Çaresiz ve şaşkınlar! Aylardır gerici-faşist burjuva ittifakına çağrı yapıyorlar “gelin birlikte ortak mutabakata varalım, ortak aday çıkaralım” diye. Gerici-faşist Millet İttifakı'ından “tık yok, ses yok”.
“Ortak mutabakat” dediklerine de bakmayın. “Mutabakat”ı aralarında Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi dinci faşist iktidarın mimarlarından tutun da Sivas katliamı sanıklarından Temel Karamollaoğlu'nun bulunduğu gerici-faşist ittifak kendi içinde yapacak, sosyal reformist partiler de bu “mutabakat”a imza atıp ortak olacaklar hepsi bu.
Yani “mutabakat”ı gerici faşist partiler kotaracaktı, sosyal reformist partiler de ortak olacaklardı. Ama işte şu “kadir bilmez” burjuvalar buna bile yanaşmadılar. Bırakın yanaşmayı, kendilerine “aylardır” seslenen sosyal reformist partilere dönüp bakmadılar bile..
Dinci-faşist yönetim ve onun başı yerine burjuvazinin bir başka gerici-faşist ittifakını yönetime taşımak için uğraşıp didinen; neredeyse kendini paralayan sosyal reformist partilerin hal-i pür melali işte böyle...
Şimdi içine düştükleri bu utanç verici durumdan sıyrılmak, en azından durumun ağırlığını hafifletmek için akla hayale gelmez saçmalıklar ileri sürüyorlar.
Bu saçmalıklardan birincisi, “faşizmin kurumlaşmasını engellemeye” çalıştıklarıdır. Üzerinde hiç düşünülmeden ortaya atılmış bir saçmalık olduğundan şüphe yok.
Faşizm, Türkiye ve Kürdistan'da dinci-faşist iktidarla birlikte değil, bu iktidarın ve AKP'nin daha esamesi okunmazdan on yıllar önce, 12 Mart 1971 askeri faşist darbesiyle kurumlaşmaya başladı. 12Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle tekelci sermaye sınıfı bu kurumlaşmadan eksik kalanları tamamladı ve perçinledi.
Böylece, devlet, Milliyetçi Cephe iktidarlarının faşistleştirme icraatlarını sayarsak, yirmi yıl içinde, 1990'lara doğru, dört başı mamur bir faşist devlet oldu. Tekelci sermaye sınıfı, özellikle ‘80 askeri darbesinden sonra, devletin akla gelebilecek tüm kurumlarını faşistleştirmekle kalmadı ama Türk-İslam sentezinden oluşan ideolojiye uygun olarak dinci-faşist kesimi de devletin içine yerleştirdi. Daha da ileri gitti, mafya artıklarını devletle iyice bütünleştirdi. Böylece mafya, faşist paramiliter güç olarak devletin yapısında yer aldı.
Dinci faşist iktidar ve onun başının marifeti, hazır bulduğu bu faşist devlet aygıtını iç savaşın gereklerine uygun olarak, toplumsal devrime karşı daha acımasız, daha sert bir savaşın içine gözü kara biçimde sokmaktır. 12 Eylül askeri faşizmini uygulayan bu devlet faşist değil miydi de şimdi “faşizmin kurumlaşmasını engellemeye çalışıyoruz” yalanını utanmadan ortaya atıyorsunuz!
Mehmet Ağarların bin operasyon yaptırdığı devlet aygıtına, köyleri yakan, binlerce ve binlerce insanı katledip ortadan kaldıran, 1990'lı yılların devletine değinmiyoruz bile!.. Tepeden tırnağa faşist kadrolardan oluşan JÖH, PÖH, MİT, Özel Birlikler, Ordu, Emniyet Teşkilatı… tepeden tırnağa faşist kadrolarla doldurulmuş Yargı, Zindanlar, Bürokrasi'ye rağmen “faşizmin kurumlaşması” halen tamamlanmamış” mı diyorsunuz? Faşistleştirilmekten korunması gereken devlet kurumlarını da bir saysanız da anlasak!
Elbette, bütün bu yalan ve demagojilerin gerici-faşist Millet İttifakı'nın kuyruğuna takılmayı haklı çıkarmak için uydurulduğunu biliyoruz.
Sosyal reformist partiler, emekçi sınıfların, Kürt halkının devrimci enerjisini “Millet İttifakı” adındaki gerici-faşist burjuva koalisyonu yönetime taşımak için kullanmanın ne büyük bir bataklık olduğunun farkında olarak “Millet İttifakı”yla aralarına mesafe koymaya çalışıyor gibi yapıyorlar. Bunun için uydurdukları bir başka inci “Millet İttifakı”nın “restorasyon” çabalarına karşı çıktıklarıdır.
Diyelim ki, “Millet İttifakı” burjuva düzenin partileri olarak, düzeni restore etmek, düzenin yırtık sökük yerlerini dikmek, aksayan yanlarını tamir etmek vb. istiyorlar. Bundan doğal bir şey olamaz. Ama, sosyal reformist partilerin, uzlaşmacıların yanıt vermesi gereken soru şudur: Siz bu gerici-faşist ittifakın “ortak” adayı ile mi bu düzeni yıkacaksınız? Emekçi sınıflara, Kürt halkına, yoksul kitlelere verdiğiniz “bu düzeni yıkma” sözünü böyle mi yerine getireceksiniz?
Gerçek ise tam tersi. “Millet İttifakı” adı verilen gerici-faşist burjuva ittifakı, bu düzeni, bütün faşist niteliği ile sürdürecek bir ittifaktır. Düzeni restore etmek isteyen sosyal reformist ve uzlaşmacı partilerdir. Düzenin yırtığını söküğünü dikmek, “daha yaşanabilir” hale getirmek, aksayan yönlerini düzeltmek isteyenler bunlardır. Örneğin, güçlendirilmiş parlamenter sistem bu partilerin ağızdan düşürmedikleri bir hedeftir. Bunlar bir yandan bu düzeni böyle restore etme hedeflerini açıklarken diğer taraftan “düzeni yıkmak”tan söz ederler.
Bu partilerin gerici-faşist ittifakı “tek adam rejimine karşı” destekleyelim derken düştükleri açmazı ve utanç verici durumu örtmek için uydurdukları bir başka inci “halkı seçeneksiz bırakmamak” oldu. Gerici-faşist ittifak, verdikleri tüm açık çeklere rağmen onları muhatap alıp bir görüşme dahi yapmayınca “halkı seçeneksiz bırakmama” bahanesiyle mecburen kendi adaylarını belirleme yoluna gittiler.
“Aylardır ortak mutabakat diyoruz, mümkünse birinci turda bu işi bitirelim diyoruz, mümkünse tek adayla bunu bitirelim diyoruz ama tık yok, ses yok. Şimdi biz halkımızı seçeneksiz bırakamayız.”
Oysa emekçi sınıflar, Kürt halkı, yoksul kitleler tarihin hiç bir döneminde sömürü düzenine, egemen sınıflara karşı “seçeneksiz” kalmadılar. İsyan, ayaklanma, devrim her zaman toplumun bu sınıflarının, ezilen halkların seçeneği olmuştur. İşçi sınıfına, emekçilere, yoksul kitlelere, ezilen halklara düzen içi çözümü “seçenek” olarak sunmak toplumun bu sınıf ve kesimlerini ebedi köleliğe mahkum etmektir.
“Halkımızın seçeneği”, bu düzen içinde ölmüş eşeğe dönen parlamentoyu yeniden ihya etmek, kendilerini ezmekten başka bir şey yapamayacak olan bir Cumhurbaşkanı seçmek değil, bu kurumlarla birlikte bütün düzeni, düzenin bütün kurumlarını bir toplumsal devrimle dağıtmaktır.
Dinci faşist iktidara ve onun başı RTE'ye karşı emekçi sınıflarda, Kürt halkında, yoksul kitlelerde, kadın ve gençlik arasında büyük bir devrimci öfkenin biriktiği kesindir. Bu, öfke, kin gibi yıkıcı, şiddetli duygular özünde faşizme ve sermaye sınıfına, daha yalın bir ifadeyle, zenginler sınıfına karşı beslenen duygulardır.
Burada sorun şudur: Bu duygular, bu yıkıcı devrimci öfke, sınıf savaşında nereye ve nasıl yöneltilmeli?
Sosyal reformist partilerin bu soruya yanıtı şöyle: Faşizmin kurumlaşmasını önlemek, halkı seçeneksiz bırakmamak, kitleleri siyasetin içine çekmek için bu birikmiş devrimci enerjiyi burjuva sınıfın bir kesimini, gerici-faşist burjuva ittifakını yönetime taşımanın kaldıracına dönüştürmeliyiz.
Leninist Partinin yanıtı ise şöyle: Bu yıkıcı devrimci enerjiyi birleşik devrimimizin kaldıracı haline getirmeliyiz. Aradaki fark büyüktür; fark yüz seksen derecedir.