“Erdoğan, partisi ve iktidarıyla gitsin” diyorlar. Kim diyor diye sormaya gerek yok. TİP'ten EMEP'e, Sol Parti'den TKP'ye kadar akla gelen tüm yasal sol partiler, hatta kendine “devrimci”yim diyen kimi hareketler de aynı şeyi söylüyorlar.
Emekçi sınıflara, iki ülkenin ezilen yoksul halklarına, “kurtuluş yolu” olarak önerdikleri şey bu. Gerekçeleri de basit: Önce bunlardan kurtulalım, gerisine sonra bakarız!
Arkasından ekliyorlar: Bunları göndermek için sandık başına! Yani, dinci faşist iktidarı ve onun başını seçimle göndermek istiyorlar. Bunun için harıl harıl çalışıyorlar. İttifaklar yapıyorlar, örgütler kuruyorlar, iddialarına göre, yüz bin kişiyi seçim güvenliği için görevlendiriyorlar vb vb.
Bu önerilerde bulunan parti ve hareketleri dinlediğimizde “seçim yoluyla gönderdiğinizde yerlerine kim gelecek” sorusu akla gelmeli.
Çok açık, ve çoğunlukla bu saydığımız partilerin kendileri de gizlemiyorlar: Dinci faşist iktidarı ve onun başını, seçimle gönderdiğinizde -gelip gelemeyeceği ayrı bir konudur- “Altılı Masa” denilen gerici-faşist burjuva ittifakı oluşturan partiler, dinci faşist iktidarın yerini alacak.
Bu partileri tekrar tekrar akla getirmeli. Kim bunlar? Bunların başında “Kandil'i yerle yeksan etme” sözü vermiş olan Kılıçdaroğlu ve onun partisi CHP geliyor. Bir diğeri, 90'lı yılların “fail-i meçhul” cinayetlerin kraliçesi olmakla her fırsatta övünen Meral Akşener faşisti ve onun partisidir. Üçüncüsü, Sivas Madımak katliamının perde arkasındaki örgütleyicilerinden; katillere “gazanız mübarek olsun” diyen Karamollaoğlu; dördüncüsü, 2015-2016 Kürdistan'da ortaya çıkan “Kent Savaşları”nın kanıyla yıkanmış; Suriye'deki emperyalist planların taşeronu, dinci faşist katil sürülerinin hamisi Davutoğlu; bir başkası, dinci faşist iktidarın tüm kanlı projelerinde imzası bulunan; dinci faşizmin inşasında kritik roller oynayan Ali Babacan var...
Eğer yukarıda adlarını sıraladığımız partilerin dileği olursa ve her şey yolunda giderse -tekrar edelim, işlerin yolunda gidip gitmeyeceği ayrı bir konudur- dinci faşist iktidar ve onun başından “hele bir kurtul”ursak, işte bu gerici-faşist burjuva sürü yönetime taşınacak! TİP'inden EMEP'ine, Sol Parti'den TKP'sine kadar cümle sosyal reformist partilerin sosyalizm adına emekçi sınıflara yaptıkları “seçime katılın, RTE'den kurtulalım” çağrısının arkasında işte bu amaç yatıyor: Burjuva sınıfın bir başka kanadını, bir başka gerici-faşist burjuva ittifakı emekçi sınıfların oylarıyla hükümet yapmak.
Bu partiler, burjuva sınıfın bir kanadına bu hizmetlerini bilmeden mi yapıyorlar? Elbette değil. Bu partiler, iki ülkenin emekçi sınıflarını, yoksul ezilen halklarını seçime, sandık başına çağırırlarken dinci faşist partilerin yönetimden uzaklaştırılmaları halinde yönetime kendilerinin değil, “Altılı Masa” denilen gerici-faşist burjuva ittifakın geleceğini biliyorlar. Burjuvazinin bu gerici-faşist kanadına hizmetlerini son derece bilinçli şekilde yerine getiriyorlar.
Bu düzenin emekçi sınıfları, ezilen yoksul halkları derin bir yoksulluğa ittiği, toplumun ezici çoğunluğu için yaşamı cehenneme çevirdiği bir gerçek. İşçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı bu gerçeği her gün yaşıyor, etlerinde, kanlarında hissediyorlar.
İşte bu düzen, şimdi ağır bir bunalımdan geçiyor. Burjuva düzen, burjuva sınıf egemenliği derin bir kriz içinde. Emekçi sınıflar, yaşam kavgasında bu sömürü düzenine karşı sürekli bir mücadele halinde; bir isyan, bir ayaklanma isteği ile dolu. Dinci faşist iktidar, artık eski yöntemlerle yönetemiyor. Buna karşılık burjuva düzeni ayakta tutmak için Kürt halkıyla, devrimci güçlerle, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle savaşıyor.
Bu koşullar devrimci koşullardır. Bu koşullar, burjuva sınıf egemenliğinin, burjuva düzenin, sömürü düzeninin yıkılması için Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarına, ezilen yoksul halklarına en uygun koşulları sunuyor.
Sosyalizm adına hareket ettiklerini öne süren sosyal reformist partiler, işte bu koşullardan sömürü düzenini yıkmak, bütün burjuva güçleri tarihin çöplüğüne göndermek için değil, burjuva güçlerin bir kısmı yerine diğer bir kısmını hükümete taşımak için yararlanmaya çalışıyorlar.
İki ülkenin emekçi sınıflarının, ezilen yoksul halklarının bunda hiç bir çıkarı olmadığını, aksine, bu politikanın kendilerini ezen, sömüren, baskı altına alan burjuvaziye hizmet anlamına geldiğini söylemeye gerek yok.
Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının, emekçilerinin kurtuluşu, sadece dinci faşist iktidarı ve onun başını göndermekte değil, onunla birlikte gerici-faşist ittifakı, “Altılı Masa”yı, hepsini, bütün burjuva politik güçleri ve burjuva sınıfın kendisini tarihin çöplüğüne göndermekten geçiyor.
Bu noktada, iki ülkenin emekçi sınıfları bu sömürücüler tayfasını tarihin çöplüğüne nasıl gönderebilirler sorusu önem kazanıyor.
Bu saydığımız partilere, küçük burjuva uzlaşmacı parti ve liberallere göre, bunlarını hepsini değil ama şimdilik dinci faşist iktidarı ve onun başını seçimlerle gönderelim, yerine dinci faşist iktidarın destekçilerini ve eski dostlarını getirelim, gerisi sonranın işi. Bunun için, “sandık başına” çağrısı yapıyorlar.
Oysa gerçek kurtuluş için bir kısmını değil, hepsini, arkalarındaki sermaye sınıfıyla birlikte göndermekten geçiyor ve emekçiler bunların hepsini seçimlerle değil, ancak ve sadece bir toplumsal devrimle, iki ülke emekçi sınıflarının birleşik devrimiyle tarihin çöplüğüne gönderebilirler.
Hepsinden kurtulmalıyız ve hepsinden kurtuluşun yolu birleşik devrimdir. İki ülkenin emekçi sınıflarına tam ve kesin kurtuluş için sandık-seçim değil, devrim lazım. Bize devrim gerek! Acılarımızı, yoksulluğumuzu, hayattan kovulmuşluğumuzu ancak bir devrim, birleşik bir devrim giderebilir. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, büyük acılar çeken Kürt halkının birleşik devrimi!
Elbette, böyle bir devrimle birlikte kurulacak iktidar, devrimi gerçekleştirenlerin iktidarı; halk iktidarı olacaktır.
Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının kurtuluşu burada; birleşik devrim ve halk iktidarında...