehalet içinde olduklarına kim bahse girse asla kaybetmez. Kısa bir makale yazısı için biraz uzun sayılsa da, Marx'ın konuya ilişkin sözlerini aktarmakta büyük yarar var:
“İthalat ve ihracat ile ilgili olarak şu noktayı dikkate almak gerekir ki, birbiri ardına bütün ülkeler, bunalıma sürüklenmiş olurlar ve o zaman, birkaçı dışında hepsinin de, gereğinden fazla ithalat ve ihracat yaptıkları, bu yüzden de hepsinin, aleyhlerinde bir ödeme dengesine sahip oldukları ortaya çıkar. Bu nedenle, rahatsızlık, aslında ödemeler dengesinde değildir.”
“Bir ülkede aşırı ithal olarak görünen şey, diğerinde aşırı ihraç olarak görünüyor ve tersi. Ne var ki, aşırı ithal ve aşırı ihraç bütün ülkelerde yapılmıştır (biz burada, kötü üründen falan değil, genel bir bunalımdan söz ediyoruz); yani kredinin teşvik ettiği bir aşırı-üretim ve bununla el ele giden genel bir enflasyon.”
“Ödemeler dengesi, genel bunalım zamanlarında her ulus için, hiç değilse ticari bakımdan gelişmiş bir ulus için aleyhtedir, ama daima her ülke için, yaylım ateşi gibi, yani her birine ödeme yapma sırası gelir gelmez, bu böyledir. Ve bir kez bunalım patlak verdi mi, örneğin İngiltere'deki gibi, bu, süreler dizisini, çok kısa dönemler halinde sıkıştırır. İşte o zaman bütün bu ulusların aynı zamanda aşırı-ihracat yaptıkları (yani aşırı-üretimde bulundukları) ve aşırı-ithalat yaptıkları (yani, aşırı-ticaret yaptıkları), hepsinde fiyatların şiştiği, ve kredinin gereğinden fazla yayıldığı ortaya çıkar. Ve hepsinde aynı çöküş olur. (abç)”
“Hepsinde” kelimesinden anlaşılması gereken, emperyalist-kapitalist ülkelerdir. Şimdi, “hepsinde” enflasyonun yükselen bir çizgi izlediğini, Avrupalı emperyalistler dahil, tüm kapitalist ülkelerde emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin giderek daha da yoksullaştıklarını görmüyor muyuz! Öyle ki, emperyalist devletlerin hükümetleri her yerde emekçi sınıfların patlamasından, ayaklanmasından endişe ediyorlar.
Türkiye'de, tam da Marx'ın işaret ettiği gibi, krediler düşük faiz politikası sayesinde, her tarafa ve gereğinden çok fazla yayılıyor; kredinin teşvik ettiği aşırı üretim ve aşırı üretimle el ele giden genel bir enflasyon, yani fiyatların şiştikçe şişmesi. Semt pazarlarında ya da sokakta duymaya alıştığımız yoksul insanların feryatları, kapitalist üretimin bu yasaları ve elbette politik iktidarın, yani dinci faşist iktidarın bu yasaların işleyişini kolaylaştırıp hızlandıran politikalarının sonucudur.
Emekçi sınıflar, her kapitalist ekonominin özgül durumuna göre değişen bir hızla, fakat sonuçta, tüm emperyalist-kapitalist ülkelerde hızlı bir yoksullaşma süreci içindeler. Bu yoksullaşma süreci, sermayenin giderek daha az elde toplanmasıyla, daha açık bir ifadeyle, örneğin bankaların, büyük tekellerin aşırı kar elde etmeleriyle, servetlerine servet katmalarıyla atbaşı gidiyor.
Kısa bir makaleyi rakamlara boğmak olmaz. Biz, emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin hızla yoksullaştığı, açlıkla karşı karşıya kaldıkları günümüzde, bankaların karlarını katladıklarını, büyük bir sermaye birikiminin gerçekleştiğini belirtmekle yetinelim. Ne var ki, toplumda yoksulluğun artışına paralele olarak sermayenin birikmesi ve daha az elde merkezileşmesi, darkafalı düşüncenin sandığı gibi, burjuva düzende her şeyin yolunda gittiği anlamına gelmez. Sermaye birikirken, aynı zamanda, daha az elde merkezileşir ve bu birikim/merkezileşme sürecinde sadece emekçi sınıflar değil, burjuva sınıfın bir kısmı da en güçlü burjuvalara tarafından “mülksüzleştirilir.” Faşizm, politik iktidarın devlete dayalı gücü sayesinde bu sürece büyük bir ivme katar. Nebati bakan, “ışıldayan gözlerle” konuşurken aslında bu gerçeği itiraf ediyor.
Bu gerçeğin politik sonucu, işçi sınıfının, diğer ücretli sınıfların, yoksul kitlelerin devrimci bir halk ayaklanmasına itilmeleridir.
Bugün, dinci faşist iktidar başta olmak üzere, tekelci sermaye sınıfının ve emperyalist güçlerin en büyük korkusu budur. Türkiye'nin yıkılacak bir domino taşı olarak duruyor olmasıdır.
Sri Lanka yoksul sınıfları, arkalarında muazzam bir deneyim bırakarak şimdilik sıralarını savdılar. Sıra Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarında, yoksul halklarında.