Son aylarda sosyal reformist parti ve çevreler arasında “birlik” çabalarında olağanüstü bir artış olduğu biliniyor. Bu çabalara katılanların istisnasız hepsi, amaçladığımız “birlik” seçimlerle ilgili değil, ya da seçimleri kapsamakla birlikte seçimlerle sınırlı değil deseler de gerçek durumun böyle olmadığı hemen anlaşılıyor.
Güçbirliği ya da “ittifak” biçiminde birlik oluşturmaya çalışanlar, yine istisnasız biçimde, konuşma ya da yazılarının ilk birkaç cümlesinden sonra sözü seçimlere getiriyorlar, arkasından seçimlerle bitiriyorlar.
Bu sosyal reformist, uzlaşmacı parti ve çevreler neden böyle “numaralara” başvururlar, anlamış değiliz. Onlara naçizane tavsiyemiz, bu tür “numaralara” başvurmamalarıdır; gerek yok. Gerekli yer ve zamanda, koşullar zorunlu kıldığında seçimlerle sınırlı “ittifaklar” da yapılır. Siyasi yaşamı seçimlere katılmakla geçmiş sizin gibi seçim “uzmanlarına” bunu söylemek bize düşmezdi ama, mecbur bırakıyorsunuz insanı işte.
Pek çoğu Avrupa ve Soros vakıflarından yemlenen internet gazeteleri, televizyon kanalları, kimi burjuva gazeteler bu parti ve çevrelere “yürü ya kulum” dercesine hemen her gün yer vererek propaganda imkanı sağlıyor. Daha doğru ve daha doğrudan bir ifadeyle, burjuva sınıf bu sosyal reformist parti ve çevrelere, emperyalist fonların da uygun bulmasıyla, “yol veriyor”. Bu o kadar açık ki, üzerinde söz söylemeye bir gerek yok.
Soru şudur: Neden?
Bu sorunun yanıtı, açıklamasını Türkiye ve Kürdistan'ın içinde bulunduğu koşullarda bulur. İki ülkenin koşulları devrimcidir. İki ülkede devrimci durum vardır. Dahası, dönem dönem ivmesi düşse de, uzun süredir devam eden bir iç savaş vardır. Devrimci kitle eylemleri, düz bir çizgi halinde olmasa bile, yıllardır yükselen bir çizgi çiziyorlar.
Bu eylemlerin yarattığı devrimci birikim, 2013 Haziran halk ayaklanması, silahlı ayaklanma eğilimi içine giren Kobane ayaklanması gibi düzeni temellerinden sarsan ayaklanmalara yol açıyor. İki büyük halk ayaklanması arasında geçen az çok uzun zaman aralığında grevler, kitle gösterileri, çatışmalar, sokak eylemleri vb vb. eksik olmadı bugüne kadar.
Tekelci kapitalist düzen, dinci faşist iktidarın yönetiminde tarihinin en derin ve kalıcı krizine işte bu devrimci birikimle yakalandı. Kimi sosyal reformist partilerin “Türkiye'de ve dünyada eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik, zorbalık, adaletsizlik, ve savaş üreten toplumsal düzenin yıkılıp yerine insanca bir düzen kurulması”nı “yarının değil, bugünün acil görevi” olarak kabul ettiği koşullardan geçiyoruz.
Bu koşullarda, biraz aklı başında, sınıf savaşına dair az çok birikimi olan bir burjuva sınıf ne yapar? Elbette, emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, Kürt halkının ayaklanmaya, toplumsal devrime yönelmesini önlemek üzere, seçimleri öne çıkaracak güçleri cilalayıp parlatır. Şimdi, çeşitli internet gazeteleri, televizyon kanalları, burjuva gazeteleri aracılığıyla bunu yapıyorlar. Gün geçmiyor ki, sosyal reformist bir partinin ya da çevrenin insanına yer vermesinler, açıklamasını yayınlamasınlar.
Burjuva sınıfın hizmetindeki bu araçlar, sosyal reformist parti ve çevrelerin “birlik” girişimlerini kitlelere bir şeymiş gibi sunmaya çalışıyorlar. Oysa bu “birlik-ittifak” girişimleri, emekçi sınıfların bağımsız sınıf çıkarları açısından hiçbir şeydir. Şu basit nedenden dolayı: İki ülkenin emekçi sınıflarının, ezilen halklarının, yoksul kitlelerinin yaşamsal sorunları ancak bir toplumsal devrimle; siyasi iktidarın işçi sınıfı ve emekçi halklar tarafından ele geçirilmesiyle; siyasi iktidarla birlikte “fabrikalar, tarlalar, her şeyin emeğin” olunca çözülebilir.
Sosyal refromist partilerin, çevrelerin ve bunların lokomotifine sıradan bir vagon gibi takılan oportünistlerin oluşturduğu “birlik-ittifak”ların hiç birinin böyle bir devrimci amacı yoktur; olamaz da. Hepsinin amacı burjuva sınıfın bir kesimini yönetime taşımaktır. Bunu kendi açıklamalarından da görebiliyoruz. Dün, “devrimci görünmek” ihtiyacı ortaya çıkınca düzenin yıkılmasını güncel görev olarak tespit edenler, seçimler yaklaşınca -seçimlerin yapılıp yapılmayacağı ayrı bir konu- seçim otobüsüne binmek için nasıl bir sabırsızlık içinde olduklarını gösterdiler. Burada bir sosyal reformist partiden söz etmiyoruz. Hepsinden söz ediyoruz.
Devrimci bir dönemde, devrimin pratik, güncel bir mesele olduğu koşullarda nedir bu parti ve çevrelerin; kurdukları “birlik-ittifak”ların amacı? Tek cümleyle, burjuvazinin bir kanadını, adına “Millet İttifakı” denilen gerici-faşist ittifakı yönetime getirmek; onların belirleyeceği kişiyi Cumhurbaşkanı yapmak. Parantez içinde belirtelim: Cumhurbaşkanlığı adayını ortak belirleyelim biçimindeki çıkışların toz zerresi kadar önemi yok. Bunu sosyal reformistlerin kendileri de biliyor. Parantezi kapatıp devam edelim.
Sosyal reformist parti ve çevreler, burjuva güçlerden bir kesimi yönetime getirmek için uğraşırlarken bu burjuva kuyrukçusu politikalarını neyle gerekçelendiriyorlar? Dinci faşist iktidardan ve RTE'den kurtulma hedefiyle... Yanisi şu: Dinci faşist iktidardan kurtulmak için aralarında Meral Akşener, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu'nun bulunduğu faşistleri; Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir gericiyi ve bunların belirleyeceği birini yönetime taşımayı amaç edinmişler.
Onlar için, bu gerici-faşist karışımı burjuva ittifakın yönetime getirilmesi “istenen bir şey” değil elbet. Yani “yetmez” ama, dinci faşist iktidarı ve onun başındaki adamı devirmek için “evet”. Dünün “yetmez ama evet”çileri günümüzün bu “yetmez ama evet”çileri yanında saf çocuklar gibi kalırlar. Bakalım dünün “yetmez ama evet”çileri bu sosyal reformist parti ve çevrelere saflarımıza hoş geldiniz mi diyecekler, yoksa dünkü lincin hesabını mı soracaklar? Çünkü dünkü lincin bayraktarlığını yapanlar bugün gerici-faşist ittifakı “yetmez ama evet” adına yönetime taşıyacak olan seçim otobüsüne binmek için sabırsızlananların başında geliyorlar. Yine de bu, onların sorunu... Bizim merakımız kendini toplum vicdanının sesi, bilim ve aklın temsilcisi kabul eden gençliğin bu parti ve çevrelerdeki kesiminin bu “yetmez ama evet” politikasını sorgulayıp sorgulamayacağıdır.
İlk “yetmez ama evet”çilerle bugünün “yetmez ama evet”çileri arasında fark var mı? Olmaz olur mu? Birinciler, nihayetinde kişisel olarak dinci faşist iktidarın vagonuna atlamışlardı. İkinciler, parti parti, çevre çevre burjuvazinin bir kesimini, gerici faşist bir bölüğünü yönetime taşımak için var güçleriyle, canhıraş çalışıyorlar. Birincilerin olanakları, kişisel olmalarından dolayı sınırlıydı. İkincilerin maddi, teknik, propaganda olanakları gani gani...
Yine de, “birlik-ittifak”ların başarı şansı var mı? Şimdiden söyleyelim: Başarı şansı sıfırdır. Biz böyle söylediğimiz için değil, eşyanın tabiatı böyle olduğu içindir. Devrimci dönemlerde başarının temel ve olmazsa olmaz koşulu, devrimci politika ve hedeflere sahip olmaktır. Devrimci politika ve hedeflere sahip olmayan istisnasız hiç bir birlik ya da ittifak, devrimci dönemlerde kitleler üzerinde etkili olmaz, devrimci bir etki yaratamaz, bir bilinç oluşturamaz.
Her durumda iflas etmeleri kaçınılmaz. Ola ki, dinci faşist iktidar yıkılmasın, dünya bunların başına yıkılacak. Tersi olunca da politik iflas kaçınılmaz. Gerici-faşist ittifak, işçi sınıfı ve emekçiler karşısında gerçek yüzünü gösterir göstermez kendisini yönetime taşıyanlarla birlikte çöküş sürecine girecektir.
Günümüzün yarına ertelenemez görevi, bir toplumsal devrimle bu düzenin yıkılması ve siyasi iktidarın ele geçirilmesidir. Bunun dışında bir devrimci politika yoktur.