Her seçim dönemi aynı şeyler: “Tarihi seçim”, “her oy önemli”, “boykot etmek RTE’ye oy vermekten daha kötü”... Böyle başlayan söylemler, bir adım sonrasında “oyları bölmemek gerek”e varıyor. Artık kanıksadık.
“Tek adam rejiminden kurtulmak” adına, “cumhuriyeti ve laikliği savunmak” adına, “demokratik parlamenter sistem” adına... yani binbir türlü gerekçeler sıralanarak emekçi kesimler sandığa, RTE’ye karşı oy vermeye çağrılıyor. Her ne adına olursa olsun, gerçekte sorunu bu şekilde ortaya koyanlar “RTE’ye oy vermekten daha kötü” bir tutum almış oluyorlar!
Cumhurbaşkanlığı seçimi -parlamento seçimlerinin beş kuruşluk değeri yok- dediğiniz şey, bir futbol maçı olmadığına ve “berabere kalmak” diye bir seçenek bulunmadığına göre, kazanan ve kaybedenin olduğu bir süreç. Bugünkü somut seçimler açısından konuşacak olursak, RTE ve Kılıçdaroğlu’nun şahsında iki taraftan birinin kazanacağı, diğerinin kaybedeceği bir rekabet. Cümle sosyal reformist ve küçük burjuva uzlaşmacı parti artık alenen ve yüksek sesle Kılıçdaroğlu’nu desteklediğine göre, iki ülkenin işçi sınıfı ve emekçileri değil ama tüm bu sosyal reformist, uzlaşmacı partilerin de kazanan veya kaybeden tarafta olacağı bir kapışma.
Sorun artık “seçimlere katılmak veya boykot etmek” şeklinde çıkmıyor karşımıza. Bu köşede sıkça belirttiğimiz gibi, bu kesimler tarafından burjuvazinin hangi kanadının destekleneceğine indirgenmiş durumda. Bunu bir kez daha vurgulamış olalım. Haliyle, “seçimlere katılım mı, seçimleri boykot mu” sorusu bunların ağzında bir demagojiden ibarettir. İstedikleri, yaptıkları, iki ülkenin emekçi sınıflarından istedikleri şey, burjuvazinin bir kesiminin desteklenmesinin yanı sıra, ölmüş eşeğe dönen parlamentonun yeniden ihya edilmesidir.
İkinci nokta şudur. Sorunu bu şekilde ortaya koyanlar, az veya çok hileli geçeceğini peşinen kabul etmelerine rağmen, seçim sürecinin olağan bir şekilde tamamlanacağına inanıyorlar. Nedir bu “olağan şekilde tamamlanmak”? RTE’nin veya Kılıçdaroğlu’nun galip çıkacağı seçim sonuçlarının, rakipler tarafından tanınacağı, yahut tanınmak zorunda kalınacağıdır. Yani ya hile hurda ile RTE seçimleri kazanacak ve karşı taraf bunu sineye çekecek; ya da Kılıçdaroğlu seçimi kazanacak ve karşı taraf bunu kabul edecek. Onca büyük bir gürültü ile yürütülen seçim çalışmalarının özü özeti budur!
Şu halde küçük bir ihtimal 14 Mayıs’ta, daha büyük ihtimalle ikinci turda, bu seçim süreci olağan bir şekilde tamamlanacaktır bu kesimlere göre. Oysa mevcut ilişkinin kendisi, iki ülkenin emekçi sınıfları açısından, başlı başına bir gerilim ve çatışma durumudur.
Söyledik, yine söyleyelim. Bırakın genel seçimleri, daha İstanbul belediye seçimlerinde bile “yenilgiyi kabul etmemiş”, “kazansanız da iktidarı size kim verecek” diye soran bir iktidar var ortada. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha sandıkların açılması bile tamamlanmadan silahlı militanlarıyla “zafer kutlaması” yapan, “atı çalan Üsküdar’ı geçti” diyen bir iktidar var. Her fırsatta “iktidarı vermeyeceğiz” diyen bir örgütlü güç var.
Karşı tarafa gelince... Doğrudur, işin başını çeken “adam kazandı”larla, “iç savaşa izin vermeyeceğiz”lerle, türlü çeşit gerekçelerle dinci faşist iktidara dolaylı veya doğrudan destek çıkan bir burjuva “muhalefet” var. Ama öte yandan, bu dinci faşist iktidardan kurtulmak için muazzam bir öfke ile dişini sıkan, sıkılı yumruklarla bekleyen milyonlarca yoksul emekçi var.
Yapılacak seçim hilelerinin boyutuna bağlı olarak RTE kazanacak veya kaybedecek. Ama her iki durumda da taraflar sokaklara akacak. Kimi “zafer kutlaması” için, kimi “seçim hilesini protesto” için. Seçimin sonucuna bağlı olarak hangi tarafın “zafer kutlaması” yapacağı, hangi tarafın “seçim hilesini protesto edeceği” değişecek olsa da, “kutlama ve protesto gecesi” yaşanacağı çok büyük bir ihtimaldir. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi için canhıraş çalışan sosyal reformistler ve küçük burjuva uzlaşmacı parti, tam da bu noktayı sessizlikle geçiştiriyor.
Seçimlerin olağan bir şekilde sonuçlanacağını iddia edenler, gerçekte burjuva sınıf karşısında işçi ve emekçileri silahsızlandırmış oluyorlar.
İster bu dinci faşist iktidardan ve onun başındaki zattan kurtulmak için sandığa gitsin, ister seçimlerin hiçbir şeyi değiştirmeyeceği düşüncesiyle seçimleri boykot etsin, tüm işçi ve emekçiler bilmeli ki, muhtemelen seçim gecesi çok daha büyük gerilim ve çatışmalar bekliyor bizi. Her tür hile ve hurda, baskı, aleni aşağılamalar, tehditler, silahlı gösteriler, meydan okumalar... bu sürecin doğal bileşenleri olarak karşımıza çıkacak.
Daha önce gördük, yaşadık: Dinci faşist iktidar, seçim günü -geceyi beklemeden- silahlı adamlarını sokağa salabilir ve büyük ihtimalle salacaktır. Bu durumda CHP ve onun başı, Kılıçdaroğlu'nun ne yapacağı belli. O, “kardeş kavgasına izin vermeyeceğiz” diyerek sokağa çıkmaya hazır ya da zaten sokakta hazır bekleyen milyonlara “evinize dönün” diyecek. Bir yıldan fazla bir zaman önce Kılıçdaroğlu, dinci faşist iktidara bunun güvencesini vermişti.
“Bugün resmen iç savaş naraları atmaya başladın. Bu millet bunları yemez! Bu millet sen ve sülalen saraylarda yaşayasınız diye sokaklarda kan dökmeyecek.”
Kısacası, dinci faşist iktidarın silahlı adamlarını sokağa dökmesi durumunda -ki dökeceğinden kuşku duymak için zerre kadar bir neden yok- Kılıçdaroğlu ve partisinin ne yapacağı belli. Peki, ya “tek adam rejimini, faşizmi yıkacağız” şeklinde vaatlerde bulunanlar ne yapacaklar? Bu konuda ağızlarından tek söz duyan var mı?
Bize gelince... Biz ister zafer kutlaması için, isterse RTE'nin seçim hilelerini protesto için o gece sokağa çıkacak emekçilerle birlikte sokaklarda olacağız ve onlara “sokakta kalın ve daha ileriye, en ileriye gidin” diyeceğiz. Peki ya sosyal reformist partiler ve uzlaşmacılar?