Faşist Ukrayna Hükümeti ve devletinin Kırım-Kerç köprüsünü bombalamasıyla savaşın tırmanışa geçtiğine önceki Editör yazımızda işaret etmiştik. Söz konusu makalede, bundan böyle Rusya'daki iktidarın önünde sadece iki yol kaldığını, bunlardan birincisinin “Ukrayna Hükümetinin bu eylemine sert bir karşılık vererek savaşın ucu belirsiz bir noktaya tırmanmasının yolunu açmak”; ikincisinin, “emperyalistlerle köprüleri atmamak adına bu saldırıyı sineye çekmek” olduğuna işaret etmiş ve eklemiştik: “ikinci yolu seçeceğini sanmıyoruz.”
Rusya, öngördüğümüz gibi, birinci yolu seçti ve ağır bir bombardımanla faşist Ukrayna hükümeti ile devletine altından zor kalkabilecekleri bir darbe vurdu.
Ama Rusya'daki Kremlin iktidarı, belki de bundan çok daha önemli, bir başka şey daha yaptı. Ukrayna'da savaşan Birleşik Kuvvetlerin başına General Sergey Vladimiroviç Surovikin'i atamıştı. Burjuva basın, bu generalin Suriye'deki görevini öne çıkartmıştı.
Oysa bu atamanın en önemli tarafı şuydu: Surovikin, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasını önlemek için müdahale eden Soyuz Grubunun saflarında bulunmuştu. Bazı yorumcular, bu atamayla Surovikin'e Rusya Genelkurmay Başkanlığı yolunun açıldığı yorumunu yapıyorlar. Başka bir ifadeyle, zamanında Sovyetler Birliği'nin dağılmasını önlemek için silahlı müdahaleden çekinmeyen birini uzak olmayan bir gelecekte Rusya Ordusu'nun başında görebiliriz. (Elbette şimdi Ukrayna'nın faşist olmadığını; kendisinin de ne kadar “Sovyet”sever olduğunu anlatmak için kanal kanal, gazete gazete gezen “komünist”imizin tutum ve düşüncelerini merak edeceğiz!)
Rusya'nın faşist Ukrayna'ya sert bir yanıt vermesi bu sefer emperyalist cepheyi bir ikilemle karşı karşıya bıraktı. Emperyalist cephenin önünde iki yol kalmıştı. Ya Rusya ile, Rusya'nın istediği koşullarda, anlaşacaktı ya da, ölüm kalım savaşına girişecekti. Emperyalist cephe, bugüne kadar NATO üzerinden savaşı yöneten ve yürüten asıl güç olduğunu gizlemeye çalıştı. Ancak Rusya'nın faşist Ukrayna hükümetini sersemleten saldırısı NATO'nun savaştaki varlığını gizleyen tüm örtüleri yırtıp attı.
NATO Genel Sekreteri unvanını taşıyan Stoltenberg adındaki kan emici sülük, Rusya'nın faşist Ukrayna iktidarına ve ordusuna yönelik ağır bombardımanından sonra şu itirafı yapmak zorunda kaldı:
“NATO müttefikleri hiç görülmedik bir şekilde Ukrayna'ya destek verdi. Kapasitelerini zorladı, var olan stoklardan füze, hava savunma sistemleri, mühimmat desteği verdi. Evet, kendi stokları azaldı. Ama bu, yapılması gereken, doğru olandı. Çünkü hepimiz için Ukrayna'nın Rusya'ya karşı savaşı kazanması çok önemli. Çünkü eğer Putin kazanırsa, bu sadece Ukrayna için büyük bir yenilgi olmayacak, tüm müttefikler için büyük ve tehlikeli bir yenilgi olur. Buna izin verilemez”.
NATO, savaşı tırmandırmaya yönelik bir adım daha atarak, taktik nükleer silahlarla bir tatbikat yapacağını ilan etti. (Ama Rusya'nın “saldırganlığı”nı dünyaya anlatmak için kan ter içinde, canhıraş vaziyette uğraşan “Komünist”imiz, şimdiye kadar NATO'nun nükleer tatbikatı konusunda “büyük insanlık”ı harekete geçirmek için kılını kımıldatmış değil. Acelemiz yok, bekliyoruz!)
Stoltenberg'in, bu kan emicinin sözlerinin son derece değerli bir açıklama; daha doğrusu bir itiraf olduğundan kuşku yok. Bu itirafla birlikte, devrimci/komünist güçlerle “ne Amerika ne Rusya”cı sosyal reformist partiler ve onları takip eden oportünist hareketler arasındaki tartışma konularından biri olan bu savaşın kimin savaşı olduğu tartışması bitmiş sayılmalı.
Bu savaş, Japonya'sından Britanya'sına; Amerika'sından Avrupa'sına kadar istisnasız bütün emperyalistler ve onların fino köpekleri durumundaki küçük, bağımlı devletler ile Lugansk-Donetsk devrimci komünist güçleri ve bu güçlerle ittifak yapan, kendini, çok çeşitli nedenlerle, bu iki Halk Cumhuriyeti'ni korumakla mükellef gören Rusya arasındadır.
Savaşın birinci tarafı, yani cümle emperyalistler, NATO şemsiyesi altında kümelenmişler. Burada kümelenenler arasında, hiç kuşkusuz, “NATO'nun sağlam, güvenilir müttefiki”, NATO üyesi Türkiye de var. Ukrayna faşist hükümetinin ve cümle faşistlerinin, emperyalistlerle birlikte dinci faşist iktidara ve onun başına övgüler yağdırmaları boşuna değildir.
Öyleyse, NATO'nun başındaki memur Stoltenberg'in ifadelerine dayanırsak, Rusya zafer kazanıp Ukrayna yenilirse aralarında Türkiye'nin de olduğu “tüm müttefikler için büyük ve tehlikeli bir yenilgi” olacak.
Başka bir ifadeyle söylersek, emperyalizm ve faşizm büyük bir yenilgi almış olacak. Bunu biz değil, Stoltenberg söylüyor. Doğruluğundan zerre kadar kuşku yok.
Bu gerçek, savaşın karakterini de ortaya koyuyor. Bu savaş emperyalizme ve faşizme karşı verilen bir savaştır. Başka bir ifadeyle, bu savaş antiemperyalist ve antifaşist bir savaştır. Böylesi bir karaktere sahip bir savaşta hiç bir komünist, hiç bir sosyalist ya da devrimci “tarafsız” kalamaz.
Fakat “Ne Amerika ne Rusya”cı sosyal reformist partiler ve onlardan ayrılmayan oportünist hareketler, yenilmeleri durumunda “tüm müttefikler -yani emperyalistler- için büyük ve tehlikeli bir yenilgi” olacak böyle bir savaşta “tarafsız”lar.
Bunun “tarafsızlık” olmadığı, aksine taraf olmak anlamına geldiği açık. Bu saldırgan, kan emici, tüm dünya işçi sınıfının ve emekçi halklarının başına bela olan, dünya devriminin önündeki en büyük engel rolünü oynayan güçlere açıktan ve koşulsuz cephe almamak, onların bizzat bu savaşta saldırgan konumunu gölgelemek, Donbass halklarının bunca yıldır bu faşist saldırganlık karşısında devrimci bir direniş savaşı yürüttüğünü “unutmak”, bunun üzerinden atlamak... dolaylı yoldan emperyalistlerin, onların faşist güçlerinin, hatta ve hatta, bu saflarda yer alan “kendi hükümetinin”, “kendi devletinin” yanında taraf tutmaktır. “Tarafsızlık” adına sosyal reformist partilerin ve oportünist hareketlerin içine düştükleri bataklık budur!
Stoltenberg'in açıklamaları, bu yüzden, en çok bu politik çevreleri zor duruma düşürmüştür. Çünkü, Stoltenberg adındaki kan emici, yaptığı son açıklamayla bu çevrelere gizleyebilecekleri, saklayabilecekleri bir şey bırakmadı.
Başta Rusya ve Ukrayna işçi sınıfı olmak üzere, iki ülkenin emekçi halklarının; bunlarla birlikte yoksul Afrika halklarından tutalım da dünyanın geri kalan tüm halklarının; Küba'nın, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin; özetle, emekten yana tüm devrimci, demokratik, komünist güçlerin çıkarı emperyalistlerin kesin yenilgisindedir.
Stoltenberg'in sözlerinin gerçek anlamı budur. Yenilecekler ve yaşam yoluna devam edecek.