İşçi sınıfına yönelik saldırılar örtülü ve açık biçimlerde devam ediyor. İş kanununda yapılması hedeflenen kapsamlı değişiklikler sermaye çevreleri ile yapılan çalışmalarla devam ettiriliyor. Geçen hafta burada gündeme getirilen MESEM’ler eliyle ucuz iş gücünü genişletme ve çocuk işçi sayısını arttırmak için çocuk işçilik yaşını 10 yaşa indirme planları devrede. Sermayeye sınırsız ucuz emek sağlamada hiçbir sınır tanınmıyor.
İşbirlikçi burjuva sendikalara karşı işçiler tarafından kurulan pek çok sendikanın gelişimi, sistematik saldırılarla durdurulmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz ay kuruluşundan sonra kısa bir süre sonra ülke barajını aşan Çağrı-İş Sendikası’nın örgütlediği işyerlerinin, iş kolu değiştirilerek bir gecede sıfır üyeye düşürüldü. Çağrı merkezlerinde bin bir çabayla örgütlenmiş binlerce işçi, torba işkolu olan ve barajı aşmanın neredeyse mümkün olmadığı 10 no’lu büro işkoluna kaydırıldı. Bu hamlenin bir yanı, Çağrı-İş gibi genç ve mücadeleci işçiler tarafından kurulan, sektörün sorunlarına hakim ve örgütlenme dinamikleri güçlü olan bir sendikanın önünü kesmek ise, diğer yanı burada öne çıkan genç öncüleri büro iş kolundaki barajı aşmış bürokratik sendikalar içinde tasfiye etme çabasıdır.
Az çok basını takip eden herkesin gördüğü ve kat kat fazlası yazılabilecek saldırılar ve bu saldırılara karşı mücadelenin kesintisiz sürdüğü bir ülkeyiz. İstanbul’da geçen hafta başlayan Kartal Belediyesi işçilerinin başlattığı grev, yine DİSK Genel-İş merkezi tarafından bir gece yarısı operasyonu ile kapı arkasında imzalandı. İşçi sınıfına ihanet boyutundaki bu adımlar, bu sendikanın geleneği haline geldi. Geçtiğimiz yıllarda da mücadeleci işçiler tarafından kazanılan bu şubeler, benzer müdahalelere maruz kalmış ve ardından genel merkez tarafından bu yönetici işçiler tasfiye edilmişti. Örgütlü tavır takınan bu şube, bölünerek ve ardından daha örgütsüz birimlerle birleştirilerek, mücadeleci unsurları dağıttı. Grevi kırmak için tüm diğer belediyeler ve büyükşehir el ele vererek çöpleri toplamaya giriştiler ve grevci işçiler ve desteğe gelen işçiler tarafından durduruldular. Sözleşmenin imzalanmasından sonrada işçiler bu sözleşmeyi tanımadıklarını ifade ederek, greve birkaç gün daha devam ettiler. Fakat örgütlü ihanetin arkası o kadar destekli ki, grevci işçiler geri çekildi. Sözleşmeleri kaçırılırken işçilerin “hepimiz istifa edelim” çağrısı yapmasının, bundan sonraki günlerde sendika ağalarının uykularını kaçıracağı kesin.
Diğer konfederasyonlarda, bu yıl içinde binlerce işçi bölük bölük istifa etti. DİSK de bu süreçte payına düşeni alacak. Tabii bu imzalanan sözleşme, sırada bekleyen diğer belediye işçilerine de bir mesaj veriyor.
Bu sözleşmeler yalnızca kendi işkolları açısından değil; enerjiden eğitime, sağlıktan taşımaya, inşaata, depolara kadar tüm iş kollarında çalışan işçileri de ilgilendiriyor. Buralarda yapılan düşük rakamlı sözleşmeler, yılbaşı zamları için sermaye ve iktidarın elini rahatlatacak veya her alandan işçilerin taleplerini yükseltecektir.
Geçtiğimiz günlerde mücadeleci sendikaların bir kısmı aydın, akademisyen ve yazarların da içinde yer aldığı imzacılar ile “Hakkımı Ver” kampanyası başlattı. İşçi sınıfının ve tüm emekçi kesimlerin karşı karşıya bulundukları saldırıları püskürtecek bir mücadele hattına ve bu hattın sokak ayağını örecek bir odak ihtiyacına sürekli vurgu yapılıyor. Pek çok çevre tarafından tartışılan bu tip girişimlerin içinde olmak, bir yol arayışında olan işçi ve emekçilere ulaşmak açısından önem taşıyor. “Hakkımı Ver” kampanyası, farklı toplumsal katmanları bizzat kendi talepleri etrafında bir araya getirme amacını taşıyor. İşçiler başta olmak üzere köylülüğün, kadınların, gençliğin, çevrecilerin, aydınların mücadelelerini bir çatıda birleştirme çabası olarak görülmelidir.
İşçi sınıfı kendi kurtuluşu için mücadele ederken toplumun diğer kesimlerini yanına alabileceği ve ortak hareket edebileceği zeminlere ihtiyaç duyuyor. Bu noktada taleplerin geniş halk yığınlarına ulaşarak bir araya gelmesi önem taşıyor. Ortalama sendikalar ve çevreler çağrılarını, vergide adalet gibi dar alana veya fatura meselesine bağlıyorlar. Sınıf mücadelesini tekil bir talebe sıkıştırmak, onun önüne sınırlayıcı bariyerler koymak yerine, tüm taleplere uyarlanabilecek ortak mücadelede birleştirecek yöntemler gerekli.
Orta Vadeli Plan (OVP) yalnızca ülkemiz siyasal iktidarının ve yerli tekellerin açgözlülüğü ve saldırısı olarak değerlendirilmemeli. OVP, emperyalist ülkelerin ve uluslararası tekellerin dünya işçi sınıfına dayattıkları esnek, güvencesiz, kuralsız, insanlık dışı çalışma düzenine geçme çabasının bir uzantısıdır. Tam ilhak süreciyle uyumlu olarak işçi sınıfın diz çöktürülmesi ve uluslararası emek hareketini teslim alma sürecidir. Bunun içindir ki işçi ve emekçileri bir araya getirecek sayısız araç yaratmak, oluşan birliklerin içinde örgütçüsü, eylemcisi ve öncüsü olarak yer almak gerekiyor. Bu süreç tek başına kendi patronuna karşı bir mücadeleyle durdurulamayacağı gibi, yalnız başına Türkiye işçi sınıfıyla da sınırlı kalamamalıdır.
İçeride dağınık duran tüm güçleri bir araya getirerek işçi sınıfının ve emekçilerin kurtuluşunu sağlama ve uluslararası saldırıların karşısında anti emperyalist işçi hareketini inşa etme hedefi ile yürümek zorundayız.
İnan Çelik