Geçen Pazar günü, 13 Kasım'da İstanbul'da İstiklal caddesinde gerçekleşen bombalı saldırı altı yurttaşımızın yaşamını yitirmesine, onlarcasının yaralanmasına yol açtı.
Sivil halka yönelik olduğu kesin olan bu saldırının bir terör eylemi olduğu, hiç bir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık.
Böyle bir eyleme kim ve neden başvurur? Böyle bir eylemde kimin çıkarı olabilir? Terör, yani acımasız bir yıldırma eylemi, halkın, emekçi sınıfların yıldırılması kimin işine yarayabilir? Bu soruların yanıtı failin portresini üç aşağı beş yukarı bize verir.
Dinci faşist iktidarın İçişleri Bakanı, bırakalım failin kim olduğunu, elinde hazır bulunan şablona göre anında, patlamanın ne olduğu bile anlaşılamamışken, açıklamıştı! İçişleri Bakanı'na göre olayı yapanlar, PKK-PYD örgütleriydi. S.Soylu, aynen şöyle diyordu:
“Eylemin talimatının Kobani'den geldiği, eylemi yapanın Afrin'den geçtiği konusunda bir değerlendirmemiz var. Biraz önce bombayı bırakan kişi İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alındı. Elde ettiğimiz bulgular çerçevesinde PKK/PYD terör örgütü.”
S.Soylu, alelacele neden böyle açıklama yapma ihtiyacı duydu? Kendisi bile kesin ifadeler kullanmaktan çekinirken; örneğin, eylemi yapan “Afrin'den geçti” diyemiyor ama bu yönde “değerlendirmemiz var” diyor; ya da “eylemin talimatı Kobani'den geldi” diyemiyor ama yine bu yönde “değerlendirmemiz var” gibi ifadeler kullanıyor.
Çünkü sözlerinin gerçek olmadığını en iyi kendisi biliyor. Ama S.Soylu'nun amacı, olayın geniş kitlelerde yarattığı tepkiyi, İçişleri Bakanı olarak, sıcağı sıcağına belli bir hedefe, Kürt özgürlük hareketine yönlendirmektir.
S.Soylu, bu yalanın ömrünün uzun olamayacağını, karşı bir açıklamanın bütün bu yalanları ortaya çıkaracağını bilmez mi? Elbette bilir. Ama onun güvendiği şey, yalanlarına sahicilik de katınca, olayın sıcaklığıyla yalana ne kadar çok insan inanırsa o kadar yanına kar kalacağı; olayın üzerinden bir süre zaman geçip unutulmaya yüz tutunca yalanların ortaya çıkmasının bir öneminin olmayacağıdır.
Başka bir ifadeyle, faşist devlet ve dinci faşist iktidar için önemli olan atı çalıp Üsküdar'ı geçmektir. Bu yapıldıktan sonra gerisinin önemi yok onlar için.
Çok zaman geçmedi, PKK adına, HSM Karargah Komutanlığı yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, İstiklal Caddesindeki patlamayla ilgileri olmadığını şöyle ifade ediyorlar:
“Bu olayla ilişkimizin olmadığı, doğrudan sivilleri hedeflemeyeceğimizi ve sivilleri hedefleyen eylemleri kabul etmediğimizi halkımız ve demokratik kamuoyu yakından bilmektedir. Biz haklı ve meşru özgürlük mücadelesi yürüten bir hareketiz. Türkiye toplumuyla ortak, demokratik, özgür ve eşit gelecek yaratmak isteyen bir perspektifle hareket ediyoruz. Bu açıdan Türkiye zemininde sivil insanları herhangi bir biçimde hedeflememiz söz konusu olamaz.(...)Bu olay sonrası özellikle Kobanê’yi hedef göstermeleri, planlarının yönünü ortaya koymaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında bu olayın karanlık bir olay olduğu, bu olayda kullanılan ögelerin Kürt veya Suriyeli olduğu iddia edilse de, bunun sonucu değiştirmeyeceği açık ortadadır. Bunun karanlık bir planın başlangıcına işaret ettiği anlaşılmaktadır.”
Yakalandığı öne sürülen kadın gerçekten de bombayı yerleştiren kişi mi; orası bir muamma. Ya Afrin'den geçtiği iddiasına ne demeli! Gerçekten de söylendiği gibi Afrin'den geçmişse bu, bombayı getirip yerleştirenin Türk ordusu ve dinci çetelerinin denetimindeki yerden geçtiği anlamına gelir. Çünkü, Afrin, batı yönden Atme'den başlayarak, Celebrus'a kadar Türk ordusu ve dinci faşist çetelerinin tam hakimiyeti altında ve buralardan bunların izni olmadan kuş bile uçmaz.
Anlaşılan S.Soylu, bu iddiasını ortaya atarken ya işgal ettikleri yerlerin haritadaki konumunu unutmuş ya da “Afrin” sözünü, alışkanlık üzere, düşünmeden ağzından kaçırmıştı. Bir dahaki sefere haritaya bakıp konuşmasını tavsiye ederiz; daha inandırıcı yerler bulabilir; mesela Kobani neden olmasın! Hem böylece emri verenle emri alan aynı yerden olmuş olurdu.
Bu arada Afrin demişken, biz de elle tutulur kanıtları olan bazı fikirler öne sürebiliriz. Örneğin, bilindiği gibi, son haftalarda, hatta bir iki aydır, Türkiye'nin işgali altındaki Afrin, oradaki dinci faşist çetelerin birbirleriyle savaşı yüzünden epey karışık ve hareketli. Bir yandan Türkiye'nin Suriye hükümetiyle anlaşmaya çalıştığı haberleri dinci faşist çeteleri iyiden iyiye huzursuz etmiş. Bu yüzden Türkiye'ye karşı gösteriler bile yapıldı. Öte yandan, Hayat-ı Tahrir-i El Şam denen çete, diğer çeteleri kendi egemenliği altına almak için kanlı bir operasyon başlatmış; bu operasyon sonucu Afrin'in neredeyse tüm bölgelerine yerleşmişti. Küçük çete grupları, bu operasyonun arkasında Ankara'nın olduğunu düşünüyorlar. Kısacası, Türkiye kendi beslemelerinin öfkesini üzerine çekmiş durumda. Ama sadece bunlar değil, El Nusra, yani HTŞ de Türkiye'nin Suriye hükümetiyle anlaşmasından derin endişe duyuyor. Çünkü böyle bir anlaşmanın gerçekleşmesi, üzerlerindeki koruyucu kalkanın tümden kalkması anlamına gelir.
Bir adım daha ileri gidip şuna işaret edebiliriz: ABD emperyalizmi, en azından görünürde, Türkiye'nin Şam Hükümetiyle anlaşması politikasına yol vermiş değil. Türkiye'nin Suriye hükümeti ile anlaşma girişimi, küçük dinci faşist çeteler yanında HTŞ ve ABD'yi de “rahatsız” etmiş durumda. Burada Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan'ın sözlerini aktarmak son derece aydınlatıcı olacak: “Suriye'de El Kaide -yani El Nusra, yani HTŞ- bizden yana”.
Demek oluyor ki, Türkiye, her biri beş kuruş için en olmadık kimseleri satmaya hazır küçük dinci faşist çetelerin yanı sıra HTŞ'nin; Suriye politikasına onay vermeyen ABD'nin şimşeklerini üzerine çekmiş.
Eğer soruna bu çerçeveden bakılırsa, S.Soylu'nun Afrin iddiası doğru olabilir: Oradan bir dinci faşist çete rahatça, davul zurnayla geçebilir. Yine soruna bu çerçevede bakılırsa ABD'nin Türkiye'ye bir mesaj gönderdiği kabul edilebilir. Ama Afrin'den ve Afrin'in Türkiye sınırlarını kontrol eden HTŞ üzerinden...
Gerçekler inatçıdır; mutlaka gün yüzüne çıkma gibi huyları var...