Sorumuzun yanıtına geçmeden önce bir gerçeğin altını çizelim: İran'daki ayaklanma, İran emekçilerinin, işçilerinin, yoksullarının katıldığı, dört başı mamur, gerçek bir halk ayaklanmasıdır.
Yine de, dünyanın dört bir yanında gerçekleşen her tür kalkışma ve ayaklanmayı otomatik olarak emperyalizme bağlayan, her şeyi “emperyalist komplolar” ile “açıklamaya” çalışan tuhaf ama yaygın bir düşünce biçimi var karşımızda.
Ellerinde bir “devrim şablonu”... her gelişmeyi bununla tartmaya kalkıyorlar. Böylelerine ne devrim beğendirmek mümkün, ne de halk ayaklanması! Bakıyorlar harekete, ellerindeki şablona uymuyorsa, basıyorlar “emperyalist komplo” damgasını!..
İki yüzyıl öncesinin Fransız burjuva tarihçilerinin bile gerisine düşen bir “tarihsel yorumlama” ile, örneğin, “Direniş Ekseni”nden girip “Büyük Ortadoğu”yla çıkmak, oradan “Avrasya”cılık durağına varmak yeterli oluyor İran’daki halk ayaklanmasını “açıklamaya”!
Özünde hiçbir şeyi açıklamayan, hatta tersten, emperyalist güçleri kadiri mutlak hale getiren bu türden “teoriler”, kimilerinin bilinçli biçimde yarattığı; çoğunluğun ise bilinçsizce kapıldığı muazzam bir kafa karışıklığından başka bir şey değil.
Bunlar, tüm uluslararası gelişmeleri, köklü burjuva düşüncesi olan “jeopolitik süreçler” temelinde ele alırlar. Gelişmelerin “iç dinamikleri”, “iktisadi yapı, sınıflar ve sınıflar savaşımı” yoktur. Ama işin daha kötü yanı, bu bakışta, bir halk hareketi, bir halk ayaklanması, bir devrim... bu “jeopolitik karşıtlıklar” açısından ele alındığı için, en gerici burjuva devletler bile bu hareketler karşısında desteklenebilmektedir. Tıpkı İran’da karşılaştığımız son ayaklanmada olduğu gibi.
Her isyan, ayaklanma, devrim ya da savaş kendi somutunda, kendi bağlamında ele alınmalıdır. Hiçbir kitle hareketinin otomatik bir ilericilik garantisi yoktur. Özellikle son 30 yıldır sıkça karşılaştığımız “renkli devrimler”, uluslararası gelişmeler konusunda alabildiğine dikkatli, hassas olmayı gerektiriyor. Burası kesin.
Hiç kuşku yok ki her kitle hareketi otomatik olarak desteklenmez. İlk olarak, hareket, kendi “iç dinamikleri” açısından, doğup geliştiği koşullar ve bağlam açısından ele alınır. İkincisi, komünistler açısından belirleyici olan dünya işçi sınıfının çıkarlarıdır, proletaryanın enternasyonal devrimci hareketinin çıkarlarıdır. Burada “parça-bütün” ilişkisi kuruludur. Bütünle çelişen parça, gerektiğinde “kesilip atılır”. Bu son kısım, kimi çok özgün koşullarda, gerçek halk hareketlerinin bile desteklenmeyebileceği anlamına gelir. Tüm bunlar, çok somut koşullarda ele alınarak varılacak sonuçlardır.
“Jeopolitik” bakış açısıyla hareket edenler, bu bilimsel bakışı gerçekte hiç dikkate almaksızın, çok üstenci bir şeklide “emperyalizmin çıkarları/oyunları” üzerinden kestirme sonuçlar çıkarırlar. Denklem çok basittir. Başını ABD’nin çektiği bir emperyalizm var, bir de onlara karşı olanlar. Bu kadar basit işte! Hal böyle olunca, emperyalistlerle konjonktürel çelişki yaşayan “Direniş Ekseni” (başını İran’ın çektiği kamp), desteklenmesi gereken bir güç haline gelir.
O “eksenin” başını çeken İran’ın bir geçmişi ve bir geleceği olduğu gerçeği söz konusu bile değildir. Şah gericiliğine karşı başarılı bir halk ayaklanmasıyla gerçekleşen devrim (1979) sonucunda, komünist ve ilerici güçlerin iktidara gelme ihtimaline karşı bugünkü Molla rejimimin bizzat emperyalistlerin aktif desteği ile başa getirildiği yoktur mesela. Molla rejiminin vahşi katliamları ile tasfiye edilen komünist hareket gerçeği yoktur. İran’daki düzenin tamı tamına anti-komünizm temellerinde inşa edilmiş olduğu gerçeği yoktur. İşçilere sendika kurmanın bile yasak olduğu gerçeği yoktur. Her işçi grev ve gösterisinin büyük bedeller üzerinden gerçekleştirildiği yoktur. Ezilen Kürt ulusu yoktur. Hepsinden öte, kadınların ortaçağ vahşetine tabi oldukları gerçeği de yoktur.
Filistin devrimci hareketinin bölünmesinde rol oynayan dinci güçlerin aktif bir şekilde desteklenmesi yoktur. Bu molla rejiminin, Afganistan demokratik halk devriminin başarısından sonra başlatılan gerici savaşın aktif destekleyicisi ve örgütleyici olduğu da unutulan şeyler arasında.
Birikmiş onca tarihsel toplumsal çelişkiden kaynaklanan bu halk hareketinin olası hedefleri, daha ileriye, sosyalizme yönelik girişim ve atılımları ihtimal dahilinde bile değildir onlar için. Sokakta komünistler de yoktur, örgütlü işçi sınıfı da yoktur. Hatta bugüne değin işçi sınıfının ve onun en ileri bölüklerinin mücadelesi de yoktur.
Ya ne vardır? Yalnızca ABD’nin başını çektiği emperyalizmin “Büyük Ortadoğu Projesi”, onun hedefinde olan “İran’ın direnişi” (“Direniş Ekseni”) vardır. Küba’dan Bolivya ve Venezuela’ya, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nden Çin’e ve Rusya’ya kadar bir dizi sosyalist, halkçı veya emperyalizmle karşıtlık içinde bulunan ülkelerle, kendi varlık koşulları gereği, geliştirmiş oldukları konjonktürel ilişkiler vardır. Hal böyle olunca da “ilericilik” adına, “antiemperyalizm” adına İran molla rejimi desteklenir hale gelmektedir.
Bir kez daha görüyoruz ki, antikapitalist olmayan bir antiemperyalizmin varacağı yer, tamı tamına işte budur!
Sık sık karşımıza mevcut hareket içindeki “emperyalizmin ajanları” olgusu çıkartılıyor. Kesinlikle doğrudur. Hatta farkına varabildiklerimizden çok daha fazlası şu an sürüp gitmekte olan ayaklanmaya dahildir. Özellikle sosyal medya alanındaki en örgütlü yapıların emperyalist merkezlerin kontrol ve yönlendirmesinde hareket ettiği, hatta ve hatta doğrudan onların paralı elemanları olduğuna da kuşku yok. Bu hesapların pek çoğunun “bot hesap” olduğundan da kuşku duymuyoruz.
Benzer durumlar, örneğin Gezi’de yaşanmadı mı? Bunu reddeden ya açıktan yalan söylüyordur, ya da hiçbir şeyden haberi olmayan biridir!
Her gerçek halk ayaklanmasında, her gerçek halk devriminde işin bundan farklı gerçekleşeceğini düşünen biri, oturduğu yerden ahkam kesen en kaba doktrinerden başka bir şey değildir. Bu türden doktriner budalalık yeni çıkmış değil. Uluslararası proleter hareket saflarında her dönem temsilcileri vardı. Hala da var.
Lenin, 1916 İrlanda ayaklanmasına bu tarz aydın ukalalığı ile yaklaşanlara hak ettikleri hor görüyü esirgemediği makalesinde, şöyle diyordu:
“Toplumsal devrimin, sömürgelerde ve Avrupa’da ayaklanmalar olmadan, bütün önyargılarıyla küçük-burjuvazinin bir kesiminin devrimci patlaması olmadan, siyasal bakımdan bilinçsiz olan proleter ve yarı-proleter yığınların, toprakbeyliği, kilise, krallık boyunduruğuna karşı, ulusal vb. boyunduruğa karşı hareketi olmadan düşünülebileceğini sanmak, toplumsal devrimi reddetmektir.
Bu bir ordunun belirlenmiş bir noktada mevziye girerek ‘biz sosyalizmden yanayız’ ve bir başka ordunun da bir başka noktada saf tutarak ‘biz emperyalizmden yanayız’ diyeceğini ve o zaman toplumsal devrim olacağını sanmak olur! ...
‘Saf’ bir toplumsal devrim bekleyen kimsenin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir.
1905 Rus devrimi bir burjuva demokratik devrimdi. Bu devrim, nüfusun hoşnut olmayan bütün sınıflarının, grup ve ögelerinin vermiş oldukları bir dizi savaşı içerdi. Bunlar arasında en barbar önyargılara sahip bulunan en muğlak ve akıl almaz amaçlar için savaşan yığınlar vardı, Japonlardan para alan küçük grupçuklar vardı, spekülatörler, serüvenciler vb. vardı. Nesnel olarak, yığınların hareketi çarlığı sarsıyor ve demokrasi yolunu açıyordu. Onun için bilinçli işçiler hareketin başında idiler.
Avrupa’da sosyalist devrim bütün ezilenlerin ve hoşnutsuz ögelerin yığın mücadelesinin patlak vermesinden başka bir şey olamaz. Küçük-burjuvaziden ve bilinçsiz işçilerden ögeler, bu devrime kaçınılmaz olarak katılacaklardır -bu katılma olmadan yığın savaşı olanaklı değildir, hiç bir devrim olanaklı değildir- ve, bu ögeler aynı şekilde kaçınılmaz olarak harekete kendi önyargılarını, gerici özlemlerini, zaaflarını ve yanılgılarını da getireceklerdir. Ama nesnel olarak bunlar sermayeye saldıracaklardır, ve dağınık, uyumsuz, karmakarışık, ilk bakışta birlikten yoksun bu yığın savaşı nesnel gerçeğini ifade eden devrimin bilinçli öncü birliği, ilerici proletarya, bu yığınları birleştirip onlara yön verebilecek, iktidarı alabilecek, bankaları ele geçirebilecek, (değişik nedenlerden olmakla birlikte!) herkesin nefret ettiği tröstleri mülksüzleştirecek ve tamamı burjuvazinin devrilmesi ve, sosyalizmin zaferini sağlayacak olan başka kesin önlemleri alacaktır. Bu zafer de, kendini hemen küçük-burjuva posadan ‘temizleyecek’ değildir.”
Şu an İran’da, neredeyse tüm kentlere yayılan halk ayaklanması, Lenin’in burada çizdiği genel hatlara öylesine uymaktadır ki, gösterilere aktif olarak katılan bir komünist tam da Lenin’in bu görüşlerine gönderme yapıyor:
“Ülkenin bütün önemli üniversitelerinde öğrenciler grevde, bütün işçi sınıfı mahalleleri de ayaklanmaya katıldı. Hatta göçebe kentlerde bile ayaklanma oldukça ciddi seviyelere ulaştı. Kaba bir Marksist bakış açısıyla yaşananların bugüne ait demokratik bir ayaklanma olduğunu söyleyebiliriz. Burjuvazi yerine liderliği halk sürüklemekte. Tıpkı Lenin’in Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği eseri gibi…”
İşin başka türlü olması da düşünülemez.
İran’da sürmekte olan ayaklanmanın temelinde ne var? Engels’in o mükemmel deyimini kullanacak olursak, her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri gereksinimler bulunur. İran’daki durum da tam olarak budur.
Dinci gerici mollaların temsil ettiği gerici burjuva iktidarı, tüm İran emekçi halkları üzerinde kopkoyu bir diktatörlük yürütüyor. İnanılmaz bir baskı, zorbalık, katlanılmaz bir kadın düşmanlığı, baskı altında olan uluslar ve ulusal topluluklar var. Kapitalizmin yoksullaştırdığı milyonlara, bir de emperyalistlerin uyguladığı ambargo ve yaptırımların yükü binince, emekçi sınıflar açısından durum daha da katlanılmaz bir hal alıyor.
“Aç bir mide mahkeme kararıyla susturulabilir mi?” diye soruyordu zamanın Çalışma Bakanına, komünist işçilerin etkin olduğu fiili olarak kurulan yasadışı sendika başkanı. “Antiemperyalist” olduğu iddia edilen İran rejimi, dizginsiz sömürü politikaları uygulamaya koyulmuş, işçi ve emekçiler için yaşam korkunç bir hal almıştı çünkü: “İran toplum ve emek düşmanı neoliberal ekonomi politikaları uygulamaya koyuyor. Baskıcı ve yozlaşmış devletin uyguladığı bu özelleştirme dalgasını görmekten ötürü kızgınız. Bu bizim felaketimiz olan acı reçetedir. Ücretlerin ödenmemesi yüzünden grev ve eylem yapmaktan başka çaresi yok işçilerin. Karınlarını doyurmaları gerek. Güvenlik güçleri İran işçilerinin meşru taleplerini sonsuza kadar bastıramaz.”
Bu “fiili sendikalar” ve komünist işçiler sınıf içinde etkin konumda. Protestolar çoğu zaman “Allaha düşmanlık” olarak yaftalanıp idam cezası ile soruşturulsa da, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, uzun süredir, özellikle kadınların başını çektiği eylemlerle mevcut rejime karşı mücadele içinde. Kürt halkı, her tür baskıya ve idamlara karşı mücadeleden hiç geri durmadı. Bugünkü ayaklanmanın ardında, on yıllara yayılan zorlu mücadele birikimi var. Günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri yaşamsal gereksinimler var.
Dinci diktatörlük, en temel demokratik hakların yok sayıldığı despotik bir rejim. İşçi sınıfı ve diğer emekçilerin kapitalistler tarafından ağır sömürüsü yanı sıra, kadınlar, ortaçağdan kalma yasalara uymaya zorlanan ikinci sınıf yurttaş muamelesi görüyor. 11 yaşındaki kız çocukları evlenmeye zorlanıyor. Haremlik selamlık uygulamaları var. İran’da kadınlar, bu baskılara karşı çok uzun süredir isyan halindeler. Çeşitli düzeylerde eylemler yaptılar. Kimi zaman bireysel, kimi zaman kitlesel. Mahsa’nın katli, kadın özgürlük mücadelesinin ardındaki bu birikimle birleşince, durdurulmaz bir ayaklanmaya yol açtı.
Her tür gericiliğin ortak özelliklerinin başında kadın düşmanlığı geldiği gibi, her gerçek halk devriminin temel özelliklerinden biri de, kadınların en ön safta kavgaya atılmasıdır. Kadınların öne atılmadığı, başı çekmediği bir modern halk devrimi yoktur.
Geçmiş örnekler bir yana, Sudan’da ElBeşir’i deviren devrimin en ön saflarında Sudan’lı kadınlar yer alıyordu. Tarihi Nubia krallığına atıfla “Nübyen Tanrıçalar” dediler onlara. Şimdi İran’da, ortaçağ gericiliğini zırh edinen burjuva diktatörlüğüne karşı mücadelede de başı kadınlar çekiyor. Yoksul işçi ve emekçi kadınlar!.. Hatta başı çekmekten öte, devrim ordusunun ana unsuru olarak sahne alıyor.
Son bir söz de, gelişmeleri değerlendiren “uzmanlara”... Ekranlarda boy gösteren kimileri, mevcut İran rejiminin çok güçlü olduğuna, kesinlikle yıkılmayacağına yemin billah ediyor. Rejimin son derece örgütlü olduğuna kuşku yok. Olasılık dahilindedir ki, sürmekte olan ayaklanma ve gösteriler, mevcut rejimi yıkmadan geri çekilebilir. Ama yine de siz siz olun, koyu diktatörlüklere, sömürü düzenlerine böylesine kefil olmayın. Hele de tüm emperyalist-kapitalist sistemin böylesine derin bir kriz ve çöküş içine girdiği bir dönemde!..
Unutmayın, nice bin yıllık çınarlar bir fiske vuruşuna dayanamadı tarihte.