‘71 silahlı çıkışının, bu topraklardaki en köklü kopuşun önderlerinin idam edildikleri o isyan günü geldi çattı. Elli bir yıl önce, 6 Mayıs 1972’de, kör karanlıklarda darağaçlarında sonsuzluğa uğurladık üç devrim önderini, devrimin üç genç fidanını.
İşe bakın. Onların tarihe gömdükleri parlamenter ahmaklığın, hem de onların adlarını kullananlar tarafından utanmazca yeniden moda haline getirildiği bir dönemde, bir seçim arifesinde anıyoruz Denizleri.
Türkiye parlamenter ahmaklar mezarlığıdır. Müteveffa TİP’ten beri uzun yıllar üzerine ölü toprağı atılan bir ahmaklık, kimilerinin bilmem kaçıncı defa “bu sefer başka, bu tarihi bir seçim” sözleriyle yeniden allanıp pullanıyor. Kaç seçimdir aynı bayat hayalleri ısıtıp duruyorlar. Emekçi sınıfların önüne kurtuluş yolu olarak sandık/seçim çıkartılıp duruyor.
Oysa Deniz Gezmiş ve yoldaşları, tam da bu parlamenter budalalığa isyan etmişlerdi.
Bir şeyi istemek ile o şeyin gerçekleşmesi için mücadele etmek farklı şeylerdir. Sosyalizmin lafını edip durmak, bir mucizevi dünya gibi ondan bahsetmek, o “güzel gelecek günlere” özlem duymak, ama onun için dişe diş bir mücadele yürütmeyi asla göze almamak; Deniz'lerin ‘71 silahlı çıkışı öncesinin “sosyalizm mücadelesi” bundan ibarettir.
Sonuç olarak sosyalizm, ‘71 silahlı çıkışına değin hep bir özlem, bir dilek, gerçekleşmesi istenen bir arzu olarak kaldı. 6 Mayıs’ta darağaçlarında, 31 Mayıs’ta Nurhak’ta, 30 Mart’ta Kızıldere’de ölümü kucaklayan gencecik devrim önderlerinin yaptığı şey, bu topraklarda sosyalizmi ilk kez somut, zora dayalı bir devrimin hedefi olarak ortaya koymak oldu.
“Kopuş” kelimesini rastgele kullanmıyoruz. Düşünsel ve pratik olarak büyük bir nitel sıçramadır o gencecik önderlerin silahlı atılımı. Bu topraklarda burjuvaziden, burjuva düzenden yaşanan en büyük kopuştur.
Hiç kuşku yok ki her tarihsel toplumsal olgu gibi, bu kopuşun da bir geçmişi ve bir geleceği vardır. Geçmişinde 27 Mayıs’ın hemen sonrasında bir çığ gibi gelişmeye başlayan işçi sınıfı eylemleri, yoksul ve topraksız köylü hareketleri bulunur. Bu hareketlerin içine doğan öğrenci gençlik mücadelesinin adım adım devrimci gençlik hareketine; oradan zora dayalı bir devrim hareketine dönüşümü vardır.
Her tarihsel çağda nesnel devrimci kabarış, ihtiyaç duyduğu büyük adamları hazır bulamazsa onları kendi yarattır. Ya da Marx’ın tabirini kullanacak olursak, “her çağ kendi Helvetius’unu yaratır.” Türkiye ve Kürdistan’da 60’lı yıllar boyunca gelişen işçi ve yoksul köylü hareketi ve devrimci öğrenci gençlik hareketinde ifadesini bulan devrimci “çağ” kendi devrimci önderlerini yaratmıştır.
Sosyalizmin lafzıyla ömür tüketmek yerine toplumu ve tarihi bizzat pratik olarak değiştirmek cüreti, proleter devrimciliğin temelidir.
Denizlerin yapmış olduğu şey, tastamam budur. Genel geçer bir sosyalizm özlemi değil, bizzat devrimi düşlemek, zora dayalı devrimle ülkeyi ve dünyayı değiştirme mücadelesine girişmek, böylece bizzat pratik içinde geçmişin ölü tortularından kurtulmak, kopmak...Yarım asırdır Türk ve Kürt halklarının yüreğinde ve bilincinde yaşamalarını sağlayan, onları aşılmaz kılan, o tarihsel kavşakta bu cüretli adımı atmış; zora dayalı devrimin yolunu açmış olmalarıdır.
Onlar burjuva parlamentarizme, burjuva düzene sırtlarını dönerek, zora dayalı devrimin, silahlı mücadelenin yolunu açtılar.
Hiçbir hesap kitap gütmeden söylediklerini yapma samimiyetleri ve kararlılıkları, sakınımsız adanmışlıkları, emekçi sınıflarda anında karşılık bulmuştur. Gencecik yaşlarına rağmen ne yaptıklarının bilincindedirler. Sinan Cemgil’in deyimiyle hiç söndürülemeyen ateşi yakmaktı görevleri, yaktılar. Deniz’in dediği gibi “devrim yapmak”tı her eylemleri, yaptılar. Bilerek, bilincinde olarak yaptılar bunları. Düşmanın gücüne bakıp kararsızlığa düşmediler. Bir devrim ancak cüretkar atılımlarla büyür. Bunu bildikleri için baştan aşağı cüret kesildiler.
“Gerçekçi ol, imkansızı iste” diyordu kumandan Che. Onlar, TİP'te ifadesini bulan yerleşik parlamenter anlayışın en imkansız gördüğü şeyi istediler ve onun için dövüştüler. Yenilmez görünen düşmanı alt etmek için harekete geçtiler.
Bugün mezarlardan çıkan parlamenter budalalar işçi ve emekçilere kurtuluş yolu olarak seçimleri, parlamentoyu gösteriyorlar. Yarım asır önce Denizlerin sırtını döndüğü yolları, hem de utanmadan Denizlerin adını kullanarak “kurtuluşun yolu” diye adlandırıyorlar.
Budalaları içine yuvarlandıkları o ahmaklık çukurunda bırakalım.
Şimdi Denizlerin yolunda ileri atılma zamanı. Aynı baş eğmezlik ve feda ruhuyla devrime cesurca yürüme zamanı.
Şimdi devrim zamanı!