Mahkemenin İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verdiği mahkumiyet kararı, bütün burjuva muhalefeti İmamoğlu'nun arkasında birleştirmiş görünüyor.
Dinci faşist yönetimin eski muhasebecisi, buna Maliye Bakanı deniyor, Ali Babacan, “göstermelik yargı oyunlarıyla halkın iradesini yok edemezsiniz” diye buyurdu. Yargının göstermelik olduğunu yıllarca yönetimde bakanlık yapmış biri bilmeyecek de kim bilecek. “Kişi kendinden bilir işi” diye boşuna dememişler!
90'lı yılların “faili meçhuller kraliçesi” olmakla övünen, İçişleri Bakanlığı yapmış, haliyle, yargının “sahibine göre kişneyen at” olduğunu herkesten iyi bilen Meral Akşener, ne anlama geldiği belli olmayan “Kul kurar, kader gülermiş” demiş. İmamoğlu'nu, birlikte verdiği resimle, kaderin günün birinde ona da güleceği avuntusuyla teselli etmiş.
Dinci faşist iktidarın Suriye'yi kan denizine çeviren politikasının “küçük eniştesi” Ahmet Davutoğlu, yine “tutmayın beni” dercesine, “programlarımı iptal ettim, İstanbul'a geliyorum” diye kükremiş. Gerici-faşist burjuva muhalefet korosu, elbette bunlardan ibaret değil; dahası var fakat bu kadarı yeter!
Peki bu çok sesli “Bremen Mızıkacıları” korosunda kim eksik? Assolist olması beklenen ve gereken, Kılıçdaroğlu Kemal. Dinci faşist iktidarın, her kritik anında, şu veya bu şekilde yanında olmuş, ona payanda olmuş CHP Genel Başkanı, K.Kılıçdaroğlu, bu “önemli ve kritik” günde olması gereken yerin binlerce kilometre uzağında, Almanya gezisindeydi.
İmamoğlu'nun karar duruşmasının tarihi aylar öncesinden belliydi. Aksilik işte! Almanya gezisi tam da bu tarihe denk gelmişti! Anında dönmeye karar verdi ama at arabasıyla yolculuk edecek değildi ya; uçak aradı bulamadı; “bana özel uçak hazırlayın” dedi. Uçakların saat başı değil, dakika başı uçtuğu Berlin-İstanbul arasında yolculuk yapacak uçak bir türlü bulunamadı. Talimat gönderdi, “etkinlik yapılacak!” Ardından gecikmeli gelebildi ve Saraçhane’ye geçti.
İmamoğlu'nun arkasında tek sıra hizaya dizilenler, elbette, gerici-faşist burjuva muhalefetten ibaret değildi. Sosyal reformist partiler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti, korodaki ön sıranın hemen arkasında yerini almışlardı.
TİP Genel Başkanı, acelesinden olmalı, hemen bir “Tweet” mesajı atarak İmamoğlu'na şu sözlerle sahip çıktı:
“Milyonlarca yurttaşın iradesine kimse karşı koyamaz. Ne yaparsan yap seni yeneceğiz Recep Tayyip Erdoğan. Ülkemizi bu karanlıktan mutlaka kurtaracağız”
Böylece, öğrenmiş bulunuyoruz ki, İmamoğlu denen gerici adam, burjuvazinin, özellikle de İstanbul burjuvazisinin değil de, milyonlarca yurttaşın iradesini temsil ediyormuş!
EMEP Genel Başkanı, demokrasi cephesine çağırdığı Kılıçdaroğlu soluğu Almanya'da alınca, “iş başa düştü” diye sahne almış. Ama, TİP Genel Başkanı'ndan biraz daha düşük tonda, dinci faşist partiye akıl verircesine, şöyle demiş:
“31 Mart seçimlerinde halk iradesini yok saydılar, 800 bin oyla fark atıldı ve gittiler. Yine aynı mağduriyeti yaparlarsa daha fena bir halk tokadı yerler. Tıpkı Canan Kaftancıoğlu'nda olduğu gibi, bütün siyasi yasaklarda olduğu gibi bugün mahkemeden ne karar çıkarsa çıksın halkın belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'dur. Bunu engelleyemezler”
“Böyle yaparsanız fena bir halk tokadı yersiniz” diye uyarıyor, “akıllı olun” demeye getiriyor ve İmamoğlu'nun halkın belediye başkanı olduğunu ilan ediyor. Yakasında sosyalist rozeti takan biri için ne sefil bir hal!
Diğer sosyal reformist partileri saymaya gerek yok; bıktırıcı olmaya başladı. Dinci faşist parti AKP'ye “ahmaklık yapıyorsunuz” diyeni mi ararsınız, Erdoğan'a “sen de şiir okudun diye mahkum edilmiştin” diye sitem edenini mi; bu burjuva kuyrukçu sahnede ne ararsanız bulursunuz.
Proletaryanın ve ezilen halkların sesinin eksik olduğu bu çok sesli, pespaye gösteri bir kez daha şu gerçeği göstermiş oldu: Sandıkla gitmeyecekler. Yeni değil, ilk defa da değil; dinci faşist parti, MHP ile birlikte, sandıkla gitmeyeceklerini çeşitli biçimlerde, çok kere anlattılar. HDP'nin neredeyse tüm belediyelerine kayyum atamaları bir işaretti. 2015 seçimlerinde kaybettikleri halde hükümetten ayrılmamaları bir başka işaretti. İstanbul belediye seçimlerini herkesin gözünün içine baka baka iptal etmeleri bir diğer işaretti.
Ama baktılar, ne gerici faşist burjuva muhalefet, ne de bizim sosyal reformist partiler bütün olan bitenlerden bir şey anlıyor, dinci faşist yönetimin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu açık açık söylersek belki anlarlar diye bundan tam iki yıl önce kelimesi kelimesine şöyle konuşmuştu:
“Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.”
Bu ifadede kilit anlam nerede? İktidarın burjuva muhalefete verilmeyeceği vurgusunda değil. İktidarın kendilerine verilmeyeceğini burjuva muhalefetin biliyor olmasında. Evet, gerici-faşist burjuva muhalefet; bunların başında Kılıçdaroğlu'nun CHP'si geliyor, seçimde çoğunluk haline gelseler bile iktidarın, yönetimin kendilerine verilmeyeceğini biliyor. Bunu bile bile, kitleleri düzen içinde tutmak için, seçime çağrı yapıyorlar.
Gerici-faşist burjuva muhalefet, buna “Millet İttifakı” da diyebiliriz, birleşik toplumsal devrime karşı kendi sınıfsal görevlerini yerine getiriyor. Peki ya şu sosyal reformist partilere ne demeli?
Bir seçim değil, bir halk ayaklanması, zora dayalı bir devrim söz konusu olduğunda “milyonların iradesine kimse karşı koyamaz”. Sosyal reformist parti yöneticileri, milyonların iradesine karşı konulamayacağını bir yerlerden duymuşlar ama bunun nasıl ve hangi durumlarda olacağını ne anlamışlar, ne de öğrenme zahmetine girmişler.
Dinci faşist iktidarla birlikte, sömürücü sınıftan, tekelci sermaye egemenliğinden, askeri-bürokratik faşist devletten, emperyalist ilişkilerden kurtuluşun tek yolu birleşik devrimdir.
Ağızlarına kadar burjuva sınıfa güvenle dolu sosyal reformist parti yöneticilerinin İmamoğlu vakası dahil, bütün bu seçim süreçlerinden gerekli dersleri çıkaracaklarına dair umudumuz yok; ama bu partilerin saflarında bulunan gençliğin, sınıf bilinçli işçilerin kurtuluş için devrimden başka bir yol olmadığını görüp anlayacaklarına ilişkin umudumuz her zaman olacak.