Fidel Castro, kendisi için devrimden önce de bir marksist, komünist olduğunu ama hareketin tümünün böyle olmadığını söyler ve Küba Devrimi için de “Sosyalist bir devrim düşünmüyorduk.” der.
“Önce Batista’yı devirmek, ama her şey aynı biçimde sürsün diye değil, her şeyi değiştirmek için Batista’yı devirmek” anlayışında, hedefinde olduklarını söyler.
Batista diktatörlüğü, bir sistemin en katılaşmış, çürümüş, baskıcı şekli, Batista da bu sistemin kişileşmiş temsili idi. O yüzden, Batista’nın devrilmesi, Küba halkının değişim talebinin düğümlendiği noktaydı. Ancak, tek başına Batista’nın gitmesi, yerine başka türden Batistacıkların, Liberal Batistaların gelmesi “her şeyin aynı biçimde sürmesi” olacağından, hedef devrimci biçimde ele alındı: “... her şeyi değiştirmek için Batista’yı devirmek.”
Bu devrimci-materyalist bakış, elbette onları reformculuğa değil, sosyalist bir ülkeye götürmüştür. Fidel, “her şeyi değiştirmek için Batista’yı devirmek”ten sosyalizme geçişi de şöyle özetler:
“Sosyalizm fikri, 16 Nisan 1961’de, devrimin zaferinden neredeyse iki buçuk yıl sonra ortaya atıldı. (...) Şunu anlamak gerek: ülke devrimci yasalar yüzünden sosyalist oldu. Her şey durumdan kaynaklandı. ... önce Batista ve dehşet salan diğer insanların, sonra da ordu ve polisin lağvedilmesi, ... yolsuzlukla ele geçirilmiş mallara sahip hırsızlar yargılandı, mallarına el konuldu. Ama henüz sosyalist bilinç yoktu.
Yani, “her şeyi değiştirmek için Batista’yı devirmek” derken, nasıl ki Batista’yı “muhalefet sıralarına düşürmekten” söz etmiyorsa, “değiştirmek”ten de öyle sistemin söküğünü-yırtığını onarmak anlamına gelecek şeylerden söz etmiyor. Küba halkına, emekçilerine, köylülerine yıllarca eziyet eden şiddet-baskı uygulayan, sömüren, soyan kişi ve kurumların “lağvedilmesi”, “mallarına el konulması”ndan başlayan, “henüz sosyalist” olmayan fakat bu devrimci yasalarla sosyalizme varacak bir değişim/değiştirmedir Fidel’in devrimci bakışı. Bugün, birçok ülke halklarının, kadınların, emekçilerin, gençlerin, aydınların gıptayla, özlemle baktığı Küba, bu devrimci bakışla, devrimci mücadeleyle yaratılmıştır.
Bu bakış ne kadar devrimci ise, bizdeki “Batista” gitsin de, biraz nefes alalım; hemen hapse atılmadan bir parça “eleştiri özgürlüğümüz olsun”; meydanlara daha kalabalık-rahat çıkabilelim yeter; “kamucu kapitalizmi” zorlayalım; tekeller yine kazansın ama “faturayı da hep biz ödemeyelim”, kadınlar için uluslararası sözleşmelere dönelim de uygulamasına sonra bakarız... vs. vs. anlayışı da o kadar oportünisttir. Bunlar reform bile değildir. Emekçi halk kitlelerinin özlem ve taleplerini bu kadar geri biçimde ele alan, dillendiren “sol”, oportünizm batağına saplanmıştır. “Muhalif”liğini, tekellerin politik temsilcileri olmaktan başka hiçbir vasfı olmayan “burjuva muhalefet partilerine teslim etmiştir. Burjuvazinin, tekellerin bir kısmından aldığı alkışlar, tam da onun oportünizminedir.
Bugün faşist burjuva devlet kitlelerin önüne kendine en uygun iki seçenek koymuştur: Biri, bütün dinci ırkçı, gericilerden oluşan faşist birlik, diğeri her şeyi (yani tekelci egemenlik için her şeyi) aynı biçimde sürdürecek olan, sicili kabarık faşistlerden devşirme “sağ-sol” ittifakı ve ona eklemlenen oportünist sol. Tekelci iktidara dokunmayacağını tasdik edenlerin bu ittifakı, inandırıcılığı kalmamış bir seçim sistemiyle değişim yaratacağını söyleyebilecek kadar yüzsüzdür.
Kitlelerde çok belirgin ve önüne geçilemez bir hal alan değişim istemini, faşist devlet kendi düzen sınırları içinde tutabilmek için, burjuva muhalefet ve oportünist sol partileri kullanıyor. Yıllarca dinci faşist iktidar eliyle bastıramadığı ne varsa, şimdi kapının önünde oportünist solu da tutarak, emekçilere, ezilenlere, gençlere, kadınlara ait olan güçlü ve köklü değişim isteminin yönünü kontrol altında tutmaya çalışıyor. İşçi sınıfının, emekçi, ezilen halkların değişim istemini basit bir hükümet değişimine, her şeyi aynı biçimde sürdürecek bir hükümet değişimine indiriyor ve bunun bir değişim getireceğine halkları inandırmak da “oportünist sol”a düşüyor. Onların “tarihi görev” dediği budur.
Düşünün ki, bir gecede 50 binden fazla insan (kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-bebek -ki bu sadece resmi rakam, gerçek rakam bunun çok üstünde-) önlenebilecek ya da asgariye indirilebilecek nedenlerle hayatını kaybetmişken, gerici-faşist burjuva “muhalefet” hükümetin istifasını dahi gündemleştirmekten korkmuştur. Üniversitelerin kapatılması, stadların, meydanların yasaklanması, sokağa dökülecek bir istifa dalgasının engellenmesi içindi ve gerici-faşist burjuva muhalefet de buna paşa paşa / kuzu kuzu razı oldu. Stadlardan istifa çağrıları gelmeden, bunu bile söyleyemediler. Her şey, işçi sınıfının, ezilen halkların köklü değişim isteminin düzen içinde tutulmasına yönelikti.
Hayır, “her şeyi değiştirmek için” bütün Batistalar gitsin! Ancak o zaman emekçi halklar ülkelerini yeniden, devrimci yasalarla kuracaklardır. Gençlerin, kadınların, emekçilerin politik akılları, devrimci politik örgütlülükleri, toplumsal dayanışması, pekala bir ülkeyi kurmaya da yönetmeye de yeter. Bunu, tekelci faşist iktidarlardan çok daha iyi yapabildiklerini tarih göstermiştir. Bunun en canlı örneği de Küba halkıdır.