Dinci faşist iktidar, kendisiyle birlikte düzenin çöküşünü önlemek için faşist devletin tüm güçlerini hareket geçirmiş.
Önce şu tespiti yapmak lazım: Deprem felaketi sırasında ve öncesinde dinci faşist iktidarın izlediği politika işçi sınıfında, emekçi sınıflarda, ezilen halklarda büyük bir tepki ve öfkeye, büyük bir kızgınlığa yol açtı.
Deprem bölgesindeki milyonlarca işçi, emekçi, yoksul insan dinci faşist iktidarın kendilerini nasıl ölüme terk ettiğini, kurtarma çalışmaları için devletin olanaklarını seferber edeceğine ilk iki gün boyunca kılını kımıldatmadığını gözleriyle gördü.
Bu tanıklık, tarifsiz acılar içindeki milyonlarca insanın kin, öfke, kızgınlık gibi şiddetli yıkıcı duygusunun kaynağı oldu. Valiler, bakanlar, belediye başkanları yuhalandı, protesto edildi, kovalandı. Erdoğan'a televizyon kanallarında, medya yayınlarında meydan okundu. Devletin zamanında müdahalesi durumunda binlerce insanın canı kurtarılabilecekken sırf RTE'nin bu müdahaleyi engellemesi yüzünden yakınlarının, eşlerinin, anne babalarının, çocuklarının yaşamlarını yitirdiklerini gördüler.
Bir ayaklanma havası, somut, elle tutulur derecede ortaya çıktı. Dinci faşist iktidar, bu havayı dağıtmak için, sivil faşist çeteler dahil, paramiliter güçler dahil devletin tüm güçlerini harekete geçirdi.
Şimdi bunlar, başta Hatay olmak üzere, Maraş, Adıyaman gibi deprem kentlerinde terör estiriyorlar. Amaç, halkları yıldırmak, sindirmek ve deprem bölgesinden göç ettirmek. Hedefleri, her zaman devrimci bir damara sahip olan, faşist devlete, dinci faşist iktidara, sömürü düzenine karşı mücadelede yer alan Arap ve Kürt Alevi halkını yerinden etmek; mallarına mülklerine çökmek ve onların yerine dinci faşist nüfusu yerleştirmek.
Bunun için “tarikat” denen silahlı dinci faşistleri, faşist devletin resmi üniformalı görevlileri eşliğinde bölgeye saldılar. Özellikle geceleri, bu faşistler gözden uzak köylerin etrafında silah sıkarak köylerde yaşayanları tedirgin etmeye, korkutmaya; mallarını, mülklerini, topraklarını terk edip göç edecek noktaya getirmeye çalışıyorlar.
Bu oyuna gelinmemeli. Faşizmin bu planı bozguna uğratılabilir ve uğratılmalıdır. Antakya, Samandağ, Harbiye-Defne halkı, 2013 Haziran halk ayaklanmasında nasıl bir cesarete, nasıl bir mücadele azmine sahip olduklarını gösterdiler. Zaten dinci faşist iktidarın silahlı dinci faşist sürüleri Antakya, Samandağ, Harbiye, Maraş, Adıyaman sokaklarına salmasının nedeni de bu.
Ne yapılması gerektiği sorusunun yanıtı, üzerinde düşünülmeyecek kadar açıktır.
Her şeyden önce, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer ulusal toplulukların emekçi halkları, dinci faşist çetelerin terör, yıldırma, göç ettirme politikalarına asla boyun eğmemeli. Yerinden, yurdundan, toprağından hiçbir şekilde ayrılmamalı. Koşulların zorluğundan söz etmeye gerek yok. Şüphesiz, bu kentlerimizde yaşam koşulları çok zor.
Faşist devlet, herkesin gözleriyle gördüğü gibi, bu koşulları daha da zorlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Devrimci, demokrat, ilerici güçlerin yardım çabalarını engelliyor, yardım etmek için çırpınan insanları baskı ve terörle yıldırmaya çalışıyor, yardım malzemelerine el koyuyor vb. vb.
Fakat, faşist devletin ve dinci faşist iktidarın böylesi geniş çaplı planına karşı koymaktan başka yol yok. Toprağımızı, yerimizi, yurdumuzu elde tutmak ve korumak için; bu planları bozmak, başarısızlığa uğratmak için, her türlü zorluğa katlanmak pahasına mücadele etmekten başka çare yok!
Faşizmle, faşistlerle, dinci faşist çetelerle anladıkları dilden konuşulmalı. Dinci faşist çeteler, özellikle gözden uzak köylerde yaşayan halkı yıldırmak için, yine özellikle geceleri silah sıkıyor, silah sesleriyle korkutmaya, yıldırmaya, “buraları artık yaşanmaz” düşüncesini emekçi, yoksul halkta yerleştirmeye çalışıyor. Bunların Suriye'deki iç savaşın başlangıcında, silahlanmamış, savunmasız halk üzerinde katliamlar yaparak planlarını hayata geçirdiğini biliyoruz.
Elbette, buralardan dersler almalıyız. Dinci faşist çeteler, faşist devletin desteğinde de olsalar, kendilerine aynı şekilde yanıt verildiğinde arkalarına bakmadan kaçıyorlar. Antakya-Samandağ hattındaki köylerde bunun örneklerini gördük. Bu bölgenin gençleri, geceleri gelip silah sıkan çetelere aynı biçimde yanıt verdiklerinde bir daha o köylerin yanına yaklaşmaz oldular. Bu örnekler yaygınlaştırılmalı.
Ezilen ulusu ve ulusal topluluk halklarını terör ve baskı yoluyla göç ettirmek bu devletin kuruluşundan bu yana uygulayageldiği bir politikadır. Ermeni halkının tehcir ettirilmesi ardından mallarına mülklerine çökülmesi, Rum halkının aynı şekilde göç ettirilmesi; Kürt halkının günümüze kadar süren, katliamlarla, terörle, köylerinin yakılmasıyla yerinden yurdundan edilmesi; Arap halkının aynı politikalara maruz bırakılması, bunların tümü faşist devletin tarihten günümüze uzanan politikalarıdır.
Şimdi, aynı politikalarla karşı karşıyayız. Bir farkla ki, halklar eski halklar değil. Tarihten öğrendiler, geçmişlerinden dersler çıkarıyorlar. Kaçmanın, göçmenin çözüm olmadığını gördük.
Çözüm faşizme karşı, faşizmin arkasındaki asıl güç olan tekelci sermaye sınıfına karşı onların aynı araçlarıyla, aynı biçimde mücadele etmektir.