Aralık ayında 6 yaşında iki çocuğun trajedisi, insani duyarlılığa sahip herkesin ciğerlerini kavurdu. Çocuklardan biri açlıktan öldü, diğerinin ise anne-babası tarafından yıllarca tecavüzcüye sunulduğu ortaya çıktı. Dinci faşist yönetimle temsil edilen tekelci kapitalist gericiliğin geldiği yeri özetleyen iki acı olay... Birine sefalet damgasını vurdu, diğerine çürüme... Sermayenin alnına kazılı, silinmez iki damga.
Bu yüzden kendileri de tekelci sermaye partileri olan “majestelerinin muhalefeti” emekçi milyonların açığa çıkan büyük öfkesine rağmen, ciğerleri kavuran bu trajediye karşı birkaç göstermelik tepkiyle yetindiler. Neyse ki İmamoğlu’na verilen ceza imdada yetişti. Her namuslu emekçiye “yansın bu dünya” dedirten çocuk trajedileri karşısında burjuva muhalefet kılını kıpırdatmadı ama, bir belediye koltuğunun ikbali için yüzbinleri Saraçhane’ye topladılar. İkiyüzlülük, alçaklık, ne derseniz deyin. Paçalarından kan ve irin akan sermayeye adadıkları varlıklarıyla bu gerici partiler, başka türlü davranamazlardı.
Peki ya uzlaşmacı sosyalistler, reformistler? İki yüzlü manzaranın parçası olmaktan, gerici muhalefetin alçakça tutumuna stepne olmaktan kendilerini kurtarabildiler mi? Hayır. Sol Parti, TKP; EMEP, TİP hepsi ardı ardına, Saraçhane ikiyüzlülüğünün fotoğrafına girebilmek için sıra kapma yarışına girdiler. İpi EMEP başkanı göğüsledi ve Akşener ile faili meçhuller kraliçesi olmakla övünen tescilli faşistle, aynı otobüsün üzerinde poz verme talihsizliğine uğradı.
Tabii ki, elbette ve hatta hiç ama hiç kuşkusuz uzlaşmacı-reformist sol da 6 yaşında çocuğun sistematik tecavüzüne tepki gösterdiler. Ve tam da kendilerinden beklendiği gibi, partilerinin gerçek sınıf içeriğini teşhir edecek şekilde... Bu olayın, tekelci sermaye egemenliğiyle ve çürümesiyle bağını kurarak değil, tersine, bu bağın üstünü örterek. Neyse ki, üstünü örtecek uygun bir şal, bu partilerin politik bagajlarında hazırdır: Laiklik.
Altı yaşında bir çocuğa sistematik tecavüz (insan yazarken bile zorlanıyor) karşısında, uzlaşmacı reformistlerin bütün suçu tarikatlara ve onlara kol kanat geren dinci faşist iktidara yükleyip, “laiklik” istemini yükseltmelerinde ne sakınca bulunabilir?
Emekçi yığınların tarikatlarda gerçekleşen sistematik tecavüzlere laiklik talebiyle karşı çıkmaları halkın, sermaye egemenliğinin ikiyüzlülüğüne ve yalanlarına duyduğu öfkenin bir belirtisidir, tıpkı barış talebi gibi... Leninistler, toplumda beliren böylesi belirtilere titizlikle eğilirler ve barış-laiklik gibi arzulardan yararlanmak yolunda her çabayı gösterirler. Ama nasıl? Reformistlerden farklı olarak Leninistler, bu istemleri basitçe tekrarlayarak “aciz ve daha kötüsü çoğu zaman ikiyüzlü laf cambazlarının kendini beğenmiş davranışlarını teşvik” etmezler.
Çürümenin geldiği mide bulandıran düzeyi tekelci sermaye egemenliğine bağlamadan tarikatların günah hanesine yazan, bir yandan dinci faşizmi teşhir ederken, diğer yandan burjuvazinin laiklik nutukları atan kesimlerinin dikkatine mazhar olmaya çalışan sosyal reformist partiler, bugünün egemen sınıflarının, bu çürümeden toplumu kurtaracak güç ve iradeye sahip oldukları yanılması yaratıyor. Şu an hiçbir şey bundan daha tehlikeli değildir. Hiçbir şey, çürümenin ve sefaletin altı yaşındaki çocukların hayatlarına mal olan keskin çelişkilerini, bu zavallı çabadan daha fazla yumuşatamaz, bu amansız çabayı süsleyip püsleyemez. Barış sloganı üzerine Lenin’in ifade ettiği fikirler, burada da geçerli:
“Birbirine karşıt olan iki sınıfı, iki siyasal çizgiyi, en farklı şeyleri ‘birleştirici’ bir formül yardımıyla uzlaştırma amacını güden değil, ama yığınların, propaganda ve uyarma yoluyla, sosyalizmle kapitalizm (emperyalizm) arasındaki kapatılamaz farklılığı görebilmelerini sağlayacak sloganlar ortaya atılmalıdır” (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, sf. 192)
Devrimci proletaryanın öncüleri, bir dizi devrim olmadan, tekelci sermaye düzeni yıkılıp dinci-faşist devlet kurumları dağıtılıp, parçalanmadan, çürümüş burjuva toplumun ciğer kavuran trajedilerine hiçbir çözüm bulunamayacağını propaganda ediyorlar. Reformistler ise, sermaye çürümesine karşı cılız bir laiklik talebiyle tarikatların kapatılması yoluyla, burjuva gericiliğine bir uzlaşma zemini sunuyorlar. Keşke bu noktada dursalar. Bir belediye başkanının koltuğuna mal olan cezayı bahane edip, sermaye düzeninin çürümüşlüğünü açığa vuran olayların üzerini örtmekte bu sınıfa yardım ediyorlar.
Saraçhane otobüsünün üzerindeki keyifli manzara, sadece burjuvazinin değil, reformistlerin de çürümüş olduğuna işarettir. İmamoğlu’nun “her şey güzel olacak” sloganları kulakları patlatırken, Eskişehir’de altı yaşında bir çocuk açlıktan öldü. Devrimciler olarak biz de ölmeliydik, utançtan!
Çürümenin ve sefaletin ciğer dağlayan trajedileri burada son bulmayacak, hatta bugüne dek saklanan nice mide bulandırıcı başka trajediler de gündeme gelecek. Açlık ise daha fazla çocuk canına kastedecek, ama her olay on milyonların öfkesini kabartarak onları tam anlamıyla bir varlık-yokluk kavgasına zorlamak üzere arkadan iteleyecek. İnsani duyarlılığı ikiyüzlülükle değil, ama samimiyetle taşımayı sürdüren emekçi sınıflar, insanlıklarını aç çocukların donuk gözbebeklerinde yitirmeye razı gelmeyecek.