Bir deprem de burjuva siyasetinde meydana geldi. Faşist Akşener'in tüm sülalesine “vasiyet ettiği” Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkması burjuva siyasi atmosferini altüst etti.
Ama bu deprem burjuva siyasetini sarsmakla kalmadı, küçük burjuva sosyalist parti ve çevreleri de salladı. Artık “kıdemli faşist” diyebileceğimiz Akşener'in “altılı masa”yı deviren açıklaması duyulur duyulmaz sosyal reformist partiler de MYK vb. ne varsa topladılar. Toplamayanlar da anında açıklama yaptılar. Ortak nokta: Faşist Akşener bir oyunbozandı... Kumpas kurmuştu ama kumpasının “halkta karşılığı olmayacak”tı... Zemin sarsıntısı hepsini şöyle bir sallamıştı.
Adlarında sol, sosyalist, komünist, emek vb vb kavramlar bulunan bu parti ve çevrelerin hiçbirinin aklına, “bizim Akşener'in olduğu siyaset platformunda ne işimiz vardı” diye sormak gelmedi. Oysa düne kadar, bu faşistin aralarında olduğu gerici-faşist “Millet İttifakı”nı desteklemek konusunda neredeyse “açık çek” veriyorlardı. “Yeter ki ikinci bir Ekmeleddin vakası olmasın”dı şartları. Başka bir ifadeyle, düne kadar faşist Meral Akşener'e en ufak bir itirazları dahi yoktu.
Nasıl olsun ki! Sosyal refromist partilerin arasında “faili meçhuller kraliçesi” olarak bilinen bu “asena” ile aynı otobüs üstünde kitlelerin karşısına çıkanlar vardı. Hiçbirinin itirazı yoktu. Buna, “Erdoğan'ın seçilmesini kolaylaştıracak bir şey yapmayız” garantisi veren “kurnaz” sosyal reformist ve partisi dahil.
Bütün bunlar bir yana, yanıtı aranan asıl soru ortada duruyor: Faşist Meral Akşener ve partisi bu adımı neden attı? Sonda söylenmesi gerekeni baştan söyleyelim: Erdoğan'ı yeniden seçtirmek, dinci faşist yönetimin devamını sağlamak için. Bu faşistin attığı adıma gerekçe olarak öne sürdüğü argümanlar, örneğin, Kılıçdaroğlu'nun dini mensubiyeti vb şeylerin birer bahaneden ibaret olduğunu herkes bilir.
Denilebilir ki, faşist Akşener'in bu amacı zaten ortada. Tam gerçeğe ulaşmak için ikinci bir soruyu sormanın zamanı: Faşist Akşener ve partisi RTE ve dinci faşist yönetimi neden ayakta tutmak istesin ki? Nedenlerini açıklayacağız ama merakı gidermek için en kısa yanıtı verelim: Faşist Akşener ve partisi, dinci faşist yönetimi iş başında tutma politikasına yöneldi, çünkü tekelci sermaye sınıfı, ya da en iri tekeller, emperyalist mali sermaye ve hükümetler, bunlara bağlı olarak faşist devlet bürokrasisi tercihlerini dinci faşist yönetimden yana koyuyorlar.
Devrimci teoriyi ancak kitleleri aldatmak söz konusu olduğunda hatırlayan; onun dışında tozlu raflardan indirmeyen darkafalı sosyal reformist partilerin akıllarına getirmedikleri en önemli noktadır bu. Sermaye sınıfının egemenliği koşullarında, yani kapitalist toplumda hangi burjuva partinin yönetime geleceğini “halkın iradesi” değil, sermaye sınıfı tayin eder. Bu ilke istisnasız bütün kapitalist ülkeler için geçerli.
Daha somuta, günümüz koşullarına gelirsek, emperyalizme her yönden bağımlı ülkelerde yönetimler bizzat emperyalist merkezlerde, emperyalist hükümetler, mali sermaye ve bir ölçüde işbirlikçi tekelci sermaye sınıfı tarafından belirlenip kararlaştırılır. Darkafalı ahmaklar ise, seçim-sandık kurulunca ülkenin yönetimlerini “halkın iradesi”nin belirlediğini düşünürler. Onlar için devrimci teori yok, Marx, Engels, Lenin hiç yaşamamışlardır.
Oysa düşüncesini serbest bırakmış bir liberal bile, faşist Akşener ve partisinin bu adımının arkasında “sermaye, bürokrasi ve siyasal oligarkların (küresel işbirlikçileriyle beraber)” olduğunu görebiliyor.
Sorudan soru doğuyor ve bu nedenle biraz daha devam etmek zorunlu oluyor. Peki, bu gerçek egemenler, Türkiye'de -ve aslında tüm bağımlı ülkelerde- yönetimi kararlaştıranlar neden tercihlerini dinci faşist yönetimden ve onun başından yana yapıyorlar? Ön yanıt: Bütün yetkileri tek merkezde neden topladılarsa, RTE ve dinci faşist yönetimden yana tercih yapmalarının nedeni de odur. Kısaca, bu egemen güçler, iktidarın bu gerçek sahipleri bir ayaklanmadan, birleşik devrimin gelişiminden korkuyorlar ve bunları bastırmak için RTE ve yönetimi onlar için biçilmiş kaftandır. RTE ve yönetimi kaç katliamla kendini kanıtladı bunlara; sayısını unuttuk.
Buradan sosyal reformist partilerin, liberallerin ve uzlaşmacıların bir başka darkafalılığına geliyoruz. Bu çok bilmiş, “okumuş takım” sanıyor ki, RTE, kendi başına, kendi hırsları için, hadi buna kişisel çıkarlarını da ekleyelim, evet bunlar için “tek adam yönetimi”ni oluşturdu. Dedik ya, onlar için tarihsel materyalizm, sınıf savaşı yok; varsa yoksa “tek adam”ın hırsları, zekası, kurnazlıkları vs. var. Oysa bu köşeden, bu darkafalılar takımına kaç kez söyledik karşılarındaki adamın vasat, kitap bile okumayan bir cahil olduğunu. Kaç kez uyardık ona asla sahip olmadığı ve olamayacağı yetenekler yüklemeyin diye.
Bütün düşünceleri parlamenter ahmaklıkla sakatlandığı için şu basit gerçeği anlama yeteneği göstermiyorlar: Burjuva toplumda, RTE gibi bir değil, bin adamı bir araya getirseniz, sermaye sınıfının çıkarları hilafına bir yönetim kuramazsınız. Ortada, kendini sınıflar üstü gösteren “bonapartist bir yönetim” yok; tekelci sermaye ve emperyalist mali sermaye tarafından kurdurulan ve onun hizmetinde olan bir yönetim var. RTE'nin yönetime gelmeden önce şu kötü şöhretli Soros ile görüştüğünü; onun icazetini aldığını ne çabuk unutuyorsunuz öyle!..
Kaldı ki, “bonapartist” bile olsa, günün sonunda, para çantasının kılıç üzerinde egemen olduğunu biliyoruz.
Tekelci sermaye sınıfı egemenliği koşullarında burjuva partilerin görevi, holdinglerin büro ve toplantılarında kararlaştırılan politikaları hayata geçirmektir. Parlamentoyu ve seçimleri her şey, ekonomik temeli hiçbir şey sanan sosyal reformist parti önderlerinin okuyup da anlamadıkları, ya da anlamak istemedikleri nokta bu.
Aslında, faşist Meral Akşener geçmişte bunun örneğini üstü örtülü biçimde vermişti. Yine bir faşistin, Ümit Özdağ'ın açıklamasından öğreniyoruz bunu. Bu köşeden daha önce aktardığımız ama burnu havada, çok bilmiş sosyal reformist önderlerin dikkate almadıkları açıklama şöyleydi:
“Geçen seçimde neden seçim -2018'deki CB seçimini kastediyor bn.- ikinci tura kalmadı? Meral Akşener, son bir ayda çalışmalarını durdurdu. Kampanya başladığı zaman oyları yüzde 16’ydı. Yüzde 7’ye kadar düşmesine müsaade etti. Meral Akşener'in aldığı oy kadar oy alsaydı seçim ikinci tura kalırdı. Bilerek yapıldığını biliyorum. Meral Akşener’in siyasal kampanyasını yöneten yönetici, seçimlerden bir ay önce Meral Akşener’in kendisini Ankara’ya çağırıp, genel merkezde dinlenmeyen odaya götürüp, 'Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçiyoruz. Bana gerekçesini sorma' dediğini, ben partiden ayrıldıktan sonra bana anlattı. 'Bunu açıklarsanız inkar ederim' dedi. Bir de şunu ekledi, 'Ben, bu açıklamayı İstanbul’da seçimlerden üç gün sonra yaptım ve Meral Akşener telefonla beni tehdit etti' dedi. Meral Akşener de ben de bu kişinin kim olduğunu biliyoruz.”
O gün bu gündür, faşist Meral Akşener bu açıklama karşısında dut yemiş bülbül gibidir; tık yok. Ama bu iddia bugünlerde yeniden gündeme getiriliyor ve sosyal reformist partilerin önderleri, kendilerini “aldatılmış” hissettikleri için, bir ihtimal, bu açıklamayı göz önüne alırlar. Çünkü yine seçime sayılı günler kala aynı tiyatro sahneleniyor.
Peki ya Kılıçdaroğlu'na ne demeli? Bu sorunun tam yanıtı makaleyi çok uzatır. Bu nedenle, okurun dikkatini iki noktaya çekmekle yetineceğiz. Birincisi, Kılıçdaroğlu ve “saz ekibi” seçimde gerçek bir zafer peşinde olmadığını daha şimdiden açıklamış bulunuyor. Kendi sözleriyle, “kaybedeni olmayan bir zafer” peşinde. Bu ifadeyi Türkçeye çevirirsek, “kazananı olmayan bir zafer” diyebiliriz; bir çeşit “Pirus Zaferi”. Bir farkla ki, “Pirus Zaferi” çok kanlı, gerçek bir savaşın sonucuydu; Kılıçdaroğlu, hayali bir savaşın peşinde...
İkinci nokta; özellikle Kılıçdaroğlu'nun peşine takılmaya dünden teşne sosyal reformist partilere, her zor durumda, her kritik anda RTE'yi ipten alanın Kılıçdaroğlu, selefi, şimdi arkasından kimsenin gözyaşı dökmediği Baykal ve partileri olduğunu hatırlatmak gerekir.
İşçi sınıfı, emekçiler, ezilen halklar, bir burjuva güç yerine bir başka burjuva gücü; RTE ve ekibi yerine Kılıçdaroğlu ve “saz ekibi”ni yönetime taşımak için değil, kendi iktidarları için mücadele etmeliler.