İtalyalı bilim insanı Rizzolati ve ekibi 1988’de yaptıkları bir çalışmayla, bir fıstığı alan maymunla, bunu gören başka bir maymunun aynı nöronlarının parladığını tespit etti.
Fıstığı yiyenin de onu görenin de beyninde aynı nöron faaliyeti gözlemlenmiştir. Bu nöronlara “Ayna nöron” ismi verildi.
Buna göre; sokak ortasında işkence gören bir kadınla ya da polisin saldırdığı yürüyüşçülerle, bunlara şahit olanların beyninde aynı nöron faaliyeti gerçekleşiyor. Elbette aynı acıyı hissetmiyorlar ama, beyin her iki tarafı da aynı biçimde uyarıyor. Acı aynı düzeyde değil, ama şahit olan saldırıya uğrayanın çektiği acının farkında.
Burada insanın aklına bir soru gelmeden edemiyor. Bir maymunun, genetik olarak bize en yakın canlı türünün arkadaşının bir fıstığı alırken hissettiği ortadayken, kafasının içinde çok daha fazla nöron faaliyeti olan insanın benzer durumlarda çok daha fazlasını hissetmesi gerekmiyor mu?
Mantığımız buna evet, demeyi gerektiriyor, ama olup bitene bakınca böyle demek ne mümkün.
İnsanları sömüren insanları düşününce, kadınları katleden korkakları düşününce, başkalarına işkence yapan bütün o zavallıları düşününce hele de bütün bunların tamamını bal gibi görüp de ses etmeyenleri düşününce yukarıdaki soruya evet, demek imkansız.
Hatta bütün bunları düşününce her insanda aynı ayna nöron, hatta ve hatta genel olarak aynı nöron faaliyetinin olduğunu söylemek hiç de kolay bir söz olmasa gerek. Örneğin iki yıldır kampüs bahçelerinde eylem yapan bizim şu en tehlikeli “terörist” öğrencilerimizle; şu mantıklı mantıklı konuşan, zekice espriler yapan, cesaretle dövüşebilen, Metallica dinliyor olsa bile üniversitelerine atanmış o başgardiyana bazıları böylelerine hala rektör vb diyor olsa da başgardiyana!!!. hiçbir şans vermeyen solcu öğrencilerle bu baş gardiyanlar aynı nöron faaliyetini gösteriyor diyebilmek vicdanen çok zordur.
Aynı nöron faaliyetini gösteriyor olsa bile, kadın katillerinin, işçilerin hayatını hiçe sayanların, doğa ve canlı hayat düşmanlarının kurbanlarıyla aynı acıyı çekmediği/ çekemeyeceği aşikar. Aksini söylemek hem yalancılık, hem kalpsizliktir. Aptallığı saymıyoruz bile...
Aslında bir bilim insanının çıkıp da; faşistlerin “ayna nöronlarından” yoksun olduğunu söylemesi ne kadar şaşırtıcı olabilir ki. Sizce Hitler ve onun bugünkü türevlerinin kaç tane ayna nöronu olabilir. Ya da varsa da sağlıklı bir insanınki gibi çalışıyor ve aynı duygulara yol açıyor olabilir mi?
Elbet buradan bir yol vurup ahlaki değerlerimizi ve vicdani tutumlarımızı salt biyolojik ya da fizik bilimi temelli açıklamak gibi garip bir yöne savrulamayız. Zira belirleyici olan mevcut kurulu toplumsal sistem ve onun kültürel hegemonyasıdır. Ancak buna ilaveten geçmişten gelen geleneksel kültürel birikiminin de belli bir etkisi var, ancak biyolojik yapımızın ya da fiziğin tüm o nöronların hiç etkisi yok da diyemiyoruz. En azından bilim böyle diyene kadar da diyemeyeceğiz.
Nöroloji biliminin, mevcut burjuva eğitim sisteminin nöronlarımıza hiç de iyi davranmadığını söylemesi (nöron budama) yeni bir şey değil. Ancak durumun vahameti bundan daha derine iniyor olabilir. Aksi halde insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar psikolojik hastalıkların türemesi bir tesadüf olmasa gerek.
Yani bütün bunlar oburca kar hırsıyla hareket eden bir sınıfı ve onun emrindeki katil sürülerinin yaptıklarını açıklamaya yetmez. Toplumsal ve siyasal arenayı biyolojinin bulgularıyla, matematiğin formülleriyle ya da kuantumun parçacıklarıyla açıklamak imkansızdır. Ancak ve yine de örneğin milyonlarca insan açlık çekerken, üzerine altın tozu serpiştirilmiş tatlı yemek için kalkıp Dubai’ye gidenlerin aldığı zevkin kaynağına beynin hangi hastalıklı bölümünün neden olduğunu insan merak etmiyor da değil.
Eğer faşist generaller savaş uçaklarıyla sivilleri bombalatabiliyor, piknik yerlerine top atışları yaptırabiliyor ve çocukları öldürtebiliyorsa üstüne bir de bundan gurur duyuyor ve birileri de onlara bunun için kahramanlık madalyaları takabiliyorsa bütün bunların ardındaki şey ne sağlıklı bir insan ruhu ne de düzgünce çalışan bir insan beynidir. Evlatları öldürülen annelerin çığlıklarıyla beslenen canavarların / cellatların sağlıklı birer beyinleri olduğunu söylemek insan aklına haksızlık insana ise hakarettir...
Görünen o ki 1988’de Rizzolati ve ekibi bilime ve insanlığa önemli bir hizmet sunmuş olsalar da bu, bütün olarak insanı açıklamaya yetmez. Zaten ortada böyle bir iddia da yok. Bir kez daha geriye kalan esas açıklayıcı argüman yine sınıf savaşı teorisi oluyor. Çünkü insan zaten nereden başlarsa başlasın kendine karşı dürüst ise dönüp dolaşıp yolu gene buraya varıyor. Açık ki yaşam nehrinin aktığı esas yatak burasıdır.
Ve de açık ki burjuvazi sadece nöron budamıyor. Aynı zamanda beynimizin köküne kibrit suyu ekiyor. Vicdanını ve aklını sevenler hala sabredebiliyorsa bunun bedeli olarak her saniye binlerce nöronlarını kaybetmek oluyor. Bunu bilimsel olarak ispat etmek zor ama kuramsal olarak bu sonuca ulaşmak için teferruatlı deneylere de gerek yok... Kapitalizm ruhumuzu, bedenimizi ve akıl sağlığımızı mahvediyor ve insanın şu an şahit olduğu gerçeklik tam da budur. Delirmek hoş bir seçenek olmasa gerek!..
(Acaba bu şahitliğin beynimizde yarattığı ayna nöron faaliyeti ne ölçüdedir!!!)
Kenan Kızıl