Tarih boyunca bütün sınıflı toplumlar, bireyin gelişimini ve özgürlüğünü sınırlayıp güdükleştirdiler. Bireylerin özlemleri, geleceğe dair hayalleri, yaşamdan beklentileriyle sınıflı toplumun gerçekleri daima çatışma içinde oldu.
Sınıflı toplumun bugün var olan yapısı, kapitalizm nedeniyle insanlar hayallerini, yaşamdan beklentilerini özlemlerini sürekli olarak geleceğe ertelemek zorunda kalıyorlar. Bu durum, belirli bir noktadan sonra insanlarda, bu özlemlerine, hayallerine asla ulaşamayacakları hissi yaratıyor. Toplumsal koşullar ve sınıflı toplum olan kapitalizmin gerçekleriyle bu özlemlerine, hayallerine erişemeyen insanların bir kesiminde umutsuzluk, boşvermişlik gelişirken, bir kısmındaysa bu özlemlerin ve hayallerin daha da güçlendiği görülüyor, bu uğurda çabaları daha da yoğunlaşıyor. Bu kesimdeki insanlarda özlemlerine erişebilmek hayallerini gerçekleştirmek, kendi istedikleri biçimde yaşayabilecekleri bir toplum kurmak için mücadele eğilimi doğuyor, gelişip güçleniyor.
Bugün halihazırda varolan özel mülkiyet toplumu kapitalizm ve burjuva toplum, bireylerin sadece hayallerini ve özlemlerini değil, davranışlarını, düşüncelerini, olaylar karşısındaki tutumlarını ve hareketlerini de kısıtlayıp sınırlayarak, bireyin yaşam alanlarını daraltıyor. Bu darlaştırıcı, kısıtlayıcı toplumsal koşullar ve konan sınırlar, özellikler kadınlar üzerinde daha yoğun ve ağır bir hal alıyor, onu adeta köleleştiriyor, kölece bir yaşama mahkum ediyor.
Bugünün modern burjuva toplumunda kadının kölece konumunun sürüp gitmesini sağlayan mevcut toplumsal yapıya dayalı önyargılar, gelenekler, alışkanlıklar ve ahlaki kısıtların yanı sıra, sayısız bağ, yasa ve toplumsal baskı kurumu var. Bu toplumda bir kadın ne zaman kendi özlemlerine, isteklerine uygun olarak yaşama yönünde bir adım atsa, karşısına derhal sayılamayacak kadar çok engel çıkar. Bu engellerinden birini aşsa, bir diğeri dikilir özlemleri ve hayalleriyle kendisinin arasına. Burada en açık biçimiyle söylemek gerekirse, insanlar özlemlerine, hayallerine kavuşabilmek için, özel mülkiyet toplumunu yıkmalı, onu aşmalıdır. Kadının özgürleşmesi, bütün toplumun özgürleşmesidir. Bunun için bir toplumsal devrim yoluyla kapitalizmin aşılması, devrimci dönüşüm yaşanması bir zorunluluktur.
Sınıflı toplumların en sonuncusu ve en gelişkini olan bugünkü kapitalist toplum, kadını erkeğin tamamlayıcısı olarak görüp, onun hizmetine koşarken, aynı zamanda kadını erkeğe bağımlı yapan bütün koşulları da yeniden ve yeniden üretir. Kapitalizm altında geçen bütün tarih boyunca burjuva toplum bu koşulları tekrar tekrar üretirken, bir şey daha yaptı; kadını üretim sürecine çekti. Burjuvazinin amacı, ucuz kadın emeğine dayanarak daha çok artı değer üretmek, daha çok kar etmekti. Ancak kadının üretim sürecine katılması, kapitalistlerin amacı ve niyeti ne olursa olsun, kadının özgürleşmesinin yolunu açtı. Kadının toplumsal üretime katılması, kadını erkeğe bağlayan en önemli bağlardan birini, ekonomik bağımlılığını zayıflattı. Kadının kendi yaşamını sürdürmesi için gereken maddi geliri kendi emeğiyle kendisinin sağlaması, kadının toplumsal konumunda da bir değişim yarattı. Ancak bu değişim, zayıf, güdük ve yetersiz kaldı. Kadının erkeğe bağımlılığının ortadan kalkması ve kadının toplumsal konumunda gerçek ve köklü bir değişimin yaşanması için, hem kadın hem de erkek üzerindeki baskının, sömürünün kapitalizmin sınırlandırmalarının ve kısıtlılıklarının sonlandırılması gerekiyor.
Özel mülkiyet toplumlarında egemen sınıf üretim araçlarını ve tüketim nesnelerini mal olarak, mülk olarak görür ve sahiplenir. Bu sahiplenme, mülk sahibi sınıfların kadına yaklaşımında da aynı biçimde geçerlidir, kadını da mülk olarak görüp sahiplenirler. Bu, aynı biçimde bugünün modern burjuva toplumunda da geçerlidir. Toplumda genel olarak “egemen olan düşünceler egemen sınıfın düşünceleridir.” Genel olarak bütün sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalist toplumda da bu böyledir, egemen olan düşünceler burjuva düşüncelerdir. Yani bu toplumda da erkekler, kadını koruyup kollayacak, sevilecek bir aşk nesnesi olarak görür ve kadından da buna boyun eğmesini, buna uygun davranmasını beklerler. Oysa kadının da bir insan olarak erkeklerle eşit koşullarda yaşamın tüm zenginliklerinden, uygarlığın nimetlerinden yararlanarak özgürce yaşamak istemesinden daha doğal bir şey yoktur. Ama kadının bugünkü kölece konumunun değişmesini istemeyen erkek egemen burjuva toplum, ne kadının erkekle eşitliğini ne de yaşamın zenginliklerinden yararlanarak çok yönlü gelişimini ve yaşamasını istemiyor; hele hele kadının özgürce yaşamasını değil kabul etmek, düşünmeye bile tahammül edemiyor.
Kadını mülkiyet altına alınacak bir nesne olarak gören özel mülkiyet toplumlarında “insandan insana en doğal ilişki” olan kadın-erkek ilişkisinde mülk sahibi sınıf aşkı öldürüyor. Bugünün modern burjuva toplumunda bu sınıf burjuvazidir; burjuvazi aşkı da öldürüyor. Çünkü burada aşk değil sahiplenme var. Çünkü burjuvazi kadını asla erkeğe eşit bir insan olarak kabul etmiyor. Çünkü kadın onlara göre canlı bir insan değil, sahiplenilecek bir nesnedir; erkek egemen burjuva toplumda kadın, erkeğin ihtiyacını karşılayan, ona hizmet eden, onu tamamlayan kullanılacak bir nesnedir. Elbette bunun temel nedeni insanın insana, insanın topluma yabancılaşmasıdır. İnsanların nesnelere değil, nesnelerin insanlara egemen olduğu; nesnelerin insanları yönettiği toplumlarda bu kaçınılmaz olarak böyledir.
Bugün artık dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi bu coğrafyada da kadınlar bu duruma başkaldırıyor, erkeğin ve erkek egemen burjuva toplumun belirlediği sınırları kabullenmiyor, çiğneyip geçiyorlar. Bu kadının ikincil konumuna, kölelik konumuna başkaldırısıdır, intikamıdır. Bu, yeni bir topluma geçişin habercisidir. Artık kadınlar bütün dünyada devrimin etkin bir gücü olarak harekete geçmiş, öne çıkmaya başlamıştır. Günümüzde modern burjuva toplumun baskı ve sınırlamalarına başkaldıran, kapitalizme ve burjuva topluma karşı mücadeleye katılan her birey gibi kadının da duyguları, yetenekleri açılıp gelişiyor, ufku genişliyor. Binlerce yıldan beri kadını ikincil konuma düşüren toplumsal koşullar, bugün daha da ağırlaşarak sürüyor. Gerçek yaşamda kadın erkek arasında süren eşitsizlik, kadını erkeğe bağımlı hale getiriyor.
Daha önce de söylediğimiz gibi, kapitalizm kadını erkeğe bağımlı kılan koşulları tekrar tekrar üretiyor. Bu bağlar kadını erkeğe zincirliyor; bu zincir kadının kölelik zinciri oluyor; modern burjuva toplumun baskı ve kısıtlamaları kadını egemenlik altına alıyor, kölece bir yaşama zorluyor. Bu toplumsal koşullar altında bir erkek, isterse dünyanın en insancıl en iyi niyetli erkeği olsun, kadın erkek ilişkilerinde eşitsizlik varsa, kadın kendi iradesiyle gönüllü ve özgürce bir ilişki kurmuyor, kuramıyorsa (evlilik ya da birlikte yaşam) istediği zaman ayrılma, boşanma hakkına sahip değilse, bu koşullar kölelik koşullarıdır, er ya da geç kadını boğacak, mutsuzluğa sürükleyecektir. “İnsandan insana en doğal ilişki” olan bu ilişkide kadın da erkek de özgür iradeleriyle ve gönüllü olarak, birbirine eşit iki insan olarak hareket edemiyorsa; ekonominin ve toplumun baskısı altında kalıyorsa, bu ilişki kadını köleleştirecek, baskı altına alacak, mutsuzluğa sürükleyecektir. Eğer kadınla erkek arasındaki bu “en doğal ilişkiyi” özgür insanlar, özgür ve eşit bireyler arasındaki ilişki ilkeleri yönetmiyorsa, burada erkek dünyanın en iyi niyetli, en iyi erkeği bile olsa, sonuçta kadının mutsuzluğunu artırmaktan başka hiçbir şey yapamaz, yapamayacaktır.
İnsanlar toplumsal çevreleriyle insandır ve kendilerini uymak zorunda hissettikleri alışkanlıkları, gelenekleri vardır. Bu alışkanlıklar ve gelenekler toplumsal alışkanlıklardır, içinde yaşadıkları toplumun alışkanlıklarıdır. Toplum, insanları bu alışkanlıklar ve gelenekler yoluyla denetler. Bu gelenekler ve alışkanlıklar insanların özgürce hareket etmelerinin önündeki en büyük ve etkili engellerdir.
Kapitalizmin ve burjuva toplumun yıkılmasından sonra kurulacak olan geleceğin toplumunda insanları sınırlayan, denetleyen bu mekanizmaların, geleneklerin ve alışkanlıkların yerini özgürlükler alacak; insanlar sınırlanmayacak, kendi özgür iradeleriyle karar verip özgürce yaşayacaklar. Alışkanlıkların yerini bilinçli davranışlar alacak, özgürlükler gelişip genişleyecektir. Gelişkin ve özgür bireylerden oluşan bu yeni toplumda insanlar ekonominin ve topumun baskısından kurtulacak, kadın da erkek de en büyük mutluluğa, en büyük özgürlüğe kavuşacaktır.
Özgür Güven