Hatırlayalım ve unutulmasına izin vermeyelim: Hayaller ne idi? Kısaca, “Şam Emevi Camii'inde Cuma namazını eda etmek”ti.
Nasıl olacaktı bu? Ya Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad “Müslüman Kardeşler” adındaki dinci faşist çeteyi iktidara ortak edecekti ya da Türkiye, emperyalist devletlerle birlikte toplayıp örgütlediği dinci faşist çetelerle Esad yönetimini devirip iktidarı dinci faşist çetelerin eline verecekti.
Birincisi, uzun ama zahmetsiz bir yoldu. İkincisi, kısa ama kanlı savaşlı bir yoldu. Şimdinin “Millet İttifakı”nın Ahmet “Hoca”sı, Ahmet Davutoğlu, bu ültimatomu Esad'a bildirmek üzere, Kemal Sunal'ın Seferoğullarının “tutmayın beni” diye bağıran “Küçük Enişte”si havasıyla Şam'ın yolunu tutmuştu.
Ültimatom elbette Türkiye'nin işi değildi. Zamanın ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Davutoğlu yola çıkmadan Davutoğlu'nu aramış ve ileteceği ültimatomu dikte etmişti. Tamı tamına altı saat süren Esad-Davutoğlu görüşmesinden sonra emperyalistlerin dikte ettiği, Türkiye'nin ilettiği ültimatom reddedilmişti. Geriye kanlı savaş yolu kalmıştı.
Kabul etmek gerekir ki, emperyalistler, Arap gerici devletleri ve Türkiye, yıllara yayılmış iyi bir hazırlık yapmışlardı. Dinci faşist örgütler kurulmuş, silahlandırılmış; Şam'ın dibine de değil, Başkanlık Sarayı'nın içine kadar uzanmışlardı. Türkiye'nin güveni, emperyalistlerin taşeronluğunu yapmış olmanın da ötesinde işte bu büyük hazırlıktan geliyordu. RTE emindi, bir kaç hafta, olmadı bir kaç ay içinde Şam Emevi Camii'indeydi. Ancak burada amacımız, savaşın tarihçesini vermek değil.
Nazım'ın sözleriyle söylersek, “mübalağa cenk olundu”. Dinci faşistler çeteler, Şam'dan ve Suriye'nin dörtbir tarafından telef edile edile, Suriye'nin kuzey kısımlarına, İdlib'e kadar sürüldüler.
Faşist devlet, dinci faşist çetelerin Şam'ı alamayacağını anlayınca, iş başa düştü diyerek ve biraz da toprak tırtıklarım hesabıyla, Suriye topraklarını, çeteleri de yanına alarak, kendi ordusuyla işgale başladı.
Bu noktada Şam-Emevi Camii hayalleri yerini gerçeklere bırakmaya başlamıştı. Bataklığa adım atıldığı fark edildi ama artık çok geçti. Bataklıktan kurtulmak için çırpınmalar başladı. Daha çok işgal, daha çok savaş, daha çok toprak tırtıklama bataklıktan çıkış yolu olarak hesaplandı. Hesap yine yanlıştı. Gül gibi bir devrim; Rojava devrimi burnunun dibinde bitmişti. Bu sefer Rojava devrimini ortadan kaldırma savaşlarına başladı.
Ancak burada da elinin rahat olmadığını gördü. Bir tarafta Esad'ı ipten alan Rusya-İran ikilisi, öbür tarafta, Ortadoğu'da ayağını yere sağlam basmak isteyen; bunun için Rojava'da kimi güçlere dayanmak zorunda olan ABD vardı.
Çelişkiler yumağı vardı orta yerde. Ne ABD işin içinden çıkabiliyordu, ne faşist devlet. ABD, Rojava'da dayandığı güçleri kah satışa getirip Türkiye'ye işgal izni veriyordu, kah Türkiye'ye kırmızı ışık gösteriyordu.
Bu arada Türkiye'deki ekonomik ve politik kriz giderek derinleşip şiddetleniyordu. Devrim, güncel, pratik bir mesele halinde kendini daha şiddetli hissettiriyor; emekçi sınıfların, Kürt halkının, yoksul kitlelerin ayaklanma eğilimleri güçleniyordu. Tekelci sermaye sınıfı ve faşist devlet, eldeki tüm araçlara başvurmalarına karşın birleşik devrimin ilerleyişini durduramıyorlardı.
Suriye, zaman içinde, faşist devlet ve tekelci sermaye sınıfı için tam bir bataklığa dönüştü. Gayya kuyusu gibi para yutan dinci faşist çeteler sadece maddi yönden değil, siyasal yönden de faşist devletin başağrısı haline geldiler. Faşist devletin Suriye işgalinde kullandığı “kurşun asker” durumundaki dinci faşist çeteler, dinci faşist iktidarın dış politikasını tutsak almaya başladılar.
Bu işten kurtulmak gerekiyordu ama nasıl? İşgal edilen topraklardan apar topar çıkmak olmazdı. Dinci faşist çeteler, ne haliniz varsa görün denecek gibi değillerdi. Ukrayna savaşıyla meşgul ve daha büyük bir savaşa hazırlanan Rusya, Türkiye'nin yeni bir işgal saldırısına sert bir karşı çıkış gösteremese bile Rojava devrimci güçleri, Suriye ordusu ve bir ölçüde İran elde silah bekliyorlardı. İçeride ise, Suriye'li mülteciler sorunu dinci faşist iktidar üzerinde ağır bir baskı oluşturmaya başlamıştı. Dinci faşist iktidarın Suriye işgali sırasında köpürttüğü şoven hava dönüp kendisini baskı altına alıyordu. Mülteciler geri gönderilmeliydi. Ama nasıl?
On bir yıl öncesinin “katil Esed”i ile anlaşmaktan başka yol yoktu. Haber saldı, zorladı, altından girip üstünden çıktı, sonunda gizli servisler arasında, Muhaberat ile MİT arasında görüşme sağlandı. Ancak bu yetmezdi. Çavuşoğlu, Suriye Dışişleri Bakanı ile anlık karşılaşmasını, iki bakan arasında “görüşme” diye yaydı; dünya alem gülüp geçti. Görüşme filan yoktu; olup biten ayaküstü bir karşılaşmaydı.
RTE, bizzat devreye girmek zorunda hissetti kendisini. “Siyasette küslük olmaz”dı. Mısır'ın “katil Sisi”si ile tokalaştıktan sonra bu sefer “katil Esed”le tokalaşmanın yollarını arıyordu.
“Bundan sonraki süreçte nasıl Mısır ile bu iş yoluna girdiyse aynı şekilde Suriye ile de bu iş yoluna girebilir. Siyasette küslük olmaz”dı.
Ancak olmadı. “katil Esed”ten görüşme yapılacak Esad”a terfi eden Esad, bu dolaylı teklifi elinin tersiyle itmişti. “Önce icraat” diyordu Esad. Şartları vardı: Önce işgal ettiğin topraklardan çekileceksin, çetelere desteğe son vereceksin, ekonomik yaptırımlara son vereceksiniz; görüşme ondan sonra mümkün.
RTE ise ısrarcıydı. Rusya'ya, “Suriye-Türkiye-Rusya üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz” diye, rica minnet bir haber saldı. Ukrayna üzerinden bütün emperyalistlerle bir savaş yürüten ve daha kapsamlı bir savaşa hazırlık yapan Rusya, Suriye sahasında elini rahatlatacak böyle bir teklife “olur” verdi. RTE, bu teklifle aslında Suriye'ye Rojava devrimine karşı işbirliği teklif ediyordu. Rusya'nın desteklediği “Adana Mutabakatı” bu işe yarıyordu. Birlikte olurlarsa Kürt ulusunun özgürlük savaşını kan içinde boğabileceklerini düşünüyordu.
Bir burjuva iktidar olarak Suriye yönetimi Kürt halkına karşı böyle bir ittifak içine girer mi? En azından ilkesel olarak böyle bir ittifaka karşı çıkmayacağını görmek lazım. Ne var ki, en azından şimdilik, Suriye için, bunun önüne geçen çok daha önemli konu var: İşgal ettiği topraklardan Türk ordusunu çıkarmak ve dinci faşist çeteleri “halletmek”.
Konumuz olmamakla birlikte dikkat çekmeden geçmek olmaz: Rojava devrimci güçleri, ABD emperyalizmine güven olmayacağını bilerek, Suriye ile Türkiye arasında oluşabilecek böyle bir ittifakı önleyecek politikalar geliştirmenin yaşamsal önemde olduğunu bilmeli.
Kısaca, RTE, dinci faşist iktidar ve faşist devlet oldukça zor durumdalar. Birleşik devrimin gelişimi onları zorladıkça safra olarak gördükleri her şeyi üzerlerinden atmaya çalışıyorlar. Ne var ki, girdikleri bataklıktan kurtulmaları öyle kolay değil.
Yanlış hesap bu defa Bağdat’tan değil, Şam’dan dönüyor.